Eşzamanlılık
Carl Jung, zaman ve sebep-sonuç zincirine ait geleneksel
fikirlerin açıklayamadığı anlamlı rastlantıları tasvir etmek
için “eşzamanlılık” terimini ortaya koymuştur. Büyük Kuantum
fizikçisi Wolfrang Pauli ile çalışırken Jung bu rastlantıları
zihin ve maddeyi, bilim ve ruhu içine alan fenomenler olarak
açıklama yolunu aradı. Böylece telepati, öngörü ve sezgi gibi
parapsikolojik olaylar için mantıklı açıklamalar elde etmeye
çalıştı.
Eşzamanlılık fikrinin Jung’un aklına, 1920’lerde Albert
Einstein’la yaptığı bir akşam yemeği sırasında geldiği söylenir.
Böyle bir fikrin; Jung’un iç dünyada, Einstein’in dış dünyada,
kozmosta birlik arayışına büyük katkılarda bulunan bu iki adamın
aralarındaki benzer bir sohbetten çıkması uygun görünüyor.
Bununla beraber, nedensel olarak birbirleriyle ilişkisiz
olayların art arda gelişinin anlamı düşüncesi daha da gerilere
gider. Jung’un kendisi Schopenhauer’den fikirlerinin “vaftiz
babası” olarak söz ediyor.
Zaman ve
Eşzamanlılık
Jung, fiziksel
olayların açıklanmasında bilimsel düşüncenin sebepsiz bir
şekilde nedensellik kavramının baskısı altında olduğu
görüşündeydi. Dolayısıyla, kuantum mekaniğindeki olasılık
faktörü onu etkilemiştir; bunun nedeni katı nedenselliği ortadan
kaldırma eğilimidir ve Jung, bundan şu fikri çıkarmıştır:
Nedenselliğin yanı sıra, normalde bağımsız biçimde fonksiyon
gördüğü gözlenen olayları bağlayan başka fiziksel prensip var
olabilir. “ Olaylar, genelde bir yanda nedensellik zinciriyle ve
öte yanda, bir tür anlamlı çapraz bağlantı yoluyla birbirlerine
bağlıdır.” İşte bu fiziksel prensibe Jung, “eşzamanlılık“ adını
verdi. Bu eşzamanlılık prensibi için çok sayıda anlatı biçimi ve
bir çoğumuzun kolaylıkla bağlantı kurabileceği kanıt topladı;
örneğin, bir kişinin uzun yıllar görüşmediği eski bir arkadaşı
hakkında konuşmasından hemen sonra onunla karşılaşması veya
yanlış telefon numarası çevirmemiz sonucu telefonu açan kişinin,
yıllardan beri aradığınız kişi olması gibi. Murry Hope (bkz.
kaynak 2 ) kendi deneyimini şöyle anlatıyor: “ikinci tesadüf
araştırma amacıyla belirli bir kitaba ihtiyacım olduğunda ortaya
çıktı. Londra metrosunda yolculuk ederken, gürültülü bir öğrenci
grubu trene bindi; gürültü yapmalarının sebebi tıp fakültesinden
diplomalarını almış olmalarıydı. Bir kız öğrendi, içinde bir
sürü kitap olan bir çanta taşıyordu ve erkek arkadaşı ona şöyle
hitap etti; “hayatım, artık bunlara ihtiyacın yok, hemen dışarı
fırlat!” Bunun üzerine kız, üç ciltlik kalın kitabı “İyi
günler!” diyerek kucağıma bıraktı. İşte o anda istasyona geldik,
kapılar açıldı ve öğrenciler, şarkı söyleyerek ve çılgınca
bağrışarak treni terk ettiler. Söylememe gerek yok, bana verilen
hediyeler, tam o sırada aradığım kitapları ta kendileriydi.”
Paul Davies ise, kuantum mekaniğinin, uzayda birbirinden
ayrılmış olan eşzamanlı olaylar arasında bağlantıların
varoluşuna izin verdiğini kabul eder. Bu bilindiği üzere,
herhangi bir geleneksel bilimsel realite kavramında imkansızdır.
Paul Davies, eşzamanlılık prensibinin, bilimsel-metafiziksel
geçilmezlik sınırını geçmeksizin parçacık fiziği tarafından
içine alınabileceği yolu kavramlaştırmıştır.
1- Bildiğimiz zaman, bir sürü “bantlardan“ yalnızca biridir.
Arada bir bunlar geçici olarak birbirlerine dokunurlar veya
sadece mikro saniye süresince birbirlerine yaklaşırlar fakat bu,
aşırı derecede hassas olan beynin sinir hücrelerinin yakalaması
ve yorumda bulunması için yeterlidir. Her biri özel bir program
taşıyan iki zaman bölgesinin belirli bir noktada yakınlaştığını
farz edelim. Bir kişi, bir programla meşguldür, diğeri ise,
ikincisi ile uğraşmaktadır. Dolayısı ile her ikisinin yolları
birleşme noktasında birleşir. Öyle ki, belirli programlar
arasında paylaşılan herhangi bir nitelik benim “kitap” anekdotu
örneğindeki gibi, her ne kadar şuur altında da olsa, söz konusu
kişiler tarafından otomatik olarak kaydedilecektir. Eminim ki bu
kavram kuantum terimleriyle kolay bir şekilde açıklanabilir.
2- Evren içinde belirli bir frekansta tüm zaman bir oluğundan ve
bütün sezgi sahibi varlıklar pekala, hem İç hem de Dış Zamanı (bkz.
Ekte Terminolojik terimler), şuurlu olmasa da şuur dışı bir
biçimde, aynı anda yaşama yeteneği ile donatılmış
olabileceklerinden, o zaman hem birey, hem de daha geniş
kapsamda dünya içinde evrimsel süreçleri gerçekleştiren kozmik
kanunlar işin içine karışacaktır. Başka bir deyişle, zaman doğru
olduğunda gelişmemiz için önemli farz edilen olaylar, olayların
doğal akışı içinde oluşacaktır. Şunu göz önünde bulundurunuz;
yakından bakıldığında kaotik biçimde görünen küçük parçacık
hareketleri, uzaktan bakıldığında, büyük güzellik simetrilerine
ve tek amaca sebebiyet verebilirler; tıpkı “fraktal” lerin
incelenmesindeki gibi. (ekte terminolojiye bakınız) Bilgisayar
Bilimi ile Kaos Biliminin birleşimi son zamanlarda, bilhassa
“fraktal” ler konusunda, soyuta biçim vermemize yardımcı olarak,
değişik frekanslarda işleyen kozmik ilkeler bilgimize cömertçe
katkıda bulunmuştur.
Murry Hope, Telepati konusunda şöyle diyor;
Bizim zamanı incelememiz ile tamamen ilgili olan bir şey de
telepati gücüdür. Çünkü; hem zamanı, hem de uzayı (mekan)
dışarıda bırakmaktadır ve mesajları, ışık hızının önünden
gitmektedir. Hope, düşüncelerin “şeyler” olduğu kanısında.
Anlamı da, her düşüncenin bir enerji parçası taşıması ve bunun
sonucunda bir zaman bölgesinden diğerine transfer
edilebilmeleridir. Düşünceler, büyük ölçüde soyut ve yönsüz
olduklarından, bana öyle görünüyor ki kuantum dünyalarında yer
alabilirler. Başka bir deyimle, belirli tür parçacıklar
olduklarını varsayarak, bazılarının “bulanık” (belirsiz veya
düzensiz), bazılarının ise “göze çarpan” veya “belirgin”
oldukları zamanlar vardır.; bu ikinci özellikte olanlar ayrıca
belirli bir yönü ima ederler. Dolayısı ile eğitimli zihin, göze
çarpan parçacıklar üretmeye disiplin altında olmayan zihinden
daha çok eğilimli olacaktır. Bu da şu olguyu açıklar: Bazı
kişiler, kendi sağlıkları ve fiziksel bünyeleri (veya genel
olarak fiziksel fenomenler) üzerine zihinsel bir kontrol
gerçekleştirebilirler; halbuki, kendi kendine şifa veya zihinde
canlandırma gibi popüler pratiklere başvuranlar ise çok küçük
bir başarıyla karşılaşabilirler.
Bir çok kişi, düşüncelerinin kontrolsüz bir şekilde zaman ve
uzay içinde dolaşmalarına izin verirler ve böylelikle,
telepatlar için kolay hedef olurlar. (bunlara psişikler adı
verirler). Benim inancıma göre psişizm diye geçen şeyin çoğu,
yalnızca telepatidir. (“Psi" için bkz. Terminoloji)
Morfik Alanlar (Morphic Fields)
Bu konudaki en bilinen örnekler, kedi ve köpeklerle sahipleri
ile aralarında olan bir tür telepatik ilişki. Prof. Rupert
Sheldrake' ye göre ise bu bağ, iki canlı arasındaki son derece
gizemli bir ilişkiden kaynaklanıyor. Kaynak e-kolay:
Rupert Sheldrake, farklı organizma türlerinin her birinin kendi
eşsiz, karakteristik biçimine nasıl geliştiği konusuna özel
ilgisi olan bir biyokimyacıdır. Bu “morfogenetik” in ya da
organizmalarda karakteristik, belirgin biçimlerin meydana
gelişinin araştırılmasıdır.
Sheldrake’in ana düşüncesi, canlı bir organizmanın gelişmesinin,
bir tür holistik alan ya da güç (enerji) tarafından kontrol
edildiğidir. Böyle bir düşünce yeni değildir. Oluşum ilkesi
fikri, bu dünyanın “daha az yetkin formlarına modellik hizmeti
gören, kendi yüksek realitelerinde var olan, Platon’un “ideal
biçimlerine” dek izlenebilir.
Sheldrake’nin biçimlendirici alan önerisi, “morfik alan” aynı
zamanda değişime açık bir modele göre form oluşumu sağlıyor.
Morfik alan doğanın bir tür alışkanlığıdır. Atom, molekül ya da
kar tanesi gibi organik olmayan olsun veya çiçek, kuş, insan
gibi canlılar olsun belirli bir form meydana geldiğinde, bunun
tekrar oluşması olasıdır. Sheldrake, morfik alanların düşünce
veya davranışla ilişkili beyin faaliyeti modellerini de
etkilediğine inanıyor.
Aksamını değiştirmeden, radyo üzerinde etkide bulunarak, yayına
belirgin biçimini veren ses dalgası gibi, morfik alan da
embriyolojik gelişmede DNA molekülü üzerinde etkide bulunur.
Radyo dalgasının önemli bir yönü, radyodan sesi oluşturmak
gerekli enerji çok azını sağlamasıdır. Daha doğrusu, radyo
dalgaları sonunda radyodan çıkan, kendisi için çok fazla
miktarda enerji içerebilen, yayını yönlendiren ve düzenleyen çok
az bir enerji sağlar. Benzer bir biçimde Morfik alanlar da, doğa
üzerinde canlı etkiler meydana getirmek için az bir enerji
gerektirirler. Bu önce tuhaf bir fikir görünebilir, fakat doğada
birçok süreç en küçük enerji miktarından kolayca etkilenen mikro
düzeylerde başlar. Büyüyen güller ve zambaklar arasındaki farkı
düşünün. Baştaki embriyonik moleküler olaylar esnasında mümkün
olan en küçük güçler, daha sonraki gelişmelerde birbirlerini
çekebilirler. Bu aşamada konu enerji sorunu değil, bilgi
sorunudur. Gülün genetik kodu, zambağınkinden daha farklı bilgi
içerir ve Sheldrake’in dediği gibi farklı bir morfik alanı
temsil eder. Benzer bir örneği, çok küçük enerji düzeylerinde
başlayan ve sinir sisteminin geniş alanlarını içeren beyindeki
elektrik faaliyeti için de verebiliriz. Gerçekten, sinir sistemi
morfik alanların çok ince tesirlerini aramak için doğal yerdir.
Sinir sistemi üzerinde etkisini ortaya koyan morfik alana “motor
alan” denir. Motor alan, bir şahinin gölgesini gördüğünde,
saklanmak için koşan küçük hayvanların eğilimleri gibi, genetik
olarak programlanmış davranışları meydana getirmede önemli
olabilir. Motor Alanlar, öğrenmeyi ve hafızayı açıklama için de
yeni bir model sağlayabilirler; yani hatıralar, geçmiş
tecrübelerle kurulan motor alanlara eşittir. Bir kişinin
bireysel hatıralarının onun eşsiz sinir sistemi ile uyumlu
olması gerekmesine rağmen, bu bir kişinin deneyiminin
diğerlerini etkileyebileceği anlamına gelir. Gerçekten de bir
şey bir kere öğrenildiğinde, daha sonra bir başka kişi
tarafından daha kolay öğreniliyor. Bir düşünce veya davranış
modeli, daha önceden meydana getirilmişse, daha kolay ortaya
konuluyor. İlginçtir, bu teori bütün insanlığın paylaştığı,
evrensel imajlar ya da temalar olan, Jung’un psikolojik arşetip
kavramının ilk bilimsel, makul açıklamasını veriyor. Jung
arşetiplerin, tarihsel zamanının çok uzun dönemleri boyunca inşa
edildiğine inanıyordu, bu morfik alanların oluştuğu söylenilen
süreçle çok uyuşmaktadır. Sheldrake, geçenlerde, “morfik
titreşim teorisinin”, Jung’un kolektif şuur dışı kavramının,
yani arşetiplerin kökten doğrulanmasına yol açacağını söyledi. (
Kaynak1)
Morfik alanlarla eşzamanlılık arasında olan bağlantıyı, iki veya
daha fazla bilim adamlarının ya da matematikçinin, birbirinden
bağımsız, neredeyse aynı zamanda çok benzer keşiflerde bulunması
olayında görebiliriz. Bunun en mükemmel örneği, İngiltere’de
Isaac Newton ve Almanya’da filozof bilim adamı ve matematikçi
C.W. Leibnitz tarafından aynı zamanda geliştirilen hesaplama
metodudur. Newton, Leibnitz' in çalışması hakkında hiç bir şey
bir şey bilmiyordu ve gerçekte daha kullanışsız matematik bir
yöntemle yetinmişti. ( Bu gün kullanılan Leibnitz’in yöntemidir,
fakat yöntem için Newton’a güvenilir. )
Morfik alanların varlığıyla açıklayabileceğimiz anlamlı
rastlantıların diğer örnekleri, daha çok yaygın fakat daha az
etkileyicidir. İki veya daha çok kişinin, birbirlerinin farkında
olmadan, aynı zamanda benzer şeyleri düşündükleri ya da
yaptıkları daha sık görülen durumları içerirler. Örneğin, tam
siz onu aramayı düşündüğünüzde, bir arkadaşınız sizi arar.
Aramadan önce her ikiniz de bu görüşmeyi tasarlıyordunuz ya da
tam bir şeyi düşünmeye başlarsınız, yakınınızdaki bir kişi sizi
bu dertten kurtaracakmış gibi, aynı konu hakkında konuşmaya
başlar.
Sheldrake’in The Presence of the Past (Geçmişin Varlığı)
kitabında küçük bir İngiliz kuşu olan Baştankara’nın öğrendiği
bazı basit davranışların yayılması anlatılır.
Bu kuşların bir kaçı, insanların evlerine teslim edilen süt
şişelerini gagaları ile delerek açıyor ve kapaklarını geriye
doğru çekerek sütü içiyordu. Beş santimetre kadar sütü
içebiliyor ve bazen de sütte boğulmuş olarak bulunuyorlardı.
Dağıtım kamyonlarını izleyen ve şoför sütleri teslim ederken
şişelere kırarak giren baştankara kuşlarının raporları da
olmuştu. Bu olay ilk 1921’de, İngiltere’de Southhamton’da rapor
edildi ve yayılması, düzenli aralıklarla 1947 yılı boyunca,
Hollanda, Danimarka, ve İsveç’te olduğu kadar İngiltere, İskoç
ve İrlanda’nın bir çok yerinde kayıt edildi. Olayın, sadece
taklit etmeyle olduğu biçiminde geleneksel bir açıklaması mümkün
olmakla beraber, bazı gerçekler, bu davranışın yayılmasında
morfik alanların aktif rolünün lehine kanıtlar sunuyor.
Birincisi, baştankaralar beslenme yerlerinden fazla uzaklaşmayan
kuşlardır, oysa süt şişelerini açma alışkanlığı, Avrupa’ya
yayılması dahil, daha önce söylenen yerlerden millerce uzak
birkaç yerde birden ortaya çıktı. Sheldrake, alışkanlığın
birbirinden bağımsız yalnız İngiliz adalarında seksen dokuz kere
yeniden keşfedildiğini tahmin ediyor. Dahası artan sayıda kuşlar
bu alışkanlığı edinince, artan hızla yayıldı. Bu,
davranışlarında güçlü motor alanın oluştuğunu akla getiriyor.
Yayılmanın öğretici bir örneği süt şişelerinin İkinci Dünya
Savaşı sırasında hemen hemen kaybolduğu, fakat 1947 ve 1942’de
yeniden ortaya çıktığı Danimarka’da görüldü. Baştankara
kuşlarının çok azı, alışkanlığı savaş öncesi yıllardan ileriye
taşıyacak kadar uzun yaşayabildi, buna rağmen, süt şişeleri
yeniden mevcut olunca, alışkanlık hızla yeniden ortaya çıktı.
(kaynak1)
Yine bununla ilgili bir çalışmada, Yale Üniversitesi psikologu
Gary Schwartz öğrencilere Eski Ahitten alınmış çok sayıda
İbrani’ce sözcükler verdi. Sözcüklerin bazılarını normalde
basıldığı gibi verdi, değerlerinin bazı harflerini rasgele
karıştırdı. İbrani’ce bilmeyen öğrenciler, her biri tahmine olan
güvenlerini belirterek sözcüklerin anlamını tahmin ettiler.
Sheldrake’ in teorisinin tahmin edeceği gibi Schwartz,
öğrencilerin, karıştırılmış olan sözcüklerin daha fazla güvenle
asıl sözcükleri değerlendirdiklerini buldu. (Anlamlarını doğru
tahmin etmemelerine rağmen.) Dahası, Eski Ahitte nadiren
rastlanan sözcüklerle kıyaslandığında sık sık rastlanan
sözcüklere duyulan güven oranlarının yaklaşık iki kez yüksek
olduğunu keşfetti. Buradaki fikir, tarih boyunca, güçlü morfik
alanlar oluşturan sayısız insanın gerçek sözcükleri öğrenmiş
olmasıdır; elbette en sık rastlanan sözcükler en fazla görülmüş
ve okunmuşlardır. Gerçek sözcüklerin daha kolay kavranıldığı
ihtimali, karışık sözcüklerin, gerçek sözcükler kadar yapısal
olarak sağlam olduğunu bulan dil bilimci psikologların
değerlendirmeleriyle ortadan kalktı. Farsça sözcükler, hatta
Mors alfabesi kullanılarak benzer deneyler yapılmıştır.
(kaynak1)
Sheldrake’in teorisini Bohm’un örtülü düzen düşüncesi ile uyumlu
kılan çok şey var. Hem Bohm hem de Sheldrake yaklaşımlarında
holistik ve her iki teoride “yersizliği” (nonlocality)
varsayıyor. Sheldrake’in morfik alanlarını, Bohm’un örtülü
düzeninin bir özelliği olarak görmek mümkün müdür?
Sheldrake ile konuşan Bohm, morfik alanlar düşüncesinin kuantum
potansiyeli kavramında öne sürdüğü özelliklerin birçoğuna sahip
olduğunu fark etti. Bu fikrin kökleri, 1927’de, elektron gibi
tek partiküllerin, “kılavuz dalgalar” tarafından
yönlendirildiğini öne süren, kuantum fiziğinin Fransız öncüsü De
Broglie’nin ortaya attığı daha eski bir düşüncede yatıyor. Öneri
o zamanlar iyi bir kabul görmedi. Bununla beraber, 1950’lerde
Bohm, kuantum potansiyeli biçiminde benzer bir fikir tasarladı
ve geliştirmek için De Broglie ‘yle birlikte çalıştı. Daha
yenilerde, Bohm yine bu kavramla ilgilenmeye başladı. Kuantum
potansiyelinin morfik alanların özelliklerinin bir çoğuna sahip
olduğunu belirtiyor. Etkisi yerel değil, bir radyo sinyalinin
enerjiden çok, bilgi sağlayarak bir uçağı ya da gemiyi
“yönlendirmesi” ne benzer bir şekilde partiküle yol gösterir.
Dahası içinde oluşturduğu bütünsel durumun bir ürünü olması
anlamında holistiktir. Elbette, morfik alan tek partikülün
hareketinden daha fazla yönlendirici olmak zorundadır. Bir
organik yapının tüm karmaşık gelişimini, davranış modelini ya da
hafıza yönlendirmek zorundadır. Fakat fikir aynıdır.
Kuantum dünyasının mikro yapısıyla, morfik alanların ve
eşzamanlılığın makro dünyası arasındaki büyük boşluğu kapama
sorunu, sistemler teorisyeni Ervin Laszlo’nun parlak teorik
çalışmaları ile çözümlenebilir. O’nun psi alanı hipotezi,
Bohm’un kuantum potansiyeline eşit, matematiksel dalga
işlevinin, gittikçe artan bir şekilde, gerçek dünyanın karmaşık
olayları üzerine direkt etkisi olan yüksek düzenli “yerleşik”
yapıları oluşturduğu varsayılıyor.Bu yapılar ya da modeller,
Sheldrake’in morfik alanlarına benzeyen yerel olmayan psi
alanlarında muhafaza ediliyor. Bu iki teori aynı değil, çünkü
psi alanı hipotezi açıkça, kuantum düzeyindeki gerçekliğe
değiniyor. Dahası, bunun ana amacı, geniş kapsamlı olguları,
özellikle de bizi burada ilgilendirmeyen organik evrimin bazı
yönlerini de açıklamaktır. Bununla beraber Laszlo, mikro dünya
olaylarını, gündelik hayatın makro olaylarına dönüştürme
sorununda, derin ilerlemeler kaydetmiş görünüyor. Fikirleri,
eşzamanlılığın gözlemlenen olaylarıyla uyumlu, bir fiziksel
dünya perspektifi için tam gerekli olan fikirlerdir. ( Kaynak 2)
Rupert Sheldrake gelişim biyolojisinin morfogenetik alan
kavramını ciddi bir şekilde ele alıp, bu fenomenleri tamamen
yeni bir türden fiziksel etkiler şeklinde yorumlamıştır.
Önerdiğine göre, alan, embriyonun son şekli konusundaki bilgiyi
belirli bir şekilde depolar ve büyüdükçe, gelişmesine yol
göstermeye devam eder. Sheldrake, “morfik rezonans” şeklinde
yeni bir unsur ortaya atmaktadır. Buna göre, yeni bir form türü
ortaya çıktığında, bu tür kendi morfogenetik alanını
kurmaktadır. Daha sonra bu teknolojik bilgi yayılır ve doğa, adı
geçen organizmaların gelişmesine kılavuzluk edebilir. (kaynak2)
Bu morfogenetik alanlar, yalnızca yaşayan organizmalara özgü
değillerdir. Sheldrake’in dediğine göre, kristaller de bu
alanlara da sahiptirler ve bu alanlar ayrıca hatırlama yeteneği
ile yakından ilişkilidirler. Örneğin, bir hayvan yeni bir şey
öğrendiğinde, aynı türün diğer hayvanları onu taklit ederler.
Sheldrake’in alanları, uzay ve zaman içinde normal sebep-sonuç
bağı içinde hareket etmezler. Gelecekte ise onların doğası,
genelde fizikçiler için aforoz edilecek bir şeydir ve dolayısı
ile Sheldrake’in çalışması, ana bilim buluşlarının bir parçası
olarak kabul edilmez. ( Kaynak2)
Peki bunları okuduktan sonra biraz da benim örneklerime bakalım;
Bazen düşünürüm gören gerçekten gözlerim mi, duyan kulaklar mı
diye. Rüyalarında gördüğü bazı yerlerin gerçekte de var olduğunu
öğrenen insanları duymuşsunuzdur. Gözler görmemizi sağlıyor ise,
uykudayken bir yeri görmek nasıl mümkün ve orası hiç
gitmediğiniz bir yer ise..?
Bir defasında rüyamda, o gün yaptığım bir hesabı tekrar
yapmıştım. Ezberimde olmayan farklı çarpanlarla, matris
oluşturan bir hesaplama idi. Gündüz yaptığım hesabı, rüyamda
tekrar hesapladığımda başka bir sonuç bulmuştum. Uyanıp, bir
hesap makinesi ve hesaplamada kullanmam gereken birim fiyatların
olduğu tabloyu bulup, kontrol ettiğimde rüyamdaki sonucun doğru
olduğunu görmüş ve ertesi gün ilk iş yanlış hesaplamayı
düzeltmiştim. Tabi ki çok şaşırmıştım. Hesap makinesi olmadan
yapamayacağım, en az 30 farklı çarpan (sadece gündüz ilk kez
baktığım ve gördüğüm 4-6 basamaklı rakamlar) içeren bu rakamlar
uyanıkken aklımda değilken, nasıl olmuştu da hiç bir çaba
göstermeden rüyamda doğru olarak gelmişti. Uyanık olmayan
bilinç, gerektiğinde harika bir hesap makinesi olabiliyor mu ya
da foto grafik hafıza gibi kayıt mı ediyor?
Lisedeyken sabah 6.30’da uyanırdım. Bir gün çalar saat çalmadan
6.00’da gördüğüm rüya ile birlikte uyandım. Rüyamda bizim
apartmanda oturan Osman Amca ölmüştü, uyanınca “oh neyse
rüyaymış “ dedim ve daha yarım saat daha olduğunu görüp biraz
daha uyumak üzere geri yattım ve uyudum. 15 dakika sonra bu
sefer kapı zilinin sesine uyandım. Osman Amca’ nın yakınları
Osman Amca’ nın az önce öldüğünü kapıyı açan babama
söylüyorlardı. Uykuda iken bildiğimi, uyanık bilincim rüya
olduğu için ret etmişti ama bilinç biliyordu…
Bedenimizin/bilicimizin bir radyo alıcısı gibi duyu organlarının
haricindeki alanları ve frekansları algılayabildiğini
düşünüyorum. Bu alınan semboller bazen, anlaşılıp,
çözülebiliyor.
“Tinker Vadisindeki Yolcu” adlı kitabında Annie Dillard’ın
anlattığı bir örnekle bu konuya devam edelim. “ Bir kaç on yıl
önce, göz operatörleri kataraktları ilk kez güvenli şekilde
almaya başladıklarında, doğuştan kör insanlara bir gecede görme
duygularını geri verdiler. Birden ışığa kavuşan insanlar
kendilerini özgür hissetmediler. Dillard , “Her iki cinsiyetten
ve her yaştan hastaların büyük çoğunluğunun uzay hakkında hiçbir
fikri yoktu, “ diye yazıyor. “Şekil, mesafe ve boyut sadece
anlamsız hecelerden ibaretti. Bir hastada hiç derinlik duygusu
yoktu, onu yuvarlaklarla karıştırıyordu.”
Doktor başka bir hastadan bahsederken “Onda hiç boyut hissi
yoktu, hatta dokunuş yardımı ile hissedebileceği dar sınırlar
bile” diye yazıyor. Bu yüzden annesinin ne kadar büyük olduğunu
sorduğumda, ellerini açmak yerine işaret parmaklarını bir kaç
inç birbirinden ayırdı.
Görme duyusunu yeni kazanmış biri karmaşık bir dünyayla karşı
karşıya gelir; çünkü hepimizin garanti kabul ettiğimiz görsel
yaratıcılıktan yoksundur. Görüş şekillendirilmemiş bir vaziyette
kucaklarına bırakıldı; bu onun, zihnin onu şekillendirmeden
önceki halidir. Bazı hastalar bir evin onun içindeki odalardan
birinden daha büyük olduğunu fark edemediler. Bir mil uzaktaki
bir bina onlara yandaki kadar yakın göründü. Şekiller renkli,
düz yamalar gibiydi ve bazı hastalar bir ağacı geçip, arkalarına
döndüklerinde, ağacın şimdi arkalarında kalmış olduğunu görünce
çok şaşırdılar. Lillard “Görmenin yeni görmeye başlayan biri
için anlamı olmayan bir saf bir duygu” olduğunu söyler.
Yalnızken gözlerini kapattılar; nesneleri elleri ve dilleriyle
hissettiler, başlarının dönmesini önlemek için merdivenleri
gözleri kapalı çıktılar.
Bir kıza bazı resimler ve fotoğraflar gösterildi. “Niye
üstlerine bu karanlık işaretleri koyuyorlar?” diye sordu. Annesi
“Onlar karanlık işaretler değil,“ diye açıkladı, “onlar
gölgeler” Bu, gözün nesnelerin bir şekle sahip olduklarını
bilmesinin bir yolu. Eğer gölgeler olmasaydı, pek çok şey düz
görünürdü. Kız cevap verdi, “Her şey bu karanlık yamalarla düz
görünüyor”
Ben Deepak Chopra’nın kitabında tam bu bölümü okurken, TV’de de
ilginçtir (Belki de başka bir eşzamanlılık örneği..) bu konuda
bir film vardı. Filmin kahramanı ameliyatla görmeye başladıktan
sonra, benzer sıkıntıları yaşıyordu ve terapisti ona gerçek elma
ile elma fotoğrafını bakarak ayırt etmeyi öğretiyordu. Dünyanın
o her zamanki haline çok alıştık diye bu onun halen var olduğu
anlamına gelmiyor. Diğer insanlar eğer bizim görüş kodumuzu
kabul etmiyorsa, bizim gerçeklik kodumuzu kabul etmeyebilirler.
Göz, zihnin bilmediği bir şeyi görmeyi reddeder. İlk kez sinema
filmi izlediklerinde lokomotif görüntüsünün duvardan çıkacağını
sanarak panik içinde sinemadan dışarı fırlayan insanların
hikayeleri; Afrika’daki Pigmelerin ilk kez sahraya çıktıklarında
uzaktaki su bufalolarının iki inç boyda olduklarını sanmalarına
dair ve kendi resimlerine bakan Eskimoların yüzlerini
görmediklerine, sadece gri ve siyah lekeler gördüklerine dair
hikayeleri hatırlıyorum. Bunlar “ilkel” tepkiler değil; fakat
başka bir koddan gelen, başka bir dünyadan gelen tepkiler. Her
insanın kabul ettiği bir kod vardır. (kaynak 3)
Doç. Dr. Nusret KAYA, alt beyinin RNA denilen bir molekül
yardımı ile bilgi şifrelerini taşıdığını ve depoladığını yazmış.
Şöyle de devam etmiş: “Üst beyinde hiçliği bulun, alt beyinde
mikro kozmosla tanışın. Zerdüşt öğretilerinin beyaz enerjisiyle
I. Ching felsefesinin aydınlığı ile, hatta Isis-Osiris
öğretilerinin hiyeroglif gözüyle, yaratıcılıkla, Rahim-Rahman,
anima-animus, Yin-Yang güçleriyle tanışın, arkatiplerle,
sembollerle, gizemle tanışın. Şeklin ötesine geçin, psiko-estetik
felsefesiyle tanışın. Sıfır' ı bulun. Gönül gözünüz açılsın.”
Kaynak: www.psikoestetik.com
Sn. Nusret KAYA’ya katılmakla birlikte, adının Morfik alan
olabileceğini bilmeden RNA’larla taşınmayan ama bir yerde var
olan ve bazen kullanabildiğimiz sanal bilgi depolarının olduğunu
tahmin ediyordum. Bu pc, “network” ve ağ gibi. Şöyle
örneklendirirsek; şu an okumakta olduğunuz yazım, web siteme
“upload” edene kadar sadece benim pc’de idi. Internet bağlantım
ve kullandığım programlarla web alanımın olduğu “server” a bu
yazıyı gönderdim. Kullandığımız pc’ler aynı “network” u
kullanmıyor (yani RNA yok) ama benim sitemin olduğu “server” a,
İnternet bağlantınız var ve bir şekilde “url” adresini
öğrendiyseniz bu yazıyı okuyor olacaksınız. Burada önemli olan
ilginizi çekiyor mu ve “upload” etmeden önce sadece benim pc’de
olan bu yazıya İnternet bağlantınız sizi getirecek mi? Tabi bir
de burada yazdığım dili anlayabilecek misiniz, sembolleri
anlamak ya da anlamamak gibi…Belki de Ağ’ a hep bağlıyız,
anlamadığımız ise, semboller…
Morfik Alanlar konusunda epey yabancı “web” sitesi gezdiğim
halde bu örneği görmedim ama ben böyle bir düşünce enerjisi ile
çalışan, fakat aralarda kablo bağlantısına ihtiyaç olamayan bir
sistem olduğunu düşünüyorum. Ve RNA’lar pc’ deki donanım gibi
fonksiyona sahip olmalı.
Reenkarnasyon iddiasında olanların çoğunun doğru söylediğine
inanıyorum ama bence onların deneyimi başka bir şey. Bir önceki
hayatlarında ben şu kişiydim diyen bu kişiler belkide Morfik
alan/örtülü düzen/ psi alan ‘lar dan biri kanalı ile kolektif
“memory” den aldıkları bilgiyi, kendi deneyimleri sanıyor
olabilir mi…?
Aslında bu yazıda Kozmik Şakacı Hermes’ ten de bahsetmek
istiyordum ama şimdilik Benim yazdıklarım üzerine, sizlerin ise
okuduklarınız üzerinde düşünmesi daha iyi olacak. Zaten çok uzun
bir yazı oldu. Ekteki Terminolojik Terimler ve Kaynaklar
bölümleri de çok faydalı olabilir. Yine de şimdilik olumlu
(pozitif) düşünmenin, olumlu olayları tetikleyeceğini ve olumsuz
(negatif) düşünmenin ise, olumsuz olayları tetikleyeceğini
bilin…
Hülya Xxanadu
http://www.xxanadu.org
04.12.2003
http://gulizk.com
Terminolojik Terimler
Dış Zaman :
(Metafizik)
Bizim küçük evrenimizi aşan bölümde bulunan, lineer olmayan
zamandır. Ayrıca zamansızlığı da kapsar. Zamansızlığın gizli
boyutlarda bulunduğuna inanılır ve ruh, fiziksel dünya veya
dünyaların İç Zaman devrinden serbest kaldığında, zamansızlığı
tecrübe eder.
Eşzamanlılık :
Olayların
gerçekten aynı zamanda oluşmuş olması için aynı zamanda oluşması
yeterli değildir, aynı yerde de oluşması gerekir. Örneğin
Jüpiter üzerindeki bir olay, Dünya üzerindeki bir olay ile aynı
anda oluşmuş olabilir.Her iki olay da değişik referans boyutu
içinde meydana geldiğinden ve bilgi, bir referans boyutundan
diğerine ışık hızından daha süratle yolculuk edemeyeceğinden,
iki olay aynı anda oluşmuş sayılmaz.
“Fraktal” ler
: Bilgisayar Bilimindeki sivri uçlu, karmakarışık, bükülmüş,
kıymıklanmış ve kırılmış şekiller ailesi ve düzensiz modeller.
Bunların doğadaki organize edilen prensibi temsil ettiğine
inanılır ve buna ayrıca “doğa geometrisi” denir. “Fraktal” ler,
kendi kendine benzerlik temel özelliğini ortaya koyarlar bütün
uzunluk boyutlarında tekrarlanan ve motifler içinde motifler
oluşturan sonsuz bir seridir.
Bu tanım ise, daha anlaşılabilir. Sn. Sinan CANAN'ın sitesinden
aldım.
“Fraktal” ler kısaca, matematiksel denklemlerin sonucunda
bilgisayar tarafından çizilen muhteşem görüntülerdir.
Matematiksel tekrarlar (iterasyonlar) sayesinde, oldukça zengin
grafik görüntüler elde edilebilmekte. Bu şekiller ayrıca,
doğadaki bir çok oluşumun izlediği kuralları da izlediğinden
(örneğin kabuklu deniz canlılarının karmaşık biçimleri,
ağaçların dallanmaları, yeryüzü şekilleri vb.) oldukça garip ve
doğal bir güzellikleri var. Ayrıca, “fraktal” boyutlar dediğimiz
buçuklu veya kesirli boyutlara sahip olmaları açısından da
alışılmadık özelliklere sahipler. Ayrıca, bir “fraktal” in kenar
uzunluğunu da hesaplayamıyorsunuz, çünkü sonsuz! Bu şekillerin
en önemli özelliği, ne kadar büyütürseniz büyütün, görüntünün
her küçük ayrıntısının, bütünün aynısı olması (tabii ürettiğiniz
program içindeyken bunlar geçerli; yoksa “jpg” uzantılı resimler
için değil). İlginç değil mi...
İç Zaman :
Lineer
zamandır. Bu zamanı, saatlerimizde görürüz ve bu zaman,
gezegenimizin güneşe bağlı olarak hareketlerine göre belirlenir.
Kuantum Teorisi :
Bu teoriyi
ortaya atan, Berlin Üniversitesinde prof. Ike (1889-1947) Alman
fizikçi, Max (Karl Earnst Ludwig) Planck (1858-1947) olmuştur.
Planck’ın Kuantum Teorisi, ona 1918’de Nobel ödülünü
kazandırmıştır. Bu teori, Einstein, Bohr ve diğerleri tarafından
20. Yüzyıl fiziğini değişikliğe uğratarak uygulanmıştır. Bu
teori klasik Newton’cu mekanikten uzaklaşmayı içermektedir.
Psi :
Parapiskolojide kullanılan bir deyim. Bu deyim, telepati,
altıncı duyu, gözle görünmeyen şeyleri görme, prekognisyon,
psikokinezi ve buna bağlı fenomen alanları kapsar.
KAYNAKLAR
Eşzamanlılık, Bilim, Mit ve Kozmik Şakacı. Allan Combs&Mark
Holland. Ruh ve Madde Yayınları.
Dinlerde, Bilimde ve Metafizikte Zaman Enerjisi. Murry Hope. Ruh
ve Madde yayınları.
Koşulsuz Yaşam. Deepak Chopra. İnkılap Kitapevi.
http://www.sheldrake.org/
özellikle interviews bölümünü okumanızı tavsiye ederim.
http://search.about.com/fullsearch.htm?terms=%22Morphic+Fields%22&PM=59_0100_S
Bu arama sonucunu gösteren link altında 235 site var. : ))
ben hala arada okuyorum.
http://paranormal.about.com/library/weekly/aa012201a.htm
http://www.netspace.net.au/~zorand/Reality.htm
http://www.imprint-academic.demon.co.uk/SPECIAL/08_07.html
http://ourworld.compuserve.com/homepages/dp5/sheld.htm
http://www.psikoestetik.com
http://www.e-kolay.net:5214/saglik/magazin/magazin28.asp |