Lord of The Rings - Yüzüklerin Efendisi -  filmine gitmenizi tavsiye ederek başlayacağım bu yazıya. Bir hayal dünyasının madde dünyasına nasıl taşınabildiğinin en güzel örnekleriyle dolu ve konu içinde pek çok ilginç düşünce patikalarında dolaşabilirsiniz.

Film yeni olduğundan, henüz gitmemiş olanları düşünerek hakkında bir şeyler yazmak istemiyorum. Gerçi film, yıllar önce kitap halinde zaten mevcuttu, fakat teknoloji bu hayali, madde boyutunda göze hitap edebilir hale getirme, görsel olarak sunabilme imkânına daha yeni yeni kavuşuyor. Belki de bu durum insan beyninde varolan bir özelliğin gücüne işaret ediyordur. Şöyle ki; hayaller, evrenin derinliklerinde mevcut frekanslardır. Bu frekanslar zayıf dönüştürücüler, yani beyinler tarafından en azından hayal adı altında madde plana aktarılır, kitap ya da film olarak seyre sunulur, daha güçlü dönüştürücüler tarafından ise tamamen maddeleştirilir ve sisteme dahil edilir şeklinde kabaca tanımlayıp asıl konumuza gelelim artık…

Film salonuna giriyorsunuz , öncelikle büyük ve ihtişamlı bir salonla karşılaşıyorsunuz, salona girdiğinizde ise karşınıza ilk olarak büyük ve beyaz bir perde çıkıyor.. Fazla karmaşık bir görüntü yok hani alışveriş merkezleri gibi… Hafif loş bir ortam, seyir için koltuklar ve enine boyuna büyük bir perde… Salon o kadar büyük ki seyircilerin kalabalığı bile sadeliği bozamıyor. Bir süre sonra bütün ışıklar kararıyor. Eğer rahat bir koltuktaysanız, sadece iki göz olarak algılıyorsunuz kendinizi. Çevrenizdekiler de yok oluyor karanlığın derinliklerinde, bedeniniz de, hatta peyaz perde de…

Birden hemen başınızın arka kısmından yola çıkan fotonlar hızla beyaz perdeye doğru yol alıyor…Sağa sola dağılmıyor, sadece beyaz perdeye, perde üzerindeki kesin hedefleri vurmak için yola çıkıyorlar… Farklı frekanslarda titreşen fotonlar farklı enerjilerde, farklı renkler olarak çarpıyorlar perdeye… Perde beyaz!!! “Matrix Güneş mi?” adlı yazımı okumuş olanlar, beyaz rengin hiç bir frekansı, yani enerji düzeyini soğurmadığını tamamen geri yansıttığını bilirler…

O nedenle mavi, kırmızı, sarı, yeşil….milyonlarca farklı enerji düzeyi perdeye çarpar ve soğurulmadan, seyreden gözlere kadar ulaşır.

Gözünüz kahverengi, yeşil, mavi olabilir; ama gözbebeği her zaman siyahtır ve siyah olması sayesinde gelen bütün frekansları soğurarak beyne aktarır…

Sıradan bir hayat yansırken perdeden gözlere, uzayın derinliklerinden bir görüntü de gelebilir perdeye projektörden… Dünya`yı zalimlerden temizlemeye çalışanlar seyredilirken, Dünya`yı ele geçirmeye çalışan zalimler izlenir bir başka sahnede. Aniden saldırıya geçen zombiler, kırılan bir kapının ardından görülen kâtil, birden sıçratır seyredemeyenleri yerinden…

Film biter, her yer kararır, beyaz perde de karadır…

Salonun ışıkları açılır, kâtillerle, adalet savaşçılarıyla, zalimlerle, mazlumlarla, zombilerle dolu perde masum bir şekilde durur karşınızda. Tertemiz, bembeyaz üzerinde hiç bir iz kalmamıştır. Onca olay yaşanmıştır, onca renk cümbüşü ahnekle dans etmiştir oysa, üzerinde ki bu olaylar seyredemeyenleri etkisine almış olaylar ve kişiler hakkındaki yorumlarını yapmaya başlamışlardır bile…

Perde film başlamadan önce, filmin seyredilmesi sırasında ve film bittikten sonra hep aynı kalmış ve bir başka seans, bir başka film için yine hazır, yine masum ve öyle kalacak…

O hep aynı An`ı yaşayacak… Süresiz beyaz………

Peki Projektör?

Fiz.Müh. Serter Saltık
http://sufizmveinsan.com
22
.01.2002


Üst Ana sayfa e-mail