Plakadaki
girişim deseni ile algıladığımız boyut arasında aracılık
yapan beynimiz, insanın isteklerini maddesel yapıdan açığa
çıkartmak için var olduğu Kur’an’da “Gerçek ki, biz insanı en mükemmel bir şekilde yarattık”(95/4),”Sonra
da O’nu (insanı), aşağıların aşağısına indirdik
(maddesel kaydına soktuk”(95/4) şekliyle ifade
edilirken, “Gökyüzündeki
Babanız gibi kusursuz olun” diyen Hz İsa (as) da bu
maddesel zindandan, kozadan benzer deyişle insanca düşünceden
Allah gibi düşünmeye geçebilmenin, ancak beynin algıladığımız
fiziksel gerçekliğinden aslı olan Gökyüzünün Krallığına
yani Evrensel Düşünsel boyutuna dönüşmesi ile mümkün
olabileceğini belirtmektedir.
Bu
durum, aynı zamanda hem şuursal hem de o boyut gereği
fiziksel acı duyulacak azap ortamı, yani dışarıdan birinin
insanların yaptıklarının karşılığını ödettiği,
cezalandırdığı şeklinde algılanan,
ancak gerçekte Bilincin uzay-zamana kayıtlı olması ve
insanın özelliklerini, isteklerini maddesel boyutuna
aktaramaması sonucu (ki gerçekte azap ve acının kaynağı
budur) kendini içinde bulduğu arınma boyutu olan cehennemi ve
bu ortamdan geçişi temsil etmektedir. Çünkü, cennet
boyutuna dönüşecek olan zihin tam arınmayı sağlayamaması
nedeniyle bu parazitleri cehennem ortamında atacaktır. Bunu sağlarken
diğer taraftan mistik kaynaklarda da Allah’ın
Rahmetinin cehennemliklere de ulaşarak o boyutun birimlerinin
azap ve acılarının sona ereceği, sonunda cehennemin dibinde
yeşil cır cır otunun biteceği şeklindeki mecazi bir
ifadeyle, Nur boyutuna sıçrama yapamasalar da Nar boyutu içerisinde,
o ortama adapte olup acısız, azapsız bir yaşama dönecekleri
bildirilmektedir. Bu nedenle Kur’an’da cehennemde sonsuza
dek kalınacağına ve bize göre sonsuz devirler boyunca azap görüleceğine ait ayetler olmasına karşın, sonsuza
dek acı çekeceklerine dair bir ayet yoktur. Bu ise
Kur’an’da “Orada nice devirler kalırlar”(78/23)“Allah’ın
Rahmeti gazabını geçmiştir” şekliyle ifade edilmiştir.*
Burada
dikkât edilmesi gereken önemli bir nokta da, günümüzde birçok
kişinin katıldığı gibi, ışınsal kökenli bilinçli varlıkların
insanlara sadece vesvese verdiği, bunun dışında fiziksel,
maddi bir etkinin olamayacağı, bu nedenle de Cinlerin insanları
bu yönde etkileme güçlerinin bulunamayacağı ve cinlerin bu
tür etkilerine maruz kalmış insanların psikolojik ya da tıbbi
sorunları olduğu yönündeki görüşlerdir ki, bu da yazı
dizimizde değindiğimiz bazı noktaların lamayacağı sorusunu
doğurmaktadır.
Öncelikle
şunu belirtmemiz gerekir ki, holografik bir sistemi anlatan
kitap da holografik niteliğe sahiptir.Bu nedenle de ister
Kur’an isterse hadisler olsun, bunlardan sadece birkaçına
(boyutuna) bakarak yorum getirmek hata olacaktır. Bir ayet ya
da söz, tüm ayet ve sözleri içerdiği için, ancak tüm
bilgiyi göz önünde bulundurmak suretiyle bir anlam kazanacaktır.
Bu nedenle günümüzde Dinin anlaşılamaması ve konulara
eksik ya da uzaktan yakından ilgisi olmayan açıklamalar yapılmasının
temel nedeninin bu olduğunu düşünmekteyim.
Tekrar
konumuza dönersek, şeytani vasıflı cinlerin insanlara verdiği
vesvese, ışınsal kökenli olmaları dolayısıyla gönderdikleri
birtakım elektromanyetik dalgalarla, insan beyninin ilgili
belli hücrelerini irrite etmesi gerçeğine dayanır. Bu
nedenle insanlara (ve de maddeye) nüfuz edici özelliğe
sahiptir. Zaten ayette de,cinler hakkında Semum
ve Meariç kelimeleri kullanılmaktadır. Bunun anlamı; dumansız,zehirleyici
ve tüm en ince gözeneklere, mesamata nüfuz edici diye
belirtilen ateştir ki, bu günün bilimi ile ışın ya da
dalgalar olarak açıklanmaktadır. Yani bir tür Radyasyon.
Bildiğimiz gibi Radyasyonun da, maddesel yapımıza etkisi
bulunmaktadır. Mesela genetik dizilimindeki atom ve moleküler
bağları dolayısıyla hücresel yapıyı harap etmekte, bunun
sonucu olarak da vücutta, yanma, yıpranma, tahrip ve
kanser...vb hastalıkları
meydana getirmektedir (bkz.Radyasyon / Serter Saltık/Sufizm Ve
İnsan/Fizik)Yani cinlerin gönderdiği Elektromanyetik türü
Radyasyon, beyinde belli fikirlerin oluşmasını sağlayarak
insanları yanlış yönlendirdiği gibi aynı radyasyon (beyini
hologram plakası olarak düşünürsek,beyin vasıtasıyla ya da çokluk boyutuna göre) direkt olarak
fiziksel yapıyı yani vücudumuzu da etkileyebilmektedir.
Keza,
cehennem alevleri**içinde Nar-ı
Semum kelimesi kullanılmaktadır ki yine aynı anlamda,
yani gözeneklere işleyen ışın, zehirleyici ve tahrip eden
ateş anlamındadır.
Bildiğimiz
gibi,Güneş Termonükleer reaksiyonları sonucu, arta kalan kütle
miktarını E=m.c2 uyarınca enerji biçiminde tüm uzaya
Radyasyon yayımlamakta idi.Fakat Dünyanın sahip olduğu
manyetik alan ve Atmosfer tarafından bu ışınların bir kısmının
geri yansıtılması bir kısmının da absorbe edilmesiyle,
zararlı etkiler ortadan kalkarak bize ulaşması
engellenmektedir. Ancak “Dünyanız içindekilerle beraber cehenneme atıldığı zaman, bir
su damlası gibi buharlaşıp yok olacaktır.” “Şüphesiz
ki cehennem herkesin güzergâhıdır” hadis ve ayetinde
belirtildiği üzere ve “cehennemin gelip dünyanın her tarafından sardığı zaman” şeklinde
ifade edilen, mahşer “An’ı” diye anlatılan bu devrede
Arzın ve Göklerin, bulunduğu halden bir başka hale dönüşmesiyle
birlikte, değişik ortam ve yaşam şekli içinde Dünya bir
ovaymış gibi üzerinde, dünyada gelmiş geçmiş tüm
insanların toplanıp Güneşin dünyayı tamamen yutmadan önce
(ki güneş kırmızı dev haline gelip bu evreden sonra tekrar
büzülerek,çevresindekilerle birlikte içe doğru çökecektir;
fakat bu süreçler on- yüz milyonlarca yıl sürecektir) Sırat
olarak ifade edilen bu kaçış yolundan geçme esnasında hem
kurtulanların hem de içeri çekilecek olanların şu anki algıladığımız
gaz boyutu ile değil, güneşin yine bir tür Radyasyon yani,
şu anda yaşanmakta olan geçmiş ruhların ve cinlerin yaşamakta
olduğu ikiz boyut itibariyle, yüksek ısıdaki radyasyonun
fotonlarının Ruh beden yapıyı etkilemesi nedeniyle o boyutun
gereği, holografik bedende bir yıpranma ve dolayısıyla bir
acının varlığı söz konusu olacaktır.
Bununla
birlikte manyetik yapının yok olmaması nedeniyle, bu yapının
bulunduğu ortama göre yoğunluk kazanmasıyla meydana getirdiği
terkip, çeşitli şekillerde deforme olmasına, zedelenmesine
(tıpkı rüyadaki bedenimizin ölümü veya darbe alması gibi)
karşın, tekrar eski halini alır.Bu nedenle cehennem boyutunda
yer alan birimlerin binlerce defa öldüklerini sanmalarına karşın
(ki bu ölüm kavramı Dünya hayatının getirdiği bir şartlanma
idi) binlerce defa ölmeden yaşarlar.Hadiste ve ayette bu şu
şekilde sembolik olarak ifade edilmiştir: “Onlar
için sonsuz acıklı bir ızdırab vardır” “...Onların
derileri pişip acı duymaz hale geldikçe, onların derilerini
başka derilerle değiştiririz ki acıyı duysunlar...”
(4/56)
Bununla
birlikte; isimleri ve tanımları bize göre ifade edilmiş olan
zebanilerin yine ayet ve hadislerde çok latif ve çok yüksek
hareket yeteneklerine sahip olarak belirtilmelerine
karşın, çok güçlü ve bedenlerinin çok büyük
olmaları, tamamıyla çekim etkisinin yol açtığı bir
etkiden dolayıdır. Bu nedenle, ister insan ruhları, isterse
de cinler, yerin neden olduğu çekimin, Güneşe kıyasla çok
düşük düzeyde olan Dünyada meydana gelmesi dolayısıyla o
ortamlarda Zebaniler karşısında çok zayıf ve güçsüz
durumda kalarak bu varlıklardan büyük eziyet ve azap göreceklerdir.
Bu sebeple, çeşitli hadislerde cehennem boyutuna gidenlerin
bedenlerinin çok büyük oluşu ve orada ancak sürünerek
hareket edebilmelerinin (ayrıca şuur planında da yeryüzünün
neden olduğu çekimin bilgisinin yol açtığı şartlanma
etkisiyle) bu çekim farkının sonucu olduğu görülür. Bunu
biraz daha açarsak; güçlü çekim, Ruh bedeni ezerken o
ortamda bulunabilmesi için
esnek olan bu bedenin, bu çekime karşı koyması gerekmektedir
ki, bu durum Ruh
bedenin boyutlarının büyümesiyle gerçekleşmektedir. Keza
zebanilerin bedenlerinin büyük olmasının nedeni de budur.
Bu
olay Güneşin manyetik platformunda bu şekilde gerçekleşirken
bu durumu daha iyi anlamamız için maddesel bedenimizi göz önünde
bulundurarak Gravitasyonel çekim açısından irdelemeye çalışalım.
Bildiğimiz
gibi,vücudumuzun yeryüzünde (kendi sınırları içerisinde)
rahat hareket edebilmesi, gravitasyonel çekim ile bedenin
maddesel kütlesi arasında kurduğu dengeyle sağlanmaktadır.
Eğer biz Ay’a
gitmiş olsa idik, çekim etkisinin 1/6 olan ortamında Ayda yürüyen
astronotlar gibi havada
sıçrayarak uzun mesafeler alabilirdik. Daha küçük maddesel
ortamda ise belki de yüzeyde
durmak için büyük bir çaba harcamamız gerekecekti.Şimdi de
örneğimizi tam tersinden alırsak, bu sefer de yeryüzünün
altı katı olan bir gezegende, yürüyüşümüz zorlanırken,
on-yüz...katı olan bir gezegende ise üzerimize etki eden ağırlıktan
dolayı, yürüyemeyip sürünerek hareket etmek zorunda
kalacaktık. Bu da bize çeşitli planetlerin uyguladıkları çekim
etkisinin dünyamıza oranına göre yere ayaklarımızın basma
ya da ayrılma durumunun şekilleneceğini gösterir. Bu nedenle
eğer bundan sonraki yaşantımızın Ay ortamı gibi bir yerde
olduğunu düşünürsek, yani o ortamda on-yüz binlerce yıl...kalsa
idik, bundan sonraki (ya da hayat bu ortamlarda başlamış
olsaydı) evrimleşmemiz bizi ayaklarımızı o ortama adapte
etmek için cüssemizi büyütecek yönde olurken, yüksek çekim
ortamında bunun tam tersine, rahat hareket edebilmemiz için
evrimimiz, cüsse ve ağırlığımızı azaltacak yönde gerçekleşecekti.
Dolayısıyla, bugün NASA, maddesel olarak olası Dünya dışı
yaşam formlarının bulunması için yaptığı çalışmalarda,
mümkün olabilecek canlı türlerinin şekil ve yapılarını
ve de yaşam biçimlerinin nasıl olabileceğini düşünce
deneyleri ile araştırırken, bu noktalara dikkât etmektedir.
(Discovery Channal-Dünya Dışı Zeki Yaşamlar)
Dıştan
bakış açısına göre, bunlar bu şekilde gerçekleşecek
iken, içten dışa bakış açısına göre de, aslımızı
bilememe değil, hatırlayamamamızın sonucu olarak, uzayımızı
şeytanlardan koruyamamamızın neticesinde, şuursal, düşünsel
arınmalar da söz konusu olacaktır. Yani, maddesel dünyamızda
cennet, cehennem, kabir, berzah boyutu, cinler, melekler...vb
yani sistemin kabul ya da hakkıyla idrak edilememesi dolayısıyla,
gerçekte yine holografik olarak insanın kendi varlığındaki
sayısız özelliklerini inkar etmesi ya da yeterince tanıyamaması
neticesinde,bu boyutta yaptıklarının otomatik sonucunu bir
sonraki boyut ve boyutlarda
Dünya hayatında elde ettiği idrak ve enerjinin yansıması
olan algılayış ile o boyutlarda olaylarla karşılaşarak
kendindeki özellikleri ortaya koyamamak ,kullanamamak ya da
bunlara karşı alternatif üretim yapamamak yüzünden, bu
durum her ne kadar kendisindeki projektenin bir ürünü olsa
da, Azap ve Acının duyumsanmasına neden olacaktır.Tıpkı bu
dünyada yaşantısının, birimin projektenin
neden olduğu bir boyut olmasına karşın, istediğini
çeşitli olaylar karşısında ortaya koyamayıp şuursal ya da
fiziksel acıları duyması gibi. Bu nedenle de terkipselliğin
verdiği projekteden, evrensel mutlak anlamdaki projekteye ulaşmak
dolayısıyla Terkipselliğin neden olduğu projektenin Teklik
algısından, daha derin düzeyden projekteye dönüşmesi ile
mutlak evrensel bazda Tek’liğin algılanması gerekmektedir.
Bu
konu üzerinde durmamın nedeni, bundan önceki yazılarımızda
da olduğu gibi, bundan sonra göreceğimiz, karşımıza çıkacak
olan,birimlerin sahip olduğu Teklik
algılamalarının ve neden olduğu fenomenlerin her ne
kadar İslam mistik anlayışı ile tabanda ortak görüşlere
sahip olsa da, sistemin detayına ve derinliğine inildiğinde
Resul ve Nebilerin getirdiklerine
göre yüzeysel kalıp, bir sonraki boyutlarda karşılaşacağımız
sistemin acımasız çarklarına karşı korunma tedbirlerinin
olmaması, ikinci olarak da, Resul ve Nebilerin açıkladığı
sistemdeki kabir, berzah, cehennem...vb boyutlarının
holografik anlayışa ters düşmeyip yine bu açıdan açıklanabilmiş
olmasıdır. Şimdi bu konuyu biraz daha açarak, anlatılanları
görmeye çalışalım.
Ünlü
Fizikçi Sir James Jeans, “Enerjinin korunumu ilkesini anlatan
termodinamiğin birinci yasası, bize‘enerjinin yok
edilemez’ olduğunu; bir formdan başka bir forma dönüştüğünü
ama, Evrenin toplam enerjisinin her zaman aynı kaldığını öğretir.Evrendeki
bütün yaşamın kökeni olan enerji yok edilemez olduğundan,
bu yaşamın hiç eksilmeden sonsuza kadar süreceği düşünülebilir”
demektedir.
Günümüz
bilim adamlarının hemen hemen birçoğu (ki bunlar modern
bilimin kurucuları olan dev isimlerdir) bu görüşü
desteklemekte olup Evrenin aslında Canlı ve Şuurlu bir enerji
ve onu yöneten bir Bilinçten meydana gelmiş Tek bir yapı
olduğunu, dolayısıyla ölümün yani yok oluşun asla söz
konusu olamayacağını ve birimin maddesel dünyadan ayrıldıktan
sonra bu enerji boyutunda yaşamına bir şekilde devam edeceğini
en genel kapsamda (ki ayrıntılı bilgi söz konusu değildir)
artık kabul etmektedir. Bundan daha önce farklı metotlarla o
boyutları algılayan Budist, Hindu...vb felsefelerde de, her ne
kadar Tek’lik bilinci deneyimlenerek algılansa
da, Boyutsal Holografik yanılgının varlığı dolayısıyla
bu Tekillik algılaması, sistem içerisindeki detayı hem içsel
hem de dışsal olarak ayrıntıya ait frekansların algılanmasına
izin vermediğinden “Cehennem” (ve de bildiğimiz anlamda
Ahiret) kavramı bir üstte anlattığımız düşünce
sisteminde olduğu
gibi kabul edilememektedir.
Keza
zekâ yönleri güçlü olduğu için Aklın özelliği olan
derinlemesine bir algılamaya sahip olamayan Cinlerin de ölüm
ötesi gerçekleri kolaylıkla kavrayamamaları nedeniyle (ki Akıl
yönlü düşünen İnsanlardan aşağı seviyededirler)
Spirtualizm adı verilen düşünce sistemine sahip birimlere
verdikleri mesajlarda da yine Ahiret, Kabir, Cehennem...vb
boyutların varlığı ret edilmektedir. Bu nedenle mutlak
anlamdaki sistem tüm boyutlarıyla,
ancak Resul ve Nebilerin açıkladığı sistemin kabul
edilmeyle algılanır hale gelerek hissedilip yaşantıya dökülmesiyle
mümkündür ki, kendimizi hem şuursal hem de o boyutun gereği
olan maddesel azap olarak algılanan ortamlardan kurtarabilelim.
Bununla
birlikte bir başka yanılgı da, James Jeans, Einstein,
Hawking...vb gibi bilim ve düşünce adamlarının yaratıcı
kavramı hakkındaki söylemlerinde, bir tanrı kavramına asla
yer vermedikleri ve bunun da bizim ötelerde varsaydığımız
tanrı inancı ile bağdaşmadığı için onları ateist olarak
nitelendirmemiz ya
da onların “yaratıcı güç” dediği şeyin bizim
hayallerimizdeki tanrı ile aynı olduğunu düşünerek onları
bu açıdan değerlendirmemizdir. Bu insanların düşünceleri
iyice incelendiğinde her
ne kadar eksiklikler (özel anlamda aralarında farklılıklar)
olsa da, inandıkları gerçeğin tabanda Mistik düşünce ile
aynı olduğu görülecektir. Bu da onların sistemi algılamada
Tanrısal anlayışa sahip birimlerin önünde yer aldıklarını
bize gösterecektir. (Bkz. İnsan Ve Sırları I-II, Hz Muhammed
Neyi Okudu/ Ruh,İnsan,Cin; Ahmed Hulusi)
(Devam
edecek...)
İstanbul
- 04.12.2001
http://sufizmveinsan.com
*Ünlü
İslam Mistiği M. İ. Arabi, ünlü eseri Füsüsul Hikem’de
yukarıda belirttiğimiz ayet ve hadisin yanında, Azabın,
“Azb” kökünden geldiğini,
bunun da “tatlı” ve “şirin” anlamına geldiğini,
dolayısıyla onların cehennem ortamında kalmalarının cennet
nimetlerinden faydalanamamasından ileri geldiğini ve zamanla
(ki bu bize göre sonsuz bir zaman süresidir) o ortama adapte
olmalarıyla birlikte azabın ortadan kalkarak o boyutta alışkanlıklarından
ileri gelen bir zevk duyacaklarını belirtmektedir.Tıpkı gübre
böceğinin kendi hayat şartlarında mutlu yaşamasına karşın,
gül kokusundan rahatsız olmaları gibi. Boyutsal Göreceliğin
gereği de budur.
**Bu
belirttiğimiz Güneşin Radyasyonu, şu anda algılamakta olduğumuz
800 yüz bin km.’ ye kadar yükselen dev alev dilimlerini
meydana getirmektedir.Ve bazı dönemlerde de, termonükleer
reaksiyonlar sonucu oluşan radyasyon bir plazma ve dolayısıyla
manyetik bulutlar biçiminde dünyaya çarparak hem beyinsel hem
de maddesel olarak elektrikle çalışan tüm sistemleri
etkilemektedirler. (Bkz. Elektromanyetik Alanlar Ve biz/ Sufizm
ve İnsan/Fizik)
|