TELEPATİ -DURUGÖRÜ II 

Bu olayların sıkça görüldüğü kişilerden biri de ikizlerdir. İkizler arasında mesafeler ne olursa olsun birbirlerinden hiç haberdar olmadan, bilmeden ayrı ayrı yetiştirildikleri halde aynı şeyleri düşünmeleri, hissetmeleri bilimsel olarak belgelenmiştir. Gerçi aynı genetik özelliklere sahip olduklarından birçok davranışlarının, seçimlerinin, düşünme biçimlerinin...vs. aynı olması beklense de gözlemlenen öyle olaylar vardır ki bunlar, bu tür açıklamaların tamamen dışında kalarak duyu dışı algılama sınıfında net bir biçimde yerini almaktadırlar. Ayrıca, ikizler arasında yapılan bilimsel deneylerde de ikizlerin birindeki beyinsel faaliyetin aralarında hiçbir bağlantı olmayan, laboratuarın diğer odasındaki ikizinde de aynı şekilde meydana geldiği cihazlarla tespit edilmiş durumdadır. Ülkemizin güneydoğusunda teröre karşı mücadele eden askerlerimizin şehit olmaları sırasında ya da daha öncesinden bu durumun aileleri, yakınları, dostları tarafından uyanıkken  veya rüyalarında çeşitli şekillerde müşahede etmeleri böyle bir bağlantının varlığına ilişkin en büyük kanıtlarından birini oluştururken, bazılarında aynı olayın birden fazla kişi tarafından algılanmış olması olayın durumunu daha da somutlaştırmaktadır. Bir başka ispatta, benzer türden aynı, algılamaların, hissedişlerin, rüyaların... üst üste üç, dört...gün boyunca görülmesidir. Bazı bilim adamlarının diğer benzerlerinde olduğu gibi, bu netlikteki olaylara karşı da hiçbir bilimsel dayanağı olamamasına rağmen tesadüf demesi ve iddialarını da bilimsel olarak ispatlayamamaları, bilimsel kişiliklerinin ötesinde inançlarını dile getirmelerinden başka bir şey değildir. Bu yüzden bu tür şeylere şaşmamak gerekir. Burada hemen şunu belirtmek gerekir ki, bu olayların hepsi cinni olay değildir. Sadece bu durumun cinni kanallara açık olduğunu, genellikle de bu varlıklarca istismar edildiğini söylemekteyiz. Yoksa, insanlarda bu olaylar meleki ya da cinni olarak ikiye ayrılır. Ancak bizler, yaşadığımız boyuta olan bağlılığımız, şartlanmalarımız, meyillerimiz dolayısıyla meleki olanlardan çok cinni kanallara daha fazla maruz kalmaktayız. Hemen şunu da belirtmek gerekir ki, Cinler, Halifetullah özelliğine sahip olamamalarından ötürü asla vahiy alamazlar. Aldıkları doğru bilgiyse ilhamdır, sezgidir.

Örnek olması açısından, yine bazı araştırma sonuçlarına geçmeden önce, yapılan bilimsel incelemelerde duyu dışı algılamalarının (DDA) tarih, tarih öncesi ya da zamanımızdaki teknolojiden uzak, ilkel olarak gördüğümüz toplumlarda daha fazla olduğu, bunun nedeninin de uygar toplumlardaki gibi önyargı ve şartlanmaların olmamasından ileri gelmesidir. Bilindiği üzere eski toplumlardaki dini önderler, rahipler, şamanlar,...vb halkı yönlendiren insanlar telepati ve duru görü yeteneklerine de sahiptiler. Yine yapılan araştırmalarda, DDA’ ların % 65’lik bir oranının korteksin devre dışı kaldığı rüyada gerçekleştiği de görülmüştür. Bunun yanında, hipnotizmanın da telepati ve duru görü...vb yetenekleri artırdığı ispatlanmıştır.

Laboratuvar ortamında ilk ciddi bilimsel çalışmalar, ilk parapsikoloji bölüm başkanı da olan Duke Üniversitesinden Dr. J. B Rhine tarafından yapılmış ve deney hakkındaki prensipler ilk kez ortaya konmuştur. Dr. Rhine, zener kartlarıyla altı yıl boyunca yüz bine yakın deneyler yapmış, sonuçta ihtimal hesaplarını alt üst eden başarılı sonuçlar elde etmiştir. (1) Ancak bu tür deneyler, bunlarla sınırlı kalmayıp DDA’ ların kesin varlığına ilişkin daha başka türden sayısız deneyler yapılmıştır. Bunlardan biri olan Moskova’daki Popov Radyo Elektronik Ve Muhabere Çalışmaları Enstitüsü Profesörlerinden M. Kogan, 1966-67 yılları arasında yaptığı çalışmalarla insan beyninin dalga boyları 25 -1000 km olan E-M dalgaları yayımladığını ve böylece insanın düşüncelerini çok uzak mesafelere taşıyabileceğini, hatta bunun için normalden 4 -5 misli daha fazla üretebilecek kapasiteye de sahip olduğunu söylemiştir. Kogan’ın çalışmaları bir rapor halinde Los Angeles California Üniversitesindeki “Altıncı His” sempozyumda okunmuş ve yine aynı Üniversitede tıbbi psikoloji Profesörlerinden Dr. Thelma Moss tarafından bu çalışmaya yakın sonuçların, yapılan ayrı denemeler sonucunda da ulaşıldığı bildirilmiştir. Ve sonuç olarak “ E-M alanları vasıtasıyla telepatinin çok uzaklara kadar ulaştırılabileceği anlaşılmıştır” denilmiştir. Mesela bunların birinde, bir çift üzerinde yapılan bir deneyde, çiftlerden birinin gözüne belli aralıklarla çeşitli frekanslarda ışık tutulduğunda bu sujenin beyninde oluşan aktivitenin, onunla telepati kurmaya çalışan diğer çifti tarafından alındığı, çiftin beynine bağlı EEG kayıtlarından açıkça gözlemlenmiştir (bu çalışmalarda, ayrı bir yazı olarak değineceğimiz rüya yollu telepati örnekleri de bulunmaktadır). Bir başka dahi fizikçi ve matematikçi Prof. Lav Landu da canlı beyinlerin çeşitli dalga boylarında radyo dalgaları yayımladığını ve bu dalga boylarına belli anlamlar yüklendiğinde ise, beyinler arası iletişimin olabileceğini bunların da hangi grup dalgalar olduğunu tespit etmeyi başarmıştır. Leningrad Bectherev beyin Enstitüsünde görevli fizyolog Leonid Vasiliev de yapmış olduğu uzun yılları içine alan çalışmalar sonucunda birçok veri toplayarak telepatinin varlığını kesin olarak göstermiştir. Bazı çalışmalarında yine bir fizyolog olan F. Tomasevski ve Psikiyatrist A. Dubrovski de ona yardım etmiştir. Vasiliev önce, iki denek arasındaki uzaklığı metre düzeyinde başlayıp kademe kademe binlerce km çıkartmasına rağmen zihinsel mesajların birinden diğerine yine rahatlıkla aktarıldığını çok açık olarak göstermiştir. Ayrıca bu durum, sujelerin beynine takılan elektrotlarla da takip edilmiş bu sıradaki beyin faaliyetleri tespit edilmiştir (2). Yıllar sonra gelişen aletlerle yaptıkları deneylerde de bir kez daha aynı sonuçlara ulaşmışlardır.

Leonid Vasiliev, Telepati deneylerinden sonra: "Biz zaten bunun radyo dalgalarından başka bir şeyin olamayacağından emindik" diyerek 1950 yılında Almanya’da yapılan bir deneyi, yazdığı “Experiments in Distant İnfluence” adlı kitabında ayrıntısıyla değinerek hipnotize edilmiş bir deneğin, normal duyularıyla hiçbir bilgi alamayacağı şekilde düzenlenmiş bir ortamda, hipnotizmacının ağzına aldığı şeylerin tatlarını tanımlamakla kalmamış, araştırmacının kendi gözüne bir ışık tuttuğunda gözünü kırpıştırmış, amonyak kokladığında suje de aksırmış, hipnotizmacının kendi kulağına dayadığı saatin tıkırtısını dahi duymuştur. Bunun yanında, iğne batırdığında ise, kendine batırılıyormuşçasına acısını hissettiğini aktarmıştır. Dr. Vasilliev’ in hipnoz altında gerçekleştirdiği en önemli deneylerden biri de, düşünce ve isteklerini telepati yöntemiyle sol tarafı tamamen felçli olan bir kadına yaptırmasıydı. Ayrıca, hipnoza rağmen kadının gözleri bağlanmaktaydı. Bununla birlikte Vasilliev, kadından yapmasını istediği şeyleri bir kağıda yazarak bir taraftan da bunları halka göstermekteydi. Durum oldukça ilginçti. Çünkü bu esnada kadının felçlilik durumu tamamen ortadan kalkıyor, kendisinden telepatiyle istenilen hareketleri tek tek yapıyordu. Deney o kadar başarılıydı ki kalabalıklar önünde bu defalarca tekrarlandı. Deneyin tekrarlanmasını isteyen şüpheciler dahi bu durum karşısında telepatinin varlığını kabul etmek zorunda kalmışlardı. Yalnız çok önemli bir nokta, bildiğimiz türden radyasyonu geçirmeyecek şekilde hazırlanmış olan (kurşun kaplamalı...vb) odalarda yada Faraday kafesinde yapılan deneylerde bile, telepati ve duru görünün gerçekleştirildiği görülmüştür. Bununla birlikte, telepati dalgalarının en belirgin özelliği, uzaklık arttıkça dalga yoğunluğunun, uzaklığın karesi oranında zayıflaması beklenirken telepatide böyle bir düşme gözlemlenmemekte bunun yerine, dalgalar,mekan ve zamandan tamamen bağımsız da hareket edebilmektedir. Çünkü tam ışık hızında uzay- zaman boyutu aşılır. Böylece mekan ve zaman, zamansız ve mekansız olarak algılanıp değerlendirilir. Düşünce hızı ise, tabanı ışık hızı ve ötesidir. Bu yüzden enfüsi olanın yanında afaki boyutta da düşündüğün an Ay’dasın, Mars’tasın, Andromeda’dasın, evrenin herhangi bir yerinde ya da farklı boyutlarındasın. Ayrıca deneyler, uzak mesafedeyken telepatinin daha başarılı olduğunu göstermiştir. Buda bize beynin, iletişimi sağlayan radyo dalgalarının yanında, tıpkı yıldızların ikiz yapılarından gelen dalgalarda olduğu gibi, bugün henüz bilimin keşfedemediği, skalasını ölçemediği ve canlı ve cansız nesneleri de etkileyebilen, yönlendiren, onlarla her şekilde etkileşime giren çeşitli frekanslardaki dalga boylarında da yayın yaptığını açıkça göstermektedir. Bugün bu tür dalgaların varlığı, kesin olarak bilinse de (kanıtlansa da) cihazların yeterince gelişmiş olamaması yüzünden beyindeki bilinen dalgaların bile ne tür işlevler gerçekleştirdiği henüz tam anlamıyla çözülebilmiş değildir, şimdilik.                 

Benzer deneyler yapmış başka bir Rus bilim adamı grubu da, sujeler arası oluşan mükemmel düzeydeki haberleşme ağını şöyle izah etmiştir: “ Biz telepati naklinin başlamasını takip eden bir ile beş saniye içinde beynin bu alışılmışın dışındaki faaliyetini keşfettik...Ve bu değişiklik, daima sujenin telepatik mesaj aldığını fark etmesinden birkaç saniye önce olmaktaydı”.  Sujelere sorulduğunda ise bu hali, bir telefona benzetmekte bazen de kendilerini bir kukla gibi iplere bağlı olarak hareket ettiklerini belirtmişlerdir. Ayrıca bu bilim adamları farklı farklı deneklerle defalarca yaptıkları deneylerde de benzer sonuçları elde etmişlerdir. Bununla birlikte Vasiliev, telepati deneyleri yaptığı bu sujelerle duru görü çalışmaları da yapmış ve bunda da oldukça başarılı veriler toplamıştır. Yine, aynı anda farklı deneklerle yapılan hipnotizma deneylerinde, (mesela, California Üniversitesinden psikolog Prof. Charles Tart bunlardan biridir) sujelerin birbirleriyle bağlantılı aynı deneyimi paylaştıkları, aynı vizyon içinde yer aldıkları (buluştukları) da ortaya konmuştur. Biyofizikçi Dr. Yuri Kamensky, Rus artis Karl Nikolaiev ile aralarında üç bin km mesafeden yaptıkları başarılı telepati deneylerinden sonra (ki bunu L. Kogan başkanlığında bir grup bilim adamı yönetmiştir) bazı küçük cümlelerin, kelimelerin kendisi değil de çizgi ve noktalardan oluşan mors alfabesine dönüştürülmüş şekillerinin beyinde düşünülmesi suretiyle gönderilmiş ve bunlar da başarıyla alınarak çözümlenebilmiştir.

1886 yılında Fransız Psikolog Prf. Pierre Janet ve Dr. M. Gibart’ la başlayan, ve tanınmış fizyolog Vilademir Brechtherev’in öğrencisi olan (bir üstte de belirttiğimiz) Prof. Leonid Vasiliev gibi saygın bilim adamlarınca devam eden telepati deneylerinden biri de, birkaç milden başlayıp birkaç bin mile kadar uzanan mesafelerden sujenin hiçbir haberi olmaksızın, arada beş duyuya ait ya da bilinen herhangi bir haberleşme bulunmaksızın sadece düşünce, imajinasyon gücüyle hipnotize edildiği, uyutulduğu ve daha sonra aynı yöntemle uyandırıldığı bir çok başarılı deneylerle gösterilmiştir. Mesela bunların birinde 25 denemeden 19’ u yüzde yüz tam istenildiği gibi gerçekleştirilirken, altı tanesinden de dördü kısmi olarak gerçekleştirilmiştir (ki bu oran, diğer benzerlerinde olduğu gibi, kabul edilmesi gerekenin çok çok üstünde bir sonuçtur). Vasiliev’in yaptığı bu başarılı deney, aynı denek kullanılarak ünlü Nobel ödüllü Charles Richet başkanlığında Paris’in saygın bilim adamlarınca oluşturulmuş kurul önünde de tekrarlanarak onaylanmıştır. Bu tür deneylerde kazayla yada bilinçli bir şekilde oluşan gecikme, erteleme durumunda ise, binlerce km uzaklıktaki alıcının hiçbir şey algılamadığı ya da etkilenmediği (ekibin hiçbir şey ölçümleyemediği)  örneklerde oldukça çoktur. Bu aynı zamanda, büyü dediğimiz belli kelime ve hareketlerle üretilen şifrelenmiş beyin dalgaları vasıtasıyla bir başka kişi ya da kişileri etkilemeyi de ispatlamaktadır. Oysa bazı Müslüman alimler onca ayet ve hadislere ve bunları onaylayan bilimsel bulgulara rağmen büyünün aslının olmadığını iddia etmektedirler, kendi hayal ve zanlarına göre (elbette bu işin sahtekarları da az değil).

Ayrıca telepatide, göndericinin, alıcının nerede olduğuna ilişkin yeri bilip bilmemesinin, mesajın, enerjinin (mesela şifa enerjisinin) ilgili kişiyi bulmasında bir etkisinin olmadığı da görülmüştür. Ancak, o kişiyle bağlantıya geçmek için sadece o kişinin fotoğrafı veya ona ait bir parça eşya yeterlidir, dalgayı ilgili kişiye odaklamak için. Yoksa bu nesnelerin hiçbir fonksiyonu yoktur. Dolayısıyla aynı yerde birkaç kişi olsa bile, mesaj adresini şaşırmadan bulmaktadır. Yine yapılan araştırmalarda bazı deneklerin kendilerine hiçbir haber verilmemesine rağmen, kendilerine bilgi (mesaj), enerji gönderen kişiyi, bu kişinin olması düşünülen birçok kişi arasında olsa bile tanımlayabildikleri de ortaya çıkmıştır.

Ayrıca, en temel noktada zamana ve mekâna bağlı olmaksızın holografik olarak düzenlenmiş bir sistemin boyutumuzdaki yansımasının madde ve de ona göre varsaydığımız enerjinin  bu maddeler arası iletişimi sağladığını daha önceki yazılarımızda belirtmiş bunun da birçok açıklayamadığımız olaya açıklık getirdiğini söylemiştik. Bu nedenle, eğer bir arkadaşımızı aramaya kalktığımızda onun bizi aradığını görürsek pek şaşırmamamız gerekir. Çünkü, biz düşündüğümüz anda beynimizden yayınlanan dalgaların yoğunlaşarak karşımızdaki kişinin beyni tarafından değerlendirmesi, bizi aramasını doğurmuştur. Bunun tam tersi de doğrudur. Yani, onun arama düşüncesi bizim onu düşünmemize neden olmuştur. Yine benzer biçimde, uzun yıllar önce görmediğimiz birini, düşündüğümüz birkaç dakika ya da saat içinde karşımızda görüyorsak bu durumu, onu anımsadığımız anda o kişinin beyin dalgalarının tarafımızdan yakalanması olarak düşünebiliriz.  Aslında bu bağlantılar sandığımızın, hayal edeceğimizin de çok çok ötesinde karmaşık ve bir o kadar da olağanüstü, mükemmel düzeydedir.

Devam edecek...

 

(Bkz. Ruh- İnsan- Cin / İnsan Ve Din / Kendini Tanı- Ahmed Hulusi / Süper Zihinler- Prf. Jhon Taylor / Psişik Şifacılık- Prof. Alfred Stelter / Beyin Kontrolü- Dr. Armen Victorian / Astral seyahat- Richard Webster / Yabancı çeşitli internet Siteleri)

Not: Zihnin bilinmeyen özelliklerini araştırmak üzere kurduğu Noetik Bilimler Enstitüsünün de başkanı olan ve Apollo 13’ ün kaptanı olarak Ay da yürüyen altıncı adam Edgar Mitcheal de Ay uçuşu sırasında oldukça başarılı telepati deneyi gerçekleştirmiş fakat bu, görev dışı olduğu için yeterli sayıda deneme yapılamamıştır. Ama yapılanlar bile, tatmin edicidir. Edgar, önce 25’ lik bir tarot destesinden rast gele 5 kart seçer ve bir iki saniyelik yoğunlaşma ardından mantal (düşünce) yoluyla bunları Amerika’daki medyum Olof Jhonson’a gönderir. Sonuç oldukça iyidir. Çünkü, 5 karttan 4’ ü tam, biri de kısmi olarak alınmıştır.  

(1)Hatta, ona karşı çıkan şüphecilerin önde gelenlerinden Psikolog Berner Riess, Dune ile birlikte algılama gücü yüksek bir denek üzerinde yaptıkları iki bine yakın kart okuma deneyleri sonucunda sujenin, 25 taneden 18’ ini (ki bu da % 72 eder) tam olarak bildiğini bilimsel olarak kabul etmiş, bundan sonra da DDA’ nın varlığını savunmuştur. 

(2)Bu deneylerde başka yöntemler de kullanılmaktadır. Mesela, önce Dr. Stepan Figar’ın bulduğu daha sonra da elektronikçi ve kimyacı Dr. Dougles Dean’ ın geliştirdiği bu durumlarda deneklerin kan basıncını ölçen cihaz gibi. Bu ve benzeri cihazlarla da aynı sonuçlar elde edilmiştir.

 

hologramk@yahoo.com
İstanbul - 06.06.2006
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail