dından
sıklıkla bahsettiğimiz kuantumun nasıl bir şey olduğunu
hiç düşündük mü acaba?
Hayatımızın hangi noktalarında ön plana çıkar ve
teknolojik olarak
nerelerde kullanırız? Kuantum felsefesinin dünyamıza katkıları
neler olmuştur?
Bugün Kuantum
teorisinin yardımıyla atomların ve moleküllerin iç yapılarına nüfuz
edebilmekteyiz. Günlük hayatta kullandığımız transistörlü
radyo, dijital saat, elektronik hesap makinesi, PC,Televizyon ve
Bilgisayarların kalbi olan transistörler gibi sıradan aletlerin yanı
sıra modern biyoloji ve
kimyanın temellerini, DNA üzerine yapılan çözümlemeleri ve lazer
teknolojisini yine bu teoriye borçluyuz.
Algıladığımız
maddenin klasik fizikte sanıldığı gibi durgun bir yapısının
olmadığı, alt boyutlarına doğru inceleme yaptığımızda cansız
gibi görünen taşın dahi elementer
parçacıklarının canlı özellik gösterdiğini, yani
hareket halinde olduğunu bu sayede öğreniyoruz.
Kısaca
belirtmek gerekirse, atom altı parçacıkların tamamı kuantum
olarak nitelendirilebilir. Günümüzde bu gruba giren pek çok parçacık
bulunmuş ve bulunmaya da devam edilmektedir. İçlerinde en fazla
bilineni elektronlardır diyebiliriz.
Kuantum adı
verilen parçacıklar artık hepimizin bildiği gibi evrenin her köşesinde
bulunmakta, hareketsiz ve sabit olarak gördüğümüz bütün
maddelerin varlığı atomlara ve dolayısıyla bu parçacıklara
dayanmaktadır.
“Kuantum parçacıklarını
nerelerde kullanırız?” sorusunun cevabı çok geniş skalayı içermektedir.
Bugün her evde kullanılan televizyonlar, bilgisayar ekranları,
bilgisayarın kasa diye tabir edilen bölümünün içindeki parçaların
hemen hemen tamamı, telefonlar, radyolar, teypler, kısacası,
elektronik malzeme içeren bütün cihazlar hep kuantumların belli dış
etkilere karşı gösterdiği tepkilerden yararlanılarak oluşturulmuştur.
Bunlardan
göze en çok hitap eden televizyonu ele alalım. Ya da
bilgisayar ekranını... Bunun televizyondan farkı, ekrana çıkaracağı
bilgileri hemen yakınındaki bilgisayar kasası diye tarif edilen kısımdan
alıp görsel bir hale getirmesidir. Televizyonda ise anten yardımıyla
çok uzaklardan alınan bilgiler bazı elektronik parçaların yardımıyla
ekrana bilgi olarak iletilir. Ekran da bu bilgileri tıpkı bilgisayar
monitörü gibi görsel hale getirir.
Televizyonun
antenine gelen elektromanyetik dalgalar,
yani hem manyetik alan hem de elektrik alan taşıyan dalgalar,
anten içinde bulunan elektronları titreştirir. Tıpkı ses dalgalarının
kulak zarını titreştirmesi gibi... Titreşen bu elektronlar, gelen
televizyon dalgasıyla aynı frekansa sahip olacak şekilde salınırlar.
Bu salınım bir kablo boyunca televizyona taşınır ve televizyonda
bulunan birtakım elektronik aletlerle gelen frekans deşifre edilir.
Ön hazırlık evresi diyebileceğimiz bu deşifre etme kısmında
ekranın hangi noktasına hangi enerjiye sahip elektron düşürüleceği
kararlaştırılır diyebiliriz.
Bu bölümde deşifre
edilen bilgilere göre, halk arasında televizyon tüpü denilen kısımda
elektronlar ekranın farklı kısımlarına, çeşitli enerjilerde fırlatılırlar.
Kısacası bu tüp elektronların ekranın uygun yerlerine gerekli
enerjilerde düşürülmesini sağlayan bir aygıttır. Olay bununla
da bitmez, biz ekranda direkt elektronları görmeyiz. Çünkü ekran
flüoresans madde ile kaplıdır. Ve bu madde üzerine düşürülen
elektronlar, sahip oldukları enerjiyle bağlantılı olarak farklı
renkte fotonlar meydana getirirler.
Bu aynı
zamanda elektronların parçacık özelliği göstermesinden faydalanılarak
elde edilmiş bir sonuçtur. Elektron sanki bir bilye gibi yönlendirilmekte
ve karşısındaki ekrana fırlatılmakta, böylece ekranda nokta şeklinde
bir görüntü oluşmaktadır.
Elektronların
bir başka özelliği ise, yan yana bulunan iki yarığın üzerine fırlatıldığında
her iki yarıktan da aynı anda geçebilmesidir. Bu olay bildiğimiz dünya
değerleri için imkânsızdır. Bir bilyenin yan yana iki yarıktan
aynı anda geçebileceğini düşünmek mümkün değildir. Böyle bir
beceri elektronun dalga özelliğine işaret eder ve o sayede kuantum
olarak adlandırılmasına sebep olur.
Yani
hem dalga hem de parçacık özelliği göstermesi, onun kuantum
olarak adlandırılmasını sağlamıştır.Kuantum fiziğinin en can
alıcı yeri olan dalga-parçacık ikilemini bir deneyle daha iyi açıklayabiliriz.
Deney düzeneğimiz bir
foton kaynağı, bir çift delikli süzgeç bir tane de tek delikli süzgeçten
oluşuyor. Deneyimizi tek delikli süzgeçle yaptığımızda foton
kaynağından gelen ışık, tek bir noktada odaklanıyor. Bu bize
fotonun parçacık olduğunu söylerken, ardından çift delikli süzgeçle
yapılan deneyde foton kaynağından gelen ışık çift delikli süzgeçten
geçtikten sonra perdede tıpkı iç içe girmiş dalgaların deseni
gibi girişim deseni yapıyor.Bu da fotonun parçacık değil, dalga
olduğunu belirtiyor.
Yukarıda anlatılanlardan
da anlaşılacağı üzere, elektronların parçacık özelliği göstermesi
sonucu televizyon elde edilmiştir. Ve televizyon için sıralanan
olayların hepsi, bizim algılamamıza kıyasla bir anda gerçekleşmekte,
böylelikle hiç kesintisiz ardı ardına gelen görüntüler almaktayız.
Bu
bilgiler,elektronların yani kuantum parçacıklarının elektrik ve
manyetik alanlarda gösterdikleri davranışların incelenmesi ile
elde edilmiş sonuçlardır.
Adı geçen diğer
tüm aletlerde de yine elektronların yani kuantumların değişik
elektrik ve manyetik alanlara karşı gösterdikleri davranışlar önemlidir.
Televizyonun
elektromanyetik dalgayı algılayıp bunu görüntüye ve sese çevirmesi
olayı, aynen beyinde de mevcuttur. Beyin de dışarıdaki frekans okyanusundan sadece veri tabanına uygun
frekansları algılar!.. Algıladığı frekansları gerekli dönüşümleri
yaparak ses, görüntü, koku, tat ve dokunma ile algıladığımız
oluşumlara çevirir. Aynı zamanda, algıladığımız şeylerin dışarıda
var olduğu zannını da oluşturmaktadır.
Nöronlar,
yani beyin hücreleri gelen atmaları (impulsları) frekanslarına ayırarak
algılar. Fourier Analizi adı verilen yönteme benzer biçimde,
frekans analizörü (çözümleyicisi) olarak çalışan nöronlar,
birer mini hologram gibidirler. Her bir hücrenin etkinliği, kendi içinde
bir dalgaboyu oluşturmaktadır.
Beş duyu ile
algılanan bütün uyarı ve impulslar, elektrik akımı ve
elektriksel dalgalar olarak beyne gelirler. Beş duyu organlarımızca
dışarıdan alınan bilgiler, bizim var zannettiğimiz alemleri oluşturmaktadır.
Gözün retinasına düşen frekanslar enerjilerine göre çeşitli
renkler, şekiller, aydınlık ve karanlık algılarını beynimizde
oluşturur. Yine bir frekans analizörü gibi çalışan deri dışarıdan
aldığı frekansı,frekansın sahip olduğu enerjiye göre beyinde
sert yada yumuşak diye imgeleştirmektedir. Keza aynı şekilde çalışan
kulak ve burun almış
olduğu frekansı, frekansın mevcut enerjisine göre algıladığımız
kokulara ve seslere çevirmektedir.
Asıl şaşılacak
olay ise, sonsuz frekanslardan oluşan bir yapı olmasına rağmen
beynin dışarıda bulunan bu frekansları beş duyuya dayalı olarak
madde alemini nasıl oluşturduğudur.
“Acaba yaşadığımız,
dünya neden dalga desenlerinden değil de, nesnelerden oluşuyor?”
sorusunun cevabını, Karl Pribram şu biçimde veriyor: “Çünkü tüm
duyu organlarımız şu veya bu şekilde mercekler sistemine göre
ayarlanmıştır. Gözdeki mercek sistemi daha gelişmiştir; ama
kulaktaki helezon ve hatta derideki algılama kanalları da hep mercek
sistemine göre çalışırlar. Bekesy’ nin çalışmaları, tüm
sensorik yüzeylerin basit birer mercek gibi çalıştığını ortaya
koymuştur.”
Eğer
algılamanın önündeki beş duyu kaldırılabilirse, o zaman
kendimizi sırf frekanslardan oluşan sonsuz bir alemde bulabiliriz.
Bu da gayet ilginç bir sonuç; düşünebiliyor musunuz, iyi yada kötü
diye nitelendirdiğimiz her şey, sadece belirli enerjilere tekabül
eden frekanslar ve biz bu frekansları seyre dalmamız gereken yerde, onlarla savaşarak ömür tüketiyoruz.
Nesneler veya
bilgiler dünyası, bizlerin algılamaları ile farklılaşmakta, dışlaşmakta,
biçim bulup canlanmaktadır. Yani evrende bir bütünlük , bir ana
plan ve süreklilik söz konusudur. Bizler ancak o çok katlı ana
planın dalgaboylarıyla rezonansa girdiğimiz oranda, o frekansın
bilgilerini cisimleştiriyor, buluyor ve kendimize mal edebiliyoruz. Böylelikle
de evrenin bazı “sırları” nı çözebilmekteyiz.
Kuantum fiziği
her şeyin aslında göründüğü gibi olmadığı, madalyonun bir de
görünmeyen yüzünün olduğunu göstermiştir.
Asırlardır
mistiklerin söylediği,
“Alemlerin aslı hayaldir” sözü bugünkü bilimin gerçekleri
ile daha iyi anlaşılmaktadır.
Ahmet
F. Yüksel
& Fiz.Müh. Hasan Demir
22.6.2000
|