Bizler,
metafiziksel kavram ve fenomenler karşısında bilinçli ya da
bilinçsizce, hemen bilimsel ve akılcı bir kimliğe bürünüp
sağduyumuzla çelişmesi yüzünden, bu tür konuların gerçek dışı ya
da mümkün olmayan, hayali şeyler olduklarına hükmederiz. Oysa
1900’ lü yılların başında Einstein ile birlikte başlayan modern
bilimin verilerine baktığımızda, bunların da sağduyumuzla
tamamen çeliştiğini, hatta bu bilgilerin akıl dışı gördüğümüz
metafiziksel olayları anlamamıza yardımcı bile olduklarını
hayretle müşahede etmekteyiz. Her an bizi şoka sokan bu
verilerin başında da Rölativite Teorisi gelmektedir.
Bildiğimiz üzere Newton (klasik) fiziği, her zaman sağduyumuzla
uyumlu olarak çalışır. Evrende sabit, mutlak bir nokta (mekân)
olduğu gibi, bu sabit noktadan bağımsız bir de evrenin her
yerinde eşit bir biçimde işlemekte olan mutlak bir zamanın
varlığı söz konusudur (1) . Yani; saatin tik takları
evrenin neresinde olursanız olun, aynı şekilde akar. Çekim
kuvveti de ışık hızı gibi sabit değil, sonsuz bir hızla hareket
etmektedir. Bu nedenle bir cismin konumunu değiştirdiğiniz an,
bunun kütle çekim (gravitasyonel) gücü, etkileştiği diğer
cisimler üzerinde aynı anda etkisini göstermekteydi. Işığın
sonsuz hızda olması dolayısıyla da, biz evrenin şu anki durumunu
gözlemlemekteydik. Oysa Einstein bize, bunlar klasik bakış
açımızla uyumlu gibi görünse de, gerçekte durumun hiç de böyle
olmadığını gösterdi.
Öncelikle evrende durgun hareketsiz bir nokta mevcut değildir.
Biz, her ne kadar hareket etmekte ve bu hareketimizi de durgun
olarak düşündüğümüz bir şeylere, mesela evlere, ağaçlara,
dağlara...göre belirlemiş olsak da, diyelim ki, okyanusta bize
yaklaşmakta olan bir başka gemiyi gördüğümüzde, birbirimize göre
hareket durumumuzu bir öncekiler gibi rahatlıkla ortaya
koyamayacaktık. Çünkü, o bize yaklaştığı gibi, o duruyor, biz
ona göre hareket ediyor olabiliriz. Üçüncü bir sabit referans
noktası olmadığı ya da motorun çalıştığını veya göstergelerden
konum ile hızlarımızı bilemediğimiz müddetçe de bu durum
anlaşılamayacaktır.
Durgun olarak düşündüğümüz şeylerse, gerçekte hareketsiz değil,
her şey bir diğer şeye göre her an hareket durumundadır. Mesela
dünya, içindekilerle birlikte sabit olarak referans aldığımız
güneşe göre hareket etmektedir. Güneş ise, galaksi düzleminde
hareket ederken, galaksimiz de bağlı olduğu galaksi grubuyla
birlikte başka bir sabit referans noktasına göre hareketine
devam eder ki, böylece makro kozmosta hareketsiz bir noktanın
varlığının olmadığını görürüz. Keza, parçacık boyutlarına
indiğimizde de aynı şekilde, durağan hiçbir taneciğin olmadığını
görmekteyiz. Elektronlar, atom çekirdeği etrafında dolanırken,
çekirdek de olduğu yerde titreşim hareketi yapar. Yine durgun
olarak varsaydığımız atom ve moleküller benzer şekillerde, belli
frekanslarda titreşerek hareket ederler. Velhasıl, yukarıda da
belirttiğimiz gibi, evrende her şey bir diğerine göre izafi
biçimde hareket halinde olup sabit, durağan hiçbir şey yoktur.
Evrenin bu özelliği ise, Mutlak uzay kavramını ortadan kaldırır.
Işığın boş uzaydaki hızı,(2) tüm gözlemcilerin hareket
durumlarından tamamen bağımsız olarak, bütün referans
sistemlerine (gözlemcilere) göre aynı ve sabittir. Evrenin
neresinde olursanız olun, ışık, kaynağının her türlü
hareketinden bağımsız bir biçimde sabit hızla yaklaşık saniyede
300 bin km’lik hızla hareket eder. Bu nedenle, gökyüzüne
baktığımızda, yıldızların şu anki konumlarını değil,
uzaklıklarına eşdeğer sürelerdeki geçmiş zamanlarındaki
hallerini görmekteyiz. Benzer şekilde çekim hızının da ışık
hızıyla aynı olması dolayısıyla, diyelim ki güneş şu anda
ortadan kalkmış olsa, yaklaşık sekiz dakika sonra bunun etkisini
görecektik. Oysa güneş, bu sekiz dakika boyunca kendisinde
hiçbir değişiklik olmaksızın görünmeye devam ederdi. Güneşin bu
etkisi bize göründükten yaklaşık dört dakika sonra Mars’ta, 152
dakika sonra Uranüs’te, 319 dakika sonra Plüton’da, 4 yıl sonra
bize en yakın yıldız olan Alfa Century de, 3,5 milyon yıl sonra
da Andromeda galaksisinde görünecekti.
Demek ki evrende tek bir olay meydana geldiğinde, bu olay farklı
uzaklıklarda bulunan gözlemciler tarafından aynı anda değil,
ayrı ayrı zamanlarda gerçek olarak gözlemlenmektedir. Ya da
farklı mesafelerde bulunan gözlemciler, bir nesnenin o andaki
durumunu değil, farklı zamanlardaki hallerini gerçek olarak
algılarlar. Dolayısıyla, her birimin gözlemi veya yaşadığı
gerçek bir diğerinin gerçeği olmasa bile, hepsi ifadelerinde
haklıdırl
Aynı olaya farklı açıdan bakarsak; bir mekânda somut biçimde
görülen olaylar, bir başka mekânda soyut olarak geçmiş ya da
gelecek şeklinde algılanır. Bu nedenle bir mekânda somut
şekilde yaşanılan gerçekler, diğer mekânlarda soyut olarak
algılanmaktadır.
Bu yüzden Einstein evrende her şeyin determinist (belli bir plan
ve programla meydana geldiğini) olduğunu “ Tanrı zar atmaz”
sözüyle dile getirdikten sonra devam ediyor: “Her şey, bizim
üzerinde denetim kuramadığımız güçler tarafından belirlenmiştir.
Bir sinek için olduğu kadar, bir yıldız için de her şey
belirlenmiştir. İnsanoğlu, sebzeler ya da kozmik toz. Biz
hepimiz çok uzaklardan çalınan görülmeyen bir kavaldan gelen
gizemli ezgiyle dans etmekteyiz”.
Ayrıca, klasik anlamda kullandığımız hızlar toplamı ya da
farkı, ışık hızı için söz konusu değildir (ışığın hızı, bir de
kaynağının hızı hareket yönüne bağlı olarak toplanıp
birbirlerinden çıkartılamaz). Diyelim ki siz, saatte 100 km’lik
hızla giden bir trenin üzerinde trenle aynı yönde saatte 40 km’
lik hızla giderseniz, trene göre hızınız 40 km/st iken, yere
göre 140 km/st olur. Ya da aynı hızla, ama bu sefer de tren
üzerinde zıt yönde giderseniz, yine sizin hızınız trene göre 40
km/st iken yere göre 60 km/st ‘dir. Klasik hızlarda bu böyle
olmasına karşın, ışık hızı için geçerli değildir. Siz elinizdeki
ışık kaynağıyla birlikte çok hızlı giden bir araçla ışık hızını
ölçen bir dedektöre doğru ya da ters yönde hareket etmiş olsanız
dedektör, her iki seferde de ışığın hızını aynı ölçer. Bu aynı
aracın ışık hızına yakın hızlarda benzer hareketleri
sergilemesinde de aynen geçerlidir.
Görüldüğü gibi evrende her şey rölatif, izafi olmasına karşın,
Mutlak olan, sadece ışık hızıdır. Bu yüzden rölativite kavramı
evrendeki tüm olayların bu mutlak sabit hıza göre ölçümlenmesi
sonucu ortaya çıkmış bir gerçektir. Rölativite teorisi de iki
başlık altında incelenir. Özel rölativite teorisi, genel
rölativite teorisi olarak. Bunlardan özel rölativite teorisi;
birbirlerine göre sabit hızla hareket eden bütün referans
sitemlerine (gözlemcilere) göre fizik (doğa) yasaları aynıdır
der. Genel rölativite teorisi ise; birbirlerine göre sabit
olmayan hızlarda yani, giderek hızlanan ya da yavaşlayarak
hareket eden bütün referans sistemlerine (gözlemcilere) göre
doğa yasalarının aynı olduğunu söyler. Ancak, evrenin her
bir noktasında doğa yasalarının aynı olmasına karşılık, olaylar
görecelidir (izafidir). Bu yüzden bir olay, o olaya bakan bir
veya birden çok gözlemciye aynı gözükmeyebilir (farklı görülür)
ki, yukarıda buna değinmiştik.
Bu nedenle; hareket halindeki cisimlerin klasik fizikteki gibi
sabit olan referans sistemlerine göre boyutları (en,boy,
yükseklik...), kütlesi ve zamanı da cisimlerin hızları oranında
sabit kalmamaktadır. Çünkü, duran gözlemci, hareketli cismin
hızı arttıkça kütlesinin arttığını, hareket doğrultusundaki
uzunluğunun kısaldığını(boyutların küçüldüğünü), zamanın ise
genişlediğini gözlemlemektedir. Tam ışık hızında ise, cismin
boyu (boyutları) sıfıra inerken, kütlesi sonsuza ulaşmaktadır.
Zaman ise, tamamen durur ki, cismin boyutları ve kütlesinin bir
an için değişmediğini varsayarsak, bu durumda cismin hareketsiz
kalıp donduğunu görürdük.
Buna karşılık, hareket halinde olan cismin veya aracın
içindekiler, tam ışık hızına ulaşıncaya kadar hiçbir
anormallikle karşılaşmazlar. Onlara göre aracın içindeki tüm
nesnelerin boyut, kütle ve zamanı, araca bindikleri ilk
durumdaki gibi normaldir. Bunun nedeni, kendileriyle birlikte
içinde bulundukları sistemin de eşit, orantılı biçimde değişime
uğramasıdır (yani araç ve içindeki tüm atom ve moleküller,
paralel biçimde küçülmekte, kütleleri artmakta, zamanları da
yavaş akmaktadır). Ancak, bu da aracın penceresinden dışarı
bakmamaları şartına bağlıdır. Bakacak olurlarsa, hepsi şoka
girerler. Çünkü, dışarıda duran gözlemcinin (dolayısıyla,
evrendeki tüm nesnelerin) uzunluğunun (boyutlarının) arttığını,
kütlesinin hafiflediğini (azaldığını), zamanın ise aracın hızına
bağlı olarak hızlandığını (duran adamın saatinin delice
döndüğünü) dolayısıyla, olayların hızlı geliştiğini ve tam ışık
hızının da boyunun ve zamanının (boyutlarının) sonsuz,
kütlesinin de sıfır olduğunu görür. Bu açıdan bakıldığında da,
tam ışık hızında mekân ve zaman kalkmış olur. Oysa, dışarıdaki
gözlemci açısından, kendisinde ve çevresindeki uzayda hiçbir
değişiklik söz konusu değildir.
Burada dikkât edilmesi gereken birkaç husus vardır. Bunlardan
ilki; cismin kütlesinin artması demek, o cismin parçacıklarının
yani atom ya da molekül sayılarının artması değil, bu
taneciklerin direkt kütlelerinin artması demektir. İkinci
olarak; cisimler üzerindeki bu tür değişiklikler ancak ışık
hızına yakın hızlarda kendini gösterirken, düşük hızlarda boyut,
kütle ve zaman değişimleri ihmal edilebilecek kadar küçük
olduğundan, bu nesneler klasik fizik yasalarınca davranış
sergilerler.
Bu duruma küçük bir örnek verirsek; ışık hızının % 98’ i kadar
bir hızla giden bir aracın boyu beş kat kısalırken, kütlesi beş
kat artar. Aynı şekilde, duran gözlemciye göre zamanı da beş kat
genişler. Diyelim ki, hareketli adam iki yıl yaşlanırken, duran
gözlemci 10 yıl yaşlanır. Hızlandırıcılarda yapılan deneylerde
de parçacıkların ışık hızına yaklaşmaları oranında kütlelerinin
onlarca, yüzlerce, binlerce kat arttığı, zamanlarının ise yavaş
akmaya başladığı gözlemlenmiştir. Bunlardan ışık hızının %99’
una ulaştırılan elektronların kütleleri 7 kat artarken, ışık
hızının % 95’ ine hızlandırılan Hidrojen çekirdeklerinin
(protonların) ise yaklaşık 3 kat arttığı görülmüştür. Bunun gibi
evrendeki tüm cisim ve tanecikler en fazla ışık hızına yüzde,
binde, on binde,...vb oranlarla yaklaşabilirler. Çünkü tam ışık
hızında kütle sonsuz olacağından bu hız ve üzerine çıkılamaz.
Ancak, bu durumda bizim evren için geçerli olduğunu unutmamamız
gerekir. Fotonların bu hızda olmalarının sebebi, kütlesiz ve her
an ışık hızında hareket etmeleridir. (3) Ayrıca denklem
grafikleri de asimtotiktir. Bunun anlamı; ışık hızına çok yakın
değerlerdeki çok çok küçük farklılıkların cisimlerin boy, kütle
ve zaman parametrelerinde çok büyük oranlarda oynamalara,
değişimlere neden olmasıdır.
Cisimlerin hızı yükseldikçe zamanlarının yavaşladığını ünlü
fizikçi Paul Langevin de şöyle ifade etmektedir: “Bir
taşıtın, içindeki insanlarla birlikte yeryüzünden ışık hızının
yirmi binde bir hızla ayrıldığını düşünün. Bu taşıt ve içindeki
insan, taşıt içindeki kendi zamanı ile tam bir yıl dünyadan
uzaklaşıyor. Bir senenin sonunda ise çark ediyor ve dünyaya geri
gelmeye başlıyor ve sonuçta dünyaya geri döndüğü zaman, kendi öz
zamanına göre iki sene geçmiş iken, dünyanın tam iki yüz yıl
yaşlanmış olduğunu, dünya üzerinde üç neslin değişmiş
bulunduğunu görüyor.”
Burada önemli bir nokta da; taşıttaki insanın bu hareketiyle
yaşamına devam ettiğini düşünsek bile, kendi zamanına göre
ömrü neyse yine onu yaşamasıdır. 60 ise, 60 yıl, 70 ise, 70 yıl.
Eğer uzay boşluğunda ışık hızına yakın bir hızda “birbirlerine
göre” yan yana ya da karşılıklı sabit hızla hareket eden
iki özdeş taşıtı göz önüne almış olsak, birbirlerinin boylarını,
kütlelerini ve zamanlarını ölçtüklerinde her ikisi de karşı
taşıtın boyunun daha kısa, kütlesinin daha fazla ve zamanlarının
da daha yavaş aktığını ölçümlerler. Biri diğerini bu şekillerde
ölçümlemesine karşılık, kendilerinde en ufak bir anormallik
görmezler. Çünkü, birinci taşıta göre ikinci taşıt hareketli,
kendisi durmakta, ikinci taşıta göre ise, kendisi durmakta
birinci taşıt hareket etmektedir. Burada hemen şöyle bir soru
sorulabilir: Buradaki durum bir önceki anlatımla bir çelişki
oluşturmuyor mu?. Yani burada taşıtlar birbirlerinin uzunluğunu,
kütle ve zaman değişimlerini aynı, benzer biçimde ölçümlerken,
bir önceki örnekte ise farklı biçimlerde ölçümlemekteydiler.
Dolayısıyla, bunu Lengevin’ in örneğine uygularsak; yerde duran
kişiye göre, hareket halindeki taşıt daha genç kalırken,
taşıttaki insana göre de aslında taşıt duruyor, yeryüzü hareket
ediyor görünmeli ve bunun sonucunda da dünyadaki gözlemcinin
genç kalması gerekir ki bu da bir paradoks oluşturmuyor mu?.
Hayır oluşturmaz. Çünkü rölativite teorisinin özel ve genel
olarak iki şekilde incelendiğini belirtmiştik. Bunlardan özel
rölativite teorisi; eylemsizlik sistemlerinde yani birbirlerine
göre duran ya da sabit hızla hareket eden sistemlerde (ki
ivmesiz hareketlerde), genel rölativite teorisi de eylemli yani
ivmeli sistemlerde geçerliydi. Bu nedenle ikizler örneğini eğer
eylemsizlik sisteminde incelemiş olsaydık, birbirlerini, kendisi
duruyor diğeri hareket ediyor şeklinde göreceğinden benzer
biçimli değişimler meydana gelecekti. Oysa Lengevin örneğinde
eylemsizlik sistemi değil, eylemli sistemin varlığı söz
konusudur. Çünkü araç önce hızlanmak, belli bir süre gittikten
sonra geri dönmek ve en sonunda da durmak için ivmeli hareket
yaptığından, artık her iki gözlemci için eylemsizlik
sistemlerine özgü var olan simetri bozulmuş, dünyadakinin
durağan, uzay aracındakinin ise hareketli olduğu kesinleşmiş,
anlaşılmış olur. Böylece paradoks da ortadan kalkar. Tekrar
özetlersek; birbirlerindeki değişimleri benzer nitelikli görme
olayı ivmesiz sistemlerde yani sadece, hızlarında hiçbir
değişiklik yapmadıkları sürece geçerli olmaktadır.
Buna değindikten sonra yine
ikizler örneğine dönüp bu sefer de “taşıtımız ışık hızına yakın
bir hız yerine, tam ışık hızıyla mesela, beş yıl boyunca uzayda
dolaşıp geri dönerse sonuç ne olurdu?” diye soralım. (Ancak, bu
esnada konunun daha iyi anlaşılması için, kütle artışını göz
ardı edip sadece boyut ve zaman değişikliğini göz önüne alarak
düşünelim). Cevap gayet basit: Çünkü, taşıttaki adam hiç
yaşlanmazken yeryüzünde beş yıl geçmiş olur. “Peki, bu daha önce
değindiğimiz benzeri örnekle çelişki oluşturmuyor mu?” diye
sorulursa buna cevap olarak da şöyle deriz: Taşıtın tam ışık
hızıyla hareket etmesi sonucunda, aracın zamanı tamamen durur.
Dışarıdan bakan gözlemci, ışığın klasik boyutlardaki hareketi
nedeniyle ışık haline dönüşen bu aracın saniyede 300 bin km’ lik
sınırlı hızla, beş yıl boyunca uzayda hareket
ettiğini,dolayısıyla bu süre sonunda yeryüzüne geri döndüğünde
onun hiç yaşlanmadığını, kendisinin ve dünyanın ise, beş yıl
yaşlandığını görür. Buna karşın, araçtaki insan da, ışık hızında
hareket ettiğinden dünyanın ve evrenin tüm tarihinin tükendiğini
görür, dolayısıyla zaman ve mekân onun için de ortadan
kalkar. Yani, dışarıdaki gözlemci onu bir ışık halesi olarak
görüp adamın boyutları ve zamanı ortadan kalkarken (çünkü
fotonlar birer boyutsuz noktacıktırlar) hareket halindeki
insan da, adamın evrenle birlikte yok olduğunu, zamanın ve
mekânın ortadan kalktığını görür.(Bununla birlikte,
taşıttaki adam tam ışık hızında iken beş yıl boyunca
hepliğini yaşayarak, gitmesiyle dönmesi bir olur). Ancak, aracın
yeryüzüne geri dönmesi yine taşıtın ivmeli bir biçimde
yavaşlayıp durmasına neden olacağından bu durum, taşıtın tekrar
ışık halinden madde durumundaki üç boyutlu uzay zaman sınırları
içerisine girmesine, dolayısıyla zamanının sonsuzdan tekrar geri
gitmesine yol açar. Ancak geldiği zaman, dünyadan ayrıldığı beş
yıl sonrasıdır. Aynı olayı kara-deliklerde de görebiliriz. Bu
sefer, taşıtımızı kara-deliğin olay ufkuna gönderip beş yıl
orada kaldıktan sonra tekrar yanımıza getirebilseydik, durumun
yine aynı olduğunu görürdük.
Gerçi kütle artışını göz önüne
almış olsak bile, yine değişen bir şey olmaz. Çünkü, ışık hızına
doğru hareket eden cismin boyutları küçülürken kütlesi
artmaktaydı. Boyutların küçülmesi ise, işin içine kuantum
fiziğindeki belirsizlik ilkesini de katacaktır. Bir cismin tam
ışık hızında sonsuz kütle ve sıfır boyutta bulunması,
belirsizlik ilkesince yasaklandığından cisim uzay-zamanı terk
ettiği noktada sonsuz kütle bir anda sonsuz enerjiye dönüşür ki,
cismi burada insan olarak ele aldığımızda, bu insan sonsuzlukta
hepliğini yaşayacaktır. Artık o, hep olmuştur. Onun için çokluk,
parça-bütün ve her türlü dualitelerle, baş-son, gelme-gitme...vb
kavramların tamamı düşer. Yine ayrıldığı uzay-zamana döndüğü
taktirde, bir önce de değindiğimiz gibi, zaman sonsuzdan geri
döner, kütle azalır, boyutlar ise eski şeklini alır. Ancak, bu
sefer bilinci et beden boyutuyla kayıtlı değildir. Çünkü onun
Bilinci artık Evrensel Bilinçtir. Bunu bir adım daha ileri
götürürsek, yaşadığımız boyutta hepliğini yaşamaya başlayan
bilinç, sonsuz uzay-zamanlara bürünerek ortaya çıkan varlıkların
kendisi olur kesintisiz bir biçimde. Zaten Kâinatın Efendisi Hz.
Muhammed (sav) Efendimiz demiyor muydu: “ Zerre külün aynısıdır”
diye.
Devam edecek...
hologramk@yahoo.com
İstanbul - 30.01.2004
http://sufizmveinsan.com
(1)
Newton’
un Mutlak uzay-zaman kavramı hiçbir şeye (dolayısıyla
gözlemcilere) bağlı olmayan ve sadece bizatihi kendi kendine var
olan uzay-zamandır. Bu nedenle, evrenin neresinde olunursa
olunsun, hangi gözlemci tarafından bakılırsa bakılsın fark
etmez; bir cismin mutlak hareketinin bu Mutlak, salt mekâna göre
tespit edilebileceğini, zamanın ise, yine tüm gözlemcilerin
bakış açılarından bağımsız olarak her yerde aynı, eşit bir
biçimde akmakta olduğunu söyler (ki bu da zamanın mutlak olması
demektir.)
(2)
Işığın
boşluktaki gerçek hızı 299,792,458 km/sn’dir. Işığın çeşitli
yoğun ortamdaki hızları ise mesela su içinde 225 bin km/sn, cam
içinde 176 bin km/sn’dir. Bunun nedeni, bu ortamlarda enerji
yitirmesidir.
(3)
Aslında fotonların durgun kütleleri sıfır olmasına karşın,
hızlarından yine de ihmal edilebilecek bir kütleye sahiptirler.
Bu yüzden yığınsal etkileri, çarptıkları yüzeylerde bir basınç
uygular. Mesela güneşten gelen fotonların dünyaya çarpmaları ile
oluşturdukları basıncın yaklaşık 320 milyon ton olması gibi.
|