Bundan asırlarca
önce kendi Özlerinde
hissettikleri gerçekleri Ömer Hayyam,
"Ben olmayınca
bu güller,bu serviler yok. / Kızıl dudaklar,mis kokulu şaraplar
yok./ Sabahlar,akşamlar,sevinçler,tasalar yok./ Ben düşündükçe
var dünya,/ Ben yok o da yok" şekliyle ,
Aziz Paul de
"Günah düşüncededir" ifadesiyle dile getirmiştir.Bu
kavram, anlaşılmak bir
yana,iman meselesi olarak dahi ezbere dayalı olarak çalışan
beynimiz tarafından kabul edilemeyecek kadar,kozamıza ters,
zorlamalı bir ifade içerse de bundan bağımsız olarak
evrensel sistemi tanımlayan Dinin bugünkü bilimin deneylerle
ortaya koyduğu gerçeklerden bağımsız olması düşünülemeyeceğinden
mistik verileri kendi sınırlı,şartlanmalı anlayış
istikametinde değil,kozasız algılamak durumundayız. Kozamızda
küçük bir delik açarak evrenselliğe
doğru kanat çırpmamız için öncelikle, quantum fiziğinin
öngörülerini değerlendirmeye çalışalım. Ama Neils
Bhor'un ifadesiyle "Bir kişi kuantum fiziğini okuyup da
şok geçirmiyorsa, o kişi kuantum fiziğini anlamamış
demektir" biçiminde...
Galileo Galile
ile başlayan modern bilim, Newton'un kartezyen dünya görüşüyle
hız almıştır.Newton'un kuramları bize,gördüğümüz tüm
varlığın ,bölünmez en küçük yapı taşları olan
atomlardan meydana geldiğini ve ondan oluşan tüm nesnelerin
de birbirlerinden ayrı katı oluşumlar halinde uzay-zamanda
(ki bunlar da bir- birlerinden bağımsızdır) yer kaplamakta
olduğunu söylemektedir.Bu anlayışa göre insan
bilinci,bu parçaların ayrı ayrı olarak bir birlerini
etkilediği evrenden tamamen kopuk ve onu etkilemeksizin
mevcuttur.Dalgasal hareketler,ışık dalgaları gibi eterimsi uçucu
bir ortamda titreşimler şeklinde var olup,dalgasal özelliğinin
yanında parçacıkların temel yapı taşları olarak maddesel
dünyamızı meydana getirmektedir.Göz boyutunda algıladığımız
evrenin işleyiş mekanizmasını ( ki nedensel ve
deterministtir) belirleyen Newton ya da Klasik fizik,Görecelik
kuramının gelişmesiyle birlikte,atomaltı boyutlarında
yerini yeni bir fizik anlayışı olan Kuantum fiziğine
bırakarak anlamını yitirir.
Evrensel
sistemin kökenini açıklamaya çalışan
Quantum fiziğinin,klasik anlayışımıza ne tür bir açıklama
getirdiğini anlamak için, bu kavramı farklı açılardan görmeye
çalışan ekollerin yorumları ile anlamaya çalışalım.
Bunlar sırasıyla,Kophenag,Wheleer-Everet (çoklu dünyalar) ve
Bhom'un Saklı Düzen yorumlarıdır.
Kophenag
Yorumu;Ünlü Danimarkalı fizikçi,Neils Bhor* ve onun düşünce
sistemini takip eden fizikçilerin oluşturduğu ekoldür.Bu düşüncelerin
ilkeleri özetle şöyledir:
Kuantum fiziği,istatistiksel
mekanik gibi aynı türden çok sayıda sistemin istatistik özellikleriyle
değil,tek bir sistemin davranışlarıyla ilgilenir.Yani,tek
bir atomun,elektronun ya da birkaç parçacıktan,atomdan oluşan
tek bir sistemin veya çok sayıda atomdan oluşan bir kristalin
davranışını inceler.Olasılık ve İndeterminizm ise temel
ilkedir.
Shördingel
denkleminin belli bir sistem için çözümüne,o sistemin dalga
fonksiyonu adı verilmekteydi.Dolayısıyla bu dalga
fonksiyonunun tesbit ettiği ihtimaller, gözlemcinin ya da
kuantum fiziğinin eksik bilgisinden kaynaklanmayıp
ihtimallerin neden olduğu belirsizlikler doğanın kendi özelliğinden
kaynaklanmaktadır.(Haysenberg'in belirsizlik ilkesi. Bkz Gördüğün
Yarattığın mıdır-Sufizm ve İnsan /Fizik)
Bunu biraz daha
açarsak, bildiğimiz gibi kuantum boyutlarında, herhangi bir
fiziksel sistem, olması gereken durumların bir
tanesinde değil, birçok durumun hepsinde aynı zamanda
bulunabilmektedir.Mesela bir elektron, klasik fiziğin öngördüğü
gibi,çekirdek etrafında bulunduğu yörüngenin herhangi
belirli bir noktasında değil, aynı zamanda küresel yörünge
yüzeyinin aynı anda her yerinde bulunmaktadır.Fakat gözlemci
ile gözlemlenen ya da algıladığımız boyutun kavramları
ile oluşan kuantum olaylarının arasında bir bağlantının
varlığı nedeniyle, ölçme ile ilgili ilkeler ortaya
konarak,klasik bir alan olmadan kuantum fiziğinin bir anlamı
olamayacağı, başka bir
deyişle kuantum sistemleri üzerindeki gözlemlerimizin yalnızca
klasik fizikle anlatılabileceğini söyler.Bu nedenle hem ölçme
aletlerimizin, "bir elektron için her yerdedir" düşüncesinin
verdiği anlamsızlık, hem de bu işlem sırasında
Haysenberg'in belirsizlik ilkesi gereğince ölçümlediğimiz
olaya müdahale edip ölçümü
geri dönülmez bir şekilde bozacağımızdan dolayı,
aletlerimiz olması gereken ihtimallerden hangi konumu bize
veriyorsa,onu göz önüne almak zorundayız.Bu olaya (collopse)
"çökme" denir.Bu çökme kavramını daha iyi
anlamamız için (bkz.Hangi Evreni Algılamaktayız? -Sufizm ve
İnsan/fizik )ucu üzerine dikili bir sopanın halı üzerinde
devrileceği yönün aynı anda,üst üste konulmuş tüm olası
konumları içermesi ve devrildiği durumda da yani Shördinger
dalga denkleminin çökmesiyle
yalnızca bir konumu göstermesi ve bunun sonucunda da
bizim bu sonsuz olasılıklardan sadece birini seçerek algılayacağımız
yönü vereceğini düşünebiliriz.Bu da bize, algıladığımız
gerçekliğin,Shördingel dalga denkleminin geçerli olmadığı
durumlar dışında geçerli olduğunu gösterir.Böylece gözlenen
sistemle,gözleyen sistem bölünmez bir bütün olarak ele alınarak,gözlemlenen
sistemin özelliklerinden,gözleyenden bağımsız bir biçimde
bahsetmek anlamsızlaşır.
Bununla
birlikte,tamamlayıcılık (complamentarity) ilkesine göre de,
taneciklerin,parçacık ya da dalgasal özelliklerinin
Belirsizlik prensibi gereğince,aynı anda gözlemlenmemesinden
dolayı bunun ancak deneyin
koşullarına göre ayrı ayrı belirlenebileceğini,hangi özelliğinin
belirlenmişse, diğer özelliğinden bahsetmenin bir anlamı
olamayacağını söyler.Yani,bir ölçüm sonucu elde
edilenler,gerçek olarak nitelendirilir.Bunun dışında gerçek
hakkında başka bir şey söylenemez; çünkü anlamsızdır.Bunu
örneklersek,sandalyede oturup,
TV seyrederken belli sebeplerle birden evden dışarı çıkmamız
gerektiğini ve bu yüzden de kapıyı kitleyip dışarı çıktığımızda,Newton
fiziği bize evin içini gözlemlemediğimiz halde evin ve eşyaların
bıraktığımız gibi mevcut olduğunu,kuantum fiziği de gözlemlemediğimiz
için onların gerçekliğinden
bahsedemeyeceğimizi söyler.Ancak onları, bıraktığımız
gibi bulabilmemiz için tekrar geri dönüp gözlemlememiz
gerekecektir.Tıpkı Amerika'nın şu an benim için belirsiz
olup ancak biletimi aldığım an onu yavaş yavaş yaratmakta
olacağım gibi.
Bu konuda Nick
Herbert'in ,
"Bazen arkama döndüğümde dünyanın her zaman kökeni
belirsiz ve amaçsızca akıp duran bir kuantum çorbası olduğu
duygusuna kapılıyorum.Ama, ne zaman ki yüzümü oraya çevirecek
olsam,dünya yeniden her zamanki gerçekliğine dönüşüyor.Bu
durumda kendimi biraz,ipeğin dokunuşunu hiçbir zaman
duyumsamayan ve dokunduğu her şeyi altına dönüştürdüğü
için hiçbir insanın eline dokunamayan efsanevi kral Midas'a
benzetiyorum.İşte insanoğlu da tıpkı aynı biçimde kuantum
gerçekliğinin dokusunu asla deneyimleyemez.Çünkü dokunduğumuz
her şey maddeye dönüşüyor."dediği gibi.
Bununla
beraber,fizikçiler Bhor'un kuantum kuramının doğruluğunu
kabul etmekle birlikte, sadece kuramın bazı yönlerini açıklamada
yetersiz olduğuna inanmaktadırlar.Bunlardan Wheleer ve
Everett,çoklu evrenler teorisiyle alternatif bir yorum
getirmeyi başardılar.Bu teori, hem kuantumun olasılıklı yapısına
hem de çökmenin nasıl olduğu ve ölçümü ne şekilde tanımlalayabileceğimize,
(ki Kophenag yorumunun indirgemenin olasılıklarını bir yasa
olarak kabul ediyor, fakat çökmenin
mekanizmasını açıklamıyordu) dalga fonksiyonunun gerçekte
çökmeyip buna karşın, fonksiyonun indirgenmesi için ne
kadar olasılık
varsa,o kadar alternatif
evrene bölünmekte olduğu biçiminde açıklık getirdi.Bunu
halı üzerindeki sopa örneğine uygularsak, sopa bir yöne değil,düşebileceği
tüm yönlere düşerek paralel evrenlere bölünür ve buna karşın
gözlemci de,onu hangi evrende gözlemliyorsa (ki gözlemcinin
kendisi de bölünmektedir),o gözlemlediği evrendeki sopanın
yönelimini bilinci
ile belirleyerek algılamış olur.Bunu daha iyi anlamamız için
daha önce de yazılarımızda belirttiğimiz Shördinger'in
kedisini tekrar göz önüne alalım.(Zihin ve Madde/Hangi
Evreni Algılıyoruz?-Sufizm ve İnsan/fizik).Bildiğimiz gibi
radyoaktivitenin bozunmasına bağlı olarak kedi ya ölecek ya
da diri olacaktı.Çünkü kutunun içindeki kedinin,dalga
fonksiyonu iki durumun üst üste binmiş halidir.Bu olayı
Kophenag yorumuyla açıklarsak,kutu açılıp içine bakılıncaya
kadar her iki olasılık da gerçek değildir. Ancak kutuyu açıp
içine baktığımız taktirde, dalga fonksiyonu bu iki olasılıklı
durumdan birine indirgeneceğinden,kedinin ya canlı ya da ölü
olduğunu gözlemleyebiliriz.
Everett yorumu
ise buna,her iki olası durumun varlığının da gerçek
olarak,evrenin ikiye ayrılmasıyla gerçekleştiği şeklinde
cevap verir.Yani, gözlemci kutuya bakmadan önce de kedi bir
evrende canlı iken, diğerinde ölü olarak mevcuttur.Böylece,
evrenlerin birinde gözlemci kutuyu açar ve kediyi ölü halde
gözlemlerken, diğerinde de canlı görecektir.Bununla birlikte
iki evren arasında bir bağlantı yoktur.
Kısaca Wheleer
ve Everett, ortaya koydukları temel ilkelerle,Shördinger dalga
denkleminin matematiğini,dalga denkleminin kollarından hiçbirinin
çöküntüye uğramadığını ve Kophenag yorumundaki gibi
fiziki bir gerçekliğin var olmadığını kabul etmektedirler.
Paralel
evrenler kavramını da ortaya atan bu görüş,sonsuz sayıda dünyanın
var olduğunu ve bizim bunların her birinde,birbirinden farklı
versiyonumuzun bulunduğunu, bu yüzden de hepsinin farklı
olaylar zincirinin gelişmesini sağladığını
söyler.Böylece hiçbir kayıp olasılık oluşmayarak
kuantum teorisinin herkesçe kabul gören, ihtimal hesabına
dayalı yorumundan da ayrılmaktadır.
Kuantum fiziğinin
parçacıklar arasında öngördüğü ilginç bir özellik de
şöyledir: Bir elektron ve bir de anti elektron olan
pozitrondan meydana gelen pozitronyum atomunun,madde-antimadde
birleşmesindeki kural gereği, birbirlerini yok ederek iki
ışık ya da foton kuantasına ayrışmalarıyla zıt yönde
hareket ederek birbirlerinden uzaklaşırlar.Fakat yine kuantum
fiziğinin öngörülerine göre,fotonlar birbirlerinden ne
kadar uzağa giderse gitsinler,her an plarize açılarını
yani, ilk andan itibaren hareket yönünü korumaktadırlar.Bunlardan
birinin yönünü değiştirdiğimizi düşünürsek,aralarındaki
mesafe ne olursa olsun diğeri,aynı anda
değişimi algılayıp ona göre polarizasyon açısını
ayarlar(daha sonra deneysel olarak da gösterilmiştir).
Fakat bu durum
da Einstein'ın yerel nedensellik ilkesine aykırı idi.Çünkü
evrende meydana gelen her fiziksel oluşum,önce olduğu yer ve
yakın çevresini etkilemektedir.Tıpkı bir fırtınanın,önce
bulunduğu yeri etkileyip,etki alanı dışındaki yerlerde hiçbir
etki oluşturmaması ya da güneşin şu anda yok olduğunu düşündüğümüz
taktirde, bize olan etkisini 8 dakika
sonra burada göstermesi gibi...
Fakat Bohr
Einstein'ın kendisine saldıracağını bildiği için buna karşılık
olarak,ışıktan hızlı bir iletişimin varlığı yerine,
atomaltı parçacıkları gözlemlenmedikleri taktirde var
olmuyorlarsa,bunların birbirlerinden bağımsız nesneler
olarak değil, bölünmez bir sistemin parçaları şeklinde var
oldukları biçiminde bir açıklama getirdi.Fakat Bohr bu
kuantum altı sistemin ne olduğunu bilemiyor ve bu yüzden de açıklık
getiremiyordu.Bhor'un atomaltı sistemin bölünmez olduğu görüşü,her
şeyin birbirleriyle karşılıklı etkileşmesini göstermesine
rağmen, maalesef hem Bohr hem de takipçileri tarafından görmezden
gelinmiştir.
Bununla
birlikte Einstein**,kuantum fiziğindeki ölçüm sonucunun
rastlantı kavramını ön plana çıkartması,ölçüm öncesinde
tanecikler hakkında her şey bilinse
dahi, ölçümün hangi sonucu vereceğinin ve ölçümden
sonra parçacığın hangi durumda bulunacağının bilinmemesi
(ki ölçüm sonucu, tam ölçme anında doğal olaral takip
edilmeyecek bir süreç sonunda çıkıyordu) sistemin Newton'un
determinist düşüncesini yıkarak indeterminist bir çizgiye
oturmasını ve yerel nedensellik ilkesinin ihlali (ya da tam açıklanamaması)
onu,kendi çalışmalarının nedeni olduğu kuantum kuramını
reddetmeye götürdü.Çünkü, evrende şans faktörüne yer
yoktu.Dolayısıyla, kuantum fiziğini ,doğanın kendisinde değil,
ölçümü yapan gözlemcinin bir yanılgısı ya da yetersizliğinden
kaynaklanmakta olup bu yüzden de tamamlanmamış eksik bir
teori olarak görüyordu.Bunun çözümü olarak da, Kuantum altı
boyutta yer alan ayrı bir gerçekliğin (yani, determinist,
nedensel bir yapının) mevcut olduğunu ve bunun da kuantum düzeylerinde
fiziksel olayları açıklayabileceğini,
başka bir deyişle dalga paketinin çöküşünü meydana
getiren sahnenin arkasındaki belirlenebilir etkenlerin
gizli değişkenlerle betimlenerek kuantum olaylarının
aslında salt rastlantısal olmayan olaylar olduğunu düşünüyordu.
Böylece ikiz parçacıklar arasındaki haberleşmelerde,yerel
nedensellik ilkesini bozarak (ya da ışıktan hızlı iletişimin)
telepati kurmaları değil,daha temel düzeyde parçacıkların
birbirlerinin davranışlarını bilmelerine karşın kuantum düzeylerinde
bilmiyormuş gibi davranıp hile yaptıkları şeklinde açıklıyordu.***
David Bhom da
çalışmalarını bu boyutta yoğunlaştırıp atom altı parçacıklarının
bir gözlemci olmadığı zaman da mevcut olduklarını varsayarak çalışmalarına başladı
ve sonunda kuantum potansiyeli adını verdiği kuramla Kuantum
düzeyindeki tüm oluşumlara açıklık getirdi.(Bkz. Quantum
potansiyeli/ Birleşik Alanlar 6-sufizm ve İnsan /Fizik)
Şüphesiz,
Bhom buna elektronların bir plazma (yüksek yoğunluklu
elektron,pozitif iyon ve atomlar taşıyan bir gazdır) içine
girer girmez bağımsız davranış biçimlerini terk ederek
daha geniş bir Bütünün karşılıklı bağlantı içinde
bulunan parçalarıymış gibi davrandıklarını gözlemleyerek
ulaşmıştı.Bu elektronların gelişigüzel bireysel hareket
eder gibi görünmelerine karşın,sayısız elektronlar bir
arada çok mükemmel biçimde örgütlenmekteydi.Böylece
plazma,sanki bir amip gibi sürekli olarak kendisini
yenileyerek,tüm aksi eylemlere yol açan tanecikleri de,
biyolojik bir organizmanın yabancı bir varlığı kist içinde
toplamasına benzer biçimde, bir duvar içine alıyordu.
Bhom, plazmalar
üzerinde yaptığı çalışmalar sonucunda gördüğü canlı
elektron denizini, metallerde de gözlemledi.Sonucunda da
elektronların neden ortalığa saçılmadıklarını, kuantum düzeyi
altındaki kuantum potansiyeli yoluyla tüm sistemin,tıpkı
askerlerin yaptığı gibi, eş güdümsel hareketlerinden
kaynaklanmakta olduğunu anladı.Yalnız elektronların böylesi
bir bütünselliğin içinde olmasının Newton fiziğinin öngördüğü,bir
makinenin parçalarının bir araya getirilmesiyle sağlanan (ya
da makinenin içinde yer alan bir hayaletin meydana getirdiği)
birlikteliğin değil, canlı bir varlığın parçaları arasındaki
örgütlü bir Tekliğin varlığını göstermekteydi.
Bu konuda araştırmalarını
derinleştirdikçe, kuantum altı düzeyin tıpkı bir hologram
plakasındaki girişim desenlerine benzer olduğunu keşfetti.(Bkz.Akaşalar/Birleşik
Alanlar Teorisi 7-Sufizm ve İnsan/fizik) Böylece, bu iki düzen
arasında var olan sürekli
ve akıcı alış verişi, pozitronyum atomu örneğindeki,taneciklerin,bir
tür parçacıktan diğer bir parçacığa dönüşerek nasıl
biçim değiştirdiklerine uyguladı. Mesela,bir tanecik
(elektron),gizli düzene geri dönüp saklanırken,bir başka
parçacık (bir foton) ortaya çıkarak onun yerini almaktadır.Bu
aynı zamanda dalga /parçacık dualitesinin nasıl oluştuğuna
da açıklama getiriyordu.Dolayısıyla, her iki görünüm
de,daima bir kuantum topluluğu içinde gizlenmiş durumda iken,
hangi görünümün ortaya çıkıp hangisinin saklanacağını
gözlemcinin, bu kuantum topluluğu ile olan karşılıklı
etkileşim şekli belirleyecektir.Fakat burada dikkât edilecek
bir husus da,Kophenag yorumunun öne sürdüğü gibi, bir gözlemlenen
olay bir de onu gözlemleyerek etkileyen,var kılan gözlemcinin
mevcut olmayıp (ki Kophenag yorumu bunu ikiye ayırır)
ikisinin de aslında aynı şey olduğu gerçeğidir.Dolayısıyla,
bu bizim bir avizeden çıkan ışınla, bir masa, gezegen,yıldız
ya da galaksilerle aynı yapıdan meydana gelmiş bir Bütünsel
yapı olduğumuzu değil, aynı Tek şey olduğumuzu söyler. Tıpkı
Budizmin Elmas Sutrasında dendiği gibi "İndra'nın
evinde öyle bir inci ağı oluşturulmuş ki, bir tanesine baktığınızda
diğer bütün incileri onun içinde görebilirsiniz.Dünyadaki
her nesne de sadece kendisi değildir,diğer her nesneyi içerir
ve aslında diğer her bir nesne odur"
İster Neils
Bhor'un Kophenag yorumu,ister Wheleer-Everett'in çoklu evrenler
modeli, isterse de David Bhom'un saklı Düzen kavramı olsun,
her üçü de,zihne başvurmadan kuantum sisteminin asla çözümlenemeyeceğini,
görünenin gözlemci tarafından yaratılmakta ve evrenin de
bir fiziksel gerçekliğe sahip olmaksızın bir düşünceden,yanılsamadan
ibaret olduğunu belirtir.
18 yy. Alman
filozofu Hermann Lotze de bu gerçeğe işaretle (ki bu kuramın
açıklanmasından yaklaşık yüz elli yıl önce) şöyle diyordu " Biz artık kozmosun bir
ucundan bakıp onu diğer ucuna kadar kör ve cansız bir aygıt
olarak görmüyoruz, tam tersine maddenin pürüzsüz yüzeyi
altında,o katı ve sürekli tekrarlanan çalışma temposu
arkasında gizli zihinsel işleyişin sıcaklığının farkına
vardık"Onun çağdaşı G.T.Fechner de yeryüzünü yaşayan
bir canlı olarak görür.
Klasik fizikle
Kuantum fiziğinin arasındaki ayrımın bize verdiği bir gerçeklik
de,Newton fiziği "herhangi bir şey nasıl olur ? derken
kuantum fiziğinin aynı soruyu "herhangi bir şey nasıl
var olur?"şeklinde ifade etmesidir. Çünkü Newton fiziği
,parçacıkların temel olarak maddeyi meydana getirdiğini,kuantum
fiziği de, maddenin var olmasının
onun temeli olan enerji dalgalarına dayandığını ve
bu dalgaların da kendi içindeki formasyonları sonucu evreni
var gösterdiğini söyler.
Eğer maddenin
temeli sadece parçacıklar olsaydı, tıpkı bilardo toplarının
birbirleriyle çarpıştıktan sonra,her birinin ayrı yöne dağılması
ya da birbirleriyle dışsal ilişkiye girmesiyle birlikte
bilinen algılanan dünyamızı değiştirmeden, sabit kılmasına
neden olurdu.Çünkü parçacıkların etrafta dolaşması ya da
bazen yeni kombinezonlar oluşturması maddenin doğasını değiştirmez.Buna
karşılık, evrenin temel yapısının dalgasal olması,
kuantum sistemlerinin içsel ilişkilere girerek birleşmesiyle
her birinin birleşmeden sonra kendinden daha büyük olan
(kuantum sıçramaları da diyebileceğimiz )yeni bir düzenin
yansımaları olmasını sağlar.
Bu durumda,
evrenin (ve onun her bir yansımasının da eşzamanlı olarak)
evrime uğramasına neden olarak tekamülünü ve bilincin
zirveye doğru dönüşümünü oluşturur.Dolayısıyla evrim,
beş duyuya göre algıladığımız maddenin kendi içindeki
tesadüfi dönüşümü değil (zaten maddenin varlığından söz
edilemez) maddenin var görünmesini temin eden,her şeyin özündeki
Tekil Bilince ait olan manâların,(Allah'ın
güzel isimlerinin) kendi içindeki dönüşümüyle meydana
gelir.İşte buna işaretle bir çok mistiğin de dile getirdiği
Evrimi Mevlana Celalettin-i Rumi şöyle dile getirir:
"Cansız olandan,bitkisel aleme geçtik.Bitkisel
alemden,hayvansal dünyaya eriştik Hayvandan ise İnsan oldu.Ölümün
bizi ufaltacağına ne gam?Lakin ölümden sonra İnsanlar Melek
haline gelirler.Melekleri de aştıktan sonra hiçbir aklın
kavrayamayacağı bir duruma erişilir.Artık başlangıçta
olduğu gibi sonsuzlukla kaynaşılır.
"Zaten
hepimiz ona geri döneriz" denmemiş miydi?
*Bhor, kuantum
teorisini tamamladıktan sonra, kendi düşünceleriyle
paralellik gösteren doğu öğretilerinin farkına vararak Çin'e
gitti ve ölümüne kadar doğu medeniyetiyle bağını da hep
canlı tuttu.Öyle ki Danimarka'da şövalye nişanı alırken
bu nişanın üzerine,yin ve yangın tamamlayıcı ilişkisini
temsil eden çin kaynaklı sembolü ile
"karşıtlıklar birbirlerini tanımlarlar"
ifadesinin konulmasını istemiştir.
**Bilim
tarihinde Bhor ve Einstein'ın savaşları (ki bilimsel saygınlık
çerçevesinde geçmiştir) çok ünlüdür. Einstein, kuantum
fiziğini çürütmek için devamlı zekice fikirler öne sürse
de, bu fikirler Bhor tarafından her defasında püskürtülmüştür.Çünkü
deneysel göstergeler Bhor' u her defasında doğruluyordu.
***Bhom, her ne
kadar Einstein'ın E.P.R (ayrı bir yazıda EPR hakkında detaylı
bilgilere değinilecektir) ekolüne bağlı olsa da, kuantum altı
düzeyinde, farklı görüşleri vardır.Çünkü Einsten' ın
gizli değişkenleri, yerel nedensellik ilkesini çiğnememesine
karşın, Bell'in deneysel olarak da ispatlanan teorisi (Bkz. Düzensizliğin
Düzeni-Sufizm ve insan /fizik) uzay-zamanla etkileşmeyecek şekilde
ayrı bölgeler arasında etkileşmeye izin veren, yerel
olmayan(non-local) etkileşimlerin varlığını göstermekteydi
ki, bu da anlık bilgi aktarımına neden olmaktaydı.Dolayısıyla
bu gizli değişkenler, Bhom tarafından saklı düzenin bir örneği,
Sarfatti ve arkadaşları tarafından da ışıktan hızlı
hareket eden Takyonların örneği olarak görülür.Böylece
Bhom'a göre, ikiz parçacıklar
hem hile yapmakta,hem de hilesiz telepati.Çünkü gizli
değişkenlerin,deneyle ispatlanmış kuantum gerçekliğini de
ifade etmesi gerkmektedir.
(
Devam edecek…)
İstanbul
- 24.05.2001
http://afyuksel.com
|