özümüzün
bizi şartlandırması dolayısıyla evrenin dolu ve ona göre de boş
olduğunu algılar, bunun dışında potansiyel olarak farklı boyutlarında
neler olduğunu değerlendiremeyiz.
Halbuki, maddenin
derinliğine indiğimizde sırasıyla maddesel, moleküler, atomik,
parçacıklar ve nihayetinde kuvvet alanlarının bulunduğu boyuta ulaşmış
oluruz. Evrenimizin boş olarak algıladığımız kısımlarında bu kuvvet
alanları bulunur. Bunlar güçlü, zayıf nükleer, elektromagnetik ve
gravitasyonel kuvvet alanlarıdır. Bunlardan ilk ikisi atom altı
boyutlarda geçerli iken elektromagnetik kuvvet hem mikroskobik hem de
makroskobik uzayda geçerlidir. Gravitasyonel kuvvet ise tüm evrende
hüküm sürer.
Daha alt
boyutlara indikçe bu alanlar da Büyük Birleşik Alanlar kuramına uygun
bir biçimde sırasıyla teker teker birleşirler. Yani önce 4 temel alan
sonra da 2+1, 1+1 ve en sonunda da Tek Bir Alan olarak Bütünleşirler.
Aşağıdan yukarı bakış açısına göre durum böyle iken yukarıdan
bulunduğumuz boyuta doğru bakıldığında ise, bu alanların aslında en
temel düzeyde mevcut olan bu Tek ve Tümel alanın farklı birer
görünümleri olduğu görülür.
Zaten quantum
düzeyindeki birtakım gözlemler (deney sonuçları) da daha derin boyutta
yeni bir alanın mevcudiyetini zorunlu kılmaktadır. Çünkü; Radyoaktif
bir maddenin kütlesinde yarılanma süresi ya da maddenin radyasyonunun
yarısını yaymasının alacağı zamanın bu kütledeki atomların sayısıyla
belirlenmesi (çünkü kütle azalırsa yarılanma süresi etkilenmektedir),
çift yarıklı deneyde 100 farazi parçacığın aralıktan teker teker
geçmelerine izin verildiğinde parçacıkların % 10’unun A bölgesine
çarpmasından sonra, yarıktan geçen öteki parçacıkların sanki
ihtimaller hesabını biliyormuşçasına bölgeden kaçmaları, (1)
bir çift fotonun aralarındaki mesafeyi, milyonlarca ışık yılı
uzaklığınca artırsak bile birinde meydana gelen ani değişimlerin diğer
fotonda da aynı anda görünmesi, bir elektronun plazma içinde bütünün
bilgisine sahip olarak hareket etmesi... gibi nedenler bu görüşü
doğrulamaktadır. Buda bize quantum altı düzeyde ayrı ayrı
parçacıkların bir şekilde bağlantılı olduğunun işaretlerini
vermektedir .
"O halde bu
bağlantının yapısı nasıldır?"
Neils Bhor bu soruyu; atom altı parçacıklar gözlemlenmedikleri
zaman var olmuyorlarsa, bunların birbirlerinden bağımsız nesneler
olarak düşünülemeyeceğini bu yüzden de bölünmez bir sistemin parçaları
olması gerektiğini, başka türlü düşünmenin ise, anlamsız olduğu
şeklinde yanıtladı. Jhon Wheeler de astrofizikte “kurt deliği”
olarak bilinen iki uzay zaman noktasını bir üst boyutta bağlayan
Einstein-Rosen köprülerini kuantum düzeyine monte ederek Kuantum
Köpüğü kavramıyla açıklamaya çalışmıştır. Yani uzay-zamandaki bütün
noktalar birbirleriyle çaprazlama bir biçimde Kuantum köpüğündeki
kabarcıklar vasıtasıyla bağlantılıdır. Bhor’un ve
Wheeler’in görüşlerini çok daha geniş ve de detaylı bir biçimde ele
alan (Einstein ın öğrencisi) David Bohm da quantum altı düzeydeki
karşılıklı bağlantıların yapısını diğer her iki görüşü de içinde
barındıracak şekilde “Quantum Potansiyel Alanı” adını verdiği
sistemle açıklamıştır.
Q.P. nin en
başta gelen özelliği ise diğerlerinde de olduğu gibi, Mekansızlık
ve Bütünsellik özellikleridir.
Bunu şöyle açıklayabiliriz, algıladığımız evrende tüm nesnelerin
belirgin bir yeri olmasına karşın Q.P.A. (Kuantum Potansiyel Alanı )
düzeyinde yer kaplama özelliği yoktur. Bir diğer özelliği de bu alanın
tıpkı yerçekimi gibi uzayın tümüne egemen olmasıdır. Ancak yerçekimli,
manyetik ve diğer alanların tersine bu alanın etkisi, aralarındaki
uzaklıktan ötürü azalmayıp, karmaşık bir biçimde hemen hemen fark
edilmez düzeyde, uzayın her yerinde aynı güce sahip olmaktadır. Yani
bu alanın herhangi bir yerindeki birim alanı bir başka yerindeki bir
birim alanından daha değerli, önemli bir özelliğe sahip değildir. Bu
nedenle bu alanda yer, mekan, boyut, mesafe, zaman... gibi
alışageldiğimiz kavramlar geçersizdir. Bu alanın en ufak bir
noktasının tüme ait olanın kendisi olması sebebiyle de bu alanı
parçalamak, bölmek, ayırmak veya bir sınır çizmek mümkün değildir.
Ancak bu alanın boyutlarından (boyutsallığından) bahsedebiliriz.
Böylece Q.P. kendisinde var olan bu özelliği, meydana getirdiği
uzay-zamana da yansıtmak suretiyle bu uzay-zamandaki herhangi bir
noktanın geri kalan diğer tüm noktalarla eşitlenmesini sağlayarak her
bir şeyin diğer tüm şeylerden ayrılığını ortadan kaldırmaktadır.
İşte madde olarak
adlandırdığımız tüm nesneler, bu alanın var kıldığı görüntülerden
başka bir şey değildir. Biz bunu, hologram plakası ve bu plakanın
dışarıda üç boyutlu oluşturmuş olduğu nesneler ile açıklamaya
çalışırsak; Quantum Potansiyeli dediğimiz şey bu plakanın kendisi,
evrende gözlemlediğimiz tüm nesneler ile bu nesnelere ait olan tüm
yasalarda Quantum Potansiyelinin oluşturmuş olduğu görüntülerdir. Bu
durum sadece bizim beş duyumuza dayalı olarak algıladığımız maddesel
boyut için değil, bize göre madde ötesi ancak kendi algılayıcısına
göre maddesel olan diğer tüm boyutlar içinde aynen geçerlidir.
Ayrıca, suretler boyutunda her biri algılayıcısına göre var olan
maddesel boyutların, hiyerarşik bir biçimde bulunması ve bu durumun
buna kaynaklık eden Quantum potansiyelindeki boyutlar içinde geçerli
olması bize; bir boyuta ait
olan gerçeklerin bir üst boyut(lar)a göre bir yanılsamadan (hayalden)
ibaret olduğunu göstermektedir.
Bununla birlikte
Quantum Potansiyelinin birim alanının tüme ait olan bilgiyi içerme
özelliği, var gösterdiği boyutlarda da aynen geçerlidir. Bu nedenle
tüm olarak görünen şey, parça adı altında olanın ta kendisidir. Yani
bir anlamda parçacıklar şeklinde nitelendirilenler, aslında tek bir
parçacığın çoğul görüntüsüdür. Yani tüm parçacıklar kendi boyutlarında
Tek ve aynı parçacığın kendisidir. Örnek verirsek; sonsuz foton
denizindeki fotonlar, aslında tek bir fotonun kendisidir, aynı şekilde
elektronlar elektronun, protonlar protonun….vb). Aynı şeye bir başka
açıdan bakarsak Rölativite teoremi uyarınca da tüm evreni boyutlarıyla
içinde barındıran bir foton, aynı zamanda o evreni oluşturandır.
Böylece, uzay-zaman içindeki her bir noktanın diğer noktalarla ve
dolayısıyla tüm parçacıkların birbirleriyle Q.P de ne şekilde
bağlantılı olduğunu açıklamış olduk. Bu durum aynı zamanda Q.P.’ de
var kabul edilen evrenimizi uçsuz bucaksız bir hayal uzayı kılar.
Başka bir deyişle, her şey bu Q.P.’nin çalkantılı denizinden
düzenlenerek dalgalanmanın birbirlerine göre bakış açısından bize göre
yoğunlaşma şeklinde algılanıp madde olarak açığa çıkmasından
ibarettir. Holografik anlamda maddenin yoğunlaşması dediğimiz
şey budur. Böylece maddeye biz, enerjinin bir görünümü
yada enerji titreşimlerinin yoğunlaştığında aldığı bir isimdir
diyebiliriz. Sadece bedensel olarak değil şuurumuzun da bu sonsuz
sınırsız Enerjiye ait olan Mutlak (Salt) Bilincin bir görünümü olması
dolayısıyla bir hayaldeki uzay-zamanı algılamalarımız, biz onları
tasavvur ettiğimiz derecede mevcut olup gerçekte bir hacme, kütleye,
boyuta... vb sahip değillerdir. Dolayısıyla madde kabulüne dayanan
evren anlayışından yola çıkarak gelinen ilk nokta olan Big-Bang görüşü
Q.P. düzeyinden bakış açısına göre bildiğimizin ötesinde bir başka
şekle bürünmektedir. Çünkü Big-Bang patlaması ve sonraki süreçler de
holografik olarak aynı şekilde düzenlenmektedir.
Bu yüzden David
Bhom, görünen maddesel nesneler için “Her şeyin altında yatan bir
düzenin ikinci kademede ortaya çıkış görüntüsünden başka bir şey
değildir. Bu düzeni kuran, düzenin aynı zamanda kendisi. Bir ve
Tek...” diyerek algıladığımız evrendeki tüm varlığın dışarıda,
ötelerdeki biri tarafından meydana getirilmeyip, kendinden kendine
kendiliğinden olan bir oluşumun sonucu var olduğunu
belirtmektedir.
Bundan binlerce
yıl önce Hz Muhammed (sav)’ in dile getirdiği “Zerre külün
aynasıdır”sözü ile Hz İsa (as)’ ın “Hepinizin üzerinde olan
ışık benim. Bütün Benim. Bütün benden çıktı ve bütün bana erişti.
Ağacı yarın ben oradayım; taşı kaldırın beni orada bulursunuz”
ifadesi bugün modern bilimin tabanda eriştiği gerçeği kısaca
özetlemektedir.
Kenan Keskin
http://gulizk.com
22.6.2000
Dipnot:
(1)
Shördinger denklemi, bir parçacığın davranışını önceden haber
vermemesine karşın, parçacıklar topluluğunun tamamına ait bir dağılım
modelini önceden istatistiki olarak haber vermeyi mümkün kılar.
Kaynakça:
AHMED FEVZİ YÜKSEL; “Dün / Bugün”