TELEPATİ -DURUGÖRÜ V 

Bununla ilgi örnekler oldukça çok, fakat bir fikir vermesi açısından bunlardan bazılarına bakabiliriz. Dünyanın en önde gelen Üniversitelerinden biri olan Standford Üniversitesinden lazer üzerine araştırmalar yapan, Nasa’ da da görevli  olan fizikçi Russel Targ ve meslektaşı Herold Puthoff, sanatçı ve ressam İngo Swan, emekli polis müdürü Pat Price, Uri Galler, profesyonel fotoğrafçı Hella Hamid...vb bu konuda yirmiden fazla yetenekli insan üzerinde yüzden fazla ve çok katı şartlar altında yaptıkları çalışmalarda, duyu dışı algılamalara (DDA) ilişkin kesin sonuçlara ulaşmışlardır. Bu çalışmalar, Ekim-74’ te sahasında önde gelen ciddi bilim dergisi Nature’ da da yayımlanır. Daha sonra çalışmaların detaylarını, 1977’ de yayımladıkları Mind- Reach isimli kitapta açıklarlar. Ayrıca bu denekler, dünyanın çeşitli yerlerindeki bilim adamlarınca da üniversite laboratuarlarında defalarca testlere tabi tutularak benzer sonuçlara ulaşılmıştır. Psikokinetik yeteneğinin yanında Uri Galler’in telepati, duru görü yeteneğine de, testlere verdiği büyük oranlı doğru yanıtlarla sahip olduğu anlaşılmıştır. Hatta bunlardan bazılarında, yüzde yüze yakın sonuçlar bile elde edilmiştir. Mesela, aynı üniversitede ki zar atma deneylerinde 8 te 8 bilmiş, son iki atışta ise hiç tahminde bulunmamış, on adet aynı aliminyum film kutularından sadece biri içine konan kutuyu ise, ayrı ayrı 12 denemenin her birinde bulmayı başarmıştır. Gallerin bunu şansa bulma ihtimali, trilyonda birdir (1). Bugüne kadar hiçbir hilesi bulunamayan Gallerin, halka dönük 1500 e yakın yaptığı gösterilerde de bir insanın düşündüğü, daha önceden  ya da o anda yazdığı, çizdiği kelime ve resimleri de tam olarak bilmiş, çizmiş ayrıca bu özelliğini başta BBC muhabirleri olmak üzere, dünyanın önde gelen gazetecileri, bilim adamları, sanatçıları önünde de onarı hayrete düşürürcesine kanıtlamıştır. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bu durumu Russal Targ ve Puthoff, “ Galler’in bu deneysel dönemdeki başarısından dolayı paranormal yeteneğini ikna edici ve su götürmez bir biçimde ortaya koyduğunu kabul ediyoruz” şekliyle ifade etmiştir. Targ ve arkadaşları, (DDA)’ ya sahip birimleri deniz altına bindirerek suyun yüzlerce metre altında, uzak mesafelerde de deneyleri tekrarlamış ve sonuçlar yine benzer bir biçimde şaşırtıcı olmuştur.

Hemen şunu da söylemek gerekir ki, duyu dışı algılama (DDA) deneylerinde hile faktörünün olmadığını göstermek için çok sayıda hedef, öylesine, rasgele seçilmekte, bunlar mühürlenerek zarflara, kutulara... konmakta ve bazı deneylerde de ancak yola çıkıldıktan sonra içlerinden biri seçilerek belirlenmekteydi. Mesela aynı enstitüde, aynı bilim adamlarının, olağanüstü yetenekli Hella Hamid’le gerçekleştirdiği geleceğe dönük duru görü çalışmalarında da, mesafeye dayalı olarak çok başarılı sonuçların ardından, araştırmacılardan biri Hamid’ e, Puthoff’un bir buçuk saat sonra nereye gideceğini bilmesini ister. Hamid konsantrasyonun ardından Puthoff’ un, siyah, büyük, üçgen bir demir içine doğru girdiğini, ancak kendisinin bunu tanımlayamamasına karşın saniyeler içinde tiz ve ritmik bir ses duyduğunu belirtir. Puthoff ise, tüm bunlardan habersiz arabayla yolda dolaşırken kendine verilen mühürlü zarf içindeki hedef bildiren on yerden birini, rasgele seçen bir makine yardımıyla bulur. Seçtiği yer laboratuara yaklaşık on km ötedeki küçük bir parktı. Puthoff, parkın içine girerek siyah demirden yapılmış, üçgen şeklindeki bir çocuk salıncağı görür, ona  biner ve sallanmaya başlar. Her sallandığında kendisine tiz, ritmik bir gıcırtı eşlik eder.

Benzer yeteneklere sahip olan İngo Swan da bazen BDD (beden dışı deneyim) yeteneğini bazen de durugörü yeteneğini kullanarak (ki iki yetenek de aynı şey olabilmekteydi) dünya üzerinde koordinatları verilen yerleri tespit edebilmekte, o yerlerin, oradaki nesnelerin görüntülerini, şekillerini detaylı olarak çizebilmekte, o bölge hakkında detaylı veriler toplayabilmekteydi. Swan, bir başka fizikçi, Albay statüsünde bir üst düzey Pentagon yetkilisi ve birkaç araştırmacı eşliğinde Amerikan hükümetinin resmen tanımadığı, fakat gayri resmi olarak  yıllarca sürdürdüğü çalışmalarda, öncelikli olarak daha önceden bilinen çok gizli radar, askeri üst...vb yerleri tespit etmesinin olumlu sonuçları üzerine, daha önceden hiç kimsenin bilmediği bir füze üssünü başka bir yermiş gibi koordinatlarını verdiklerinde, bu şaşırtma oyununa gelmeyerek hedefi tam doğrulukla tespit etmeyi başarmıştır. Hatta, şüpheci birinin verdiği koordinatlara odaklandığında Swan istenilen yerin, ki burası bir adaydı, haritasını öyle bir ayrıntıyla çizmiştir ki verdiği doğru bilgilerle adamı ikna etmiştir. Bir başka seferde de Antartika’ da buz altında gizlenen bir Rus deniz altının varlığını koordinatlarıyla birlikte tespit edebilmiştir. Öyle ki hayretler içinde kalan Ruslar, bunu nasıl bildiklerini karşı tarafa sorma ihtiyacı duymuşlardı. 1973 yılında Dr. Karl Oasis ‘in, içinde psikologların da bulunduğu çeşitli bilim adamlarıyla birlikte Newyork’ ta bulunan Amerikan Society for Physical Research laboratuarında Swan ile yaptıkları deneylerin birinde, zarf içine yerleştirilmiş çeşitli şekiller, tamamen kapalı bir kutuya konarak tavana asılır ve her anı kameralarla izlenen ortamda Swan’ın oturduğu sandalyeden BDD yoluyla bunları bilmesi istenir. Swan kısa bir konsantrasyondan sonra, bedeninden ayrılarak birkaç dakika  içinde 3,5 m deki kutunun içinde gerekli olanı örendikten sonra bedenine geri dönerek testi başarıyla geçekleştirir. Bu deneyin devamı niteliğinde yine göremeyeceği yerlere gizlenen çeşitli nesneleri, beden dışı deneyimi ile gördüğü açıdan tek tek tanımlamayı başarmıştır. Bu deneyde Swan’ın bunu bilme olasılığı, kırk binde birdir. Bir başka sefer de elektronik bir yeraltı makinesini BDD yoluyla gözlemleyip bu cihazın çalışma sistemini doğru biçimde çizmiş, betimleyebilmiştir. Aynı merkezde ve yine aynı denekle Dr. Jannet Mitchell ve Dr. Gertrude Schmeidler’in de katılımıyla yakın ya da çok uzak mesafelerde, bulunması imkansız gizli yerlere yerleştirilen işaretler, nesneler... de birçok başarılı BDD yollu deneylerle tespit edilmiştir. Ayrıca İngo Swan, Jüpiter ve Satürn’ün özellikleri hakkında da bilgiler vermiş ve bu bilgiler zamanı gelince de astronomlar tarafından doğrulanmıştır. Mesela, Jüpiter’in atmosferine yakın çok küçük toz, taş, kristallerden oluşmuş ince bir halkanın varlığını, 1979’da uyduların tespit etmesinden 9 yıl önce birebir haber vermesi gibi.

Duru görüyü algılayış biçimleri de, o yeri (bölgeyi) havadan görebildikleri gibi, oradan zumlama yaparak istenilen yere odaklanabilmekte, yaklaşabilmekte eğer bu bir bina ise, koridorlarında gezebilmekte, odalarına girebilmekte ve içindeki tüm eşyaları tek tek tasnif edebilmekte, kişileri tanımlayabilmekte, kasadaki ya da kasa çekmecelerindeki dosyalara, bilgilere ulaşabilmektedirler. Böylece, gizlenmiş nesne ve bilgileri bir bir tespit edebilmektedirler. Aslında bu konuda medyumsal bir savaş da sürmektedir ve bunlar artık bilinir hale gelmiştir.

Bazı gelişmiş ülkeler de batık, gömülü hazine, maden ve su yataklarının bulunmasında, hükümetlerle anlaşmalı olan üst düzey duru görü medyumlarına baş vurmaktadır, bu yolla oldukça başarılı sonuçlar elde etmiş durumdadırlar. Bu durum halen devam etmektedir. Psikometri denilen, o döneme ait bir nesneyi tuttuğunda, dokunduğunda ya da gördüğünde o devirle ilgili his ya da vizyonların görülmesinin sistemi de budur. Bunlardan biri de Utrecht Üniversitesinden Dr. W. Tenhaeff’ le birçok alanda başarılı çalışmalar yapan G. Croisettir. Bu medyum üzerinde yapılan bir dizi deneyde, eline verilen fosil parçalarının ait oldukları kültür ve devirleri tanıması istemiş ve Croiset bunları doğrulukla tek tek tanımlayabilmiştir. G. Croiset’in kaybolan, kaçırılmış ya da öldürülmüş insanların bulunmasında, katillerin profillerinin çizilmesinde, yakalanmasında, olayların aydınlanmasında da polis teşkilatlarına olan katkısı tartışılmaz düzeydedir. Bu konuda çalışan gönüllü medyumların ortaya çıkarttığı olaylar da oldukça fazla. Croiset’in çok ilginç bir yeteneği de sandalye deneyleri olarak adlandırılan dünyanın herhangi bir yerinde halka açık gösteri veya konferans salonunda rasgele seçilen bir koltukta (ki bu daha önceden ayırtılmış bir yer olmamaktadır) oturan kişinin fiziksel yapı ve özelliklerini tanımlayabilmesidir. Dünyanın birçok yerinde sayısız sandalye deneylerinde oturan kişinin cinsiyetini, yüz hatlarını, giyimini uğraştığı işleri, mesleğini ve geçmişte yaşadıkları olaylara varıncaya kadar her defasında tespit etmeyi başarabilmiştir. Colarado Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatrist Klinik Profesörlerinden Dr. Jule Eisenbud ile yaptığı sandalye deneyinde Profesör, 6 ocak 1969 da yeri hakkında bilgi verilmeksizin aynı ayın 23’ ünde gerçekleşecek bir gösteri için (ki bu Colarado Denver’dadır) rasgele bir yer tespit edildiğini Hollanda’ daki Croisete bildirir. Croiset, binlerce km uzaktan o sandalyeye oturacak kişinin bir yetmiş beş boylarında, alt çenesinde bir altın dişi bulunan, geriye doğru taralı düz siyah saçlı, ayak baş parmağında  bir yarası olan, bilim endüstrisiyle ilgili bir işte çalışan bir erkek olduğunu söyler. Gerçekten de o tarihte o sandalyeye tıpkı tarif ettiği biri oturur.

Arkeoloji başta olmak üzere duru görü yeteneğinin birçok alanda kullanabildiği birçok Üniversite raporlarıyla da onaylanan ve aynı zamanda da bir mühendis olan Stefhan Ossowiecki de çok büyük bir oranla, eline verilen katlanmış  ya da zarfla kapatılmış olan kağıtların ne hakkında bilgiler içerdiğini, onlarda neler olduğunu bilebilmekteydi. 1923 yılında onunla yapılan bir deneyde, önce Dr. Eric Dingwall sadece kendisinin bildiği, içerisinde bir şişe resmi bulunan bir bayrağı, kağıdın sol üst köşesine çizip, o günün tarihini de sol alt köşesine yazar ve bunu üç kat karton zarfın içine koyarak paket halinde Varşova’daki Dr. Baron Albert Von Notzing e gönderir. Oda yanında birkaç kişiyle birlikte, Ossoweicki’ ye vererek içinde ne olduğunu bilmesini ister. Ossoweicki, öncelikle bu zarfın başka biri tarafından yazıldığını söyler ve içindeki karton zarfın rengini dahi söyleyerek aynı şekli bir kağıda çizerek tarihini yazar. Ancak, tarihin önünde bir şeyin olduğunu, fakat onu net algılayamadığını belirtir. Böylece testi başarıyla geçer. Cambridge Üniversitesinden Dr. Carl Sargent tarafından yapılan bir deneyde de William Blak’e ait olan bir tablonun gönderici telepat tarafından bir taraftan yazıya aktarılarak bunlar düşünce yoluyla alıcıya gönderilirken diğer taraftan da nota alınan bilgiler mühürlü bir zarfa konarak alıcının eline verilir. Suje ise, zarfı açmaksızın içindeki bilgileri doğrulukla söylemeyi başarır. Bazen bu tür deneylerde sujeler, kapalı zarf  ya da kutu içerisinde bulunan resim  ya da yazılar hakkında bire bir görüntüler yerine o konuyla ilgili imajlarında beliren vizyonlar yardımıyla bunları doğrulukla tanımlayabilmekteydiler. Mesela, futbolla alakalı bir resim  ya da metin bulunuyorsa sujenin beyninde stadyum veya top...vs belirmesi gibi. 

Geleceği görme deneyleri içinde, hipnotize edilmiş sujelerin kendi gelecekleri ve gelecek olaylar hakkında sorulanlara karşı alınan cevapların kaydedilmesi ve bunların zamanı gelince denek üzerinde   veya oluşan olayların gözlemlenmesi de bulunmaktadır. Ancak, hipnoz altında yapılan deneylerle (kişinin kendisi hakkında) elde edilen bilgiler, söylediklerini hatırlamayan sujelere deneyin sıhhati açısından bildirilmemekte, yine de hatırlayabilecekleri düşünülerek, gördüklerini unutması yönünde bir de telkin verilmektedir. Mesela, İrene Muza isimli bir Fransız aktris, ipnotizma ile kendi geleceği hakkında verdiği bilgilerde hayatının çok kısa süreceğini çünkü, çok feci bir şekilde öleceğini bildirir. Notlar kaydedilir ve kendisine hiçbir şey söylenmez. Bundan birkaç ay sonra dediği çıkar ve kuaförünün yanan soba üzerine kazayla döktüğü yanıcı maddeler sonucunda saçı ve vücudu alev alır, hemen hastaneye kaldırılır, fakat kurtarılamaz, orada ölür.

Ayrıca, gerçekte radar dalgalarıyla gören, ama bunu OBE olarak algılayan birimlerde kendilerini o duruma kaptırıp bir türlü eski haline uzun bir süre dönememe olayı  ya da koma benzeri bir durum söz konusu olabileceği gibi, bu deneyimlerde de tıpkı gerçek Fetih olayında olduğu gibi kişinin bu deneyimi kaldıramayıp, hazmedemeyip beyin ve ruh arasındaki enerji kesikliği dolayısıyla aniden  ölmesi de söz konusudur. Gerçekten dünya üzerinde bu hali yaşayıp da kendine gelemeyen, ayılamayan  ya da bu sebepten birden ölen insanlar da bulunmaktadır.

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de başkanların ve bilhassa Amerikan başkanlarının bile özel astrologları yanında (bunların etkinliği ne düzeydedir bilinmez) üst düzey özel medyumlarının da olduğu, bunlarla çeşitli spiritizma celseleri, seansları yaptıkları ve bu seanslarda ölmüş  ya da başka türden varlıklarla bağlantılar kurdukları artık su yüzüne çıkmış gerçeklerdendir. Örnek olması açısından, A. J. Lincoln ve D. Roosvelt isimleri verilebilir. Kennedy, M. Luther King gibi kişilerin suikastını, beklenmedik seçim sonuçlarını ve hatta tarih bile verip o tarihte çıkan olayları...vs bile önceden söyleyen Jane Dixon’un, Roosvelt’le bu yönlü olan ilişkisi de açıkça bilinmektedir. Ayrıca Lincoln’ün tek başına  ya da medyumlarla birlikte yaşadığı ve deneyimlediği birçok olayı dile getirmediği de kendisi tarafından ifade edilmiştir. Hemen anti parantez belirtmek gerekir ki, yazılarımızda örnekleri verilen medyumlar, üst düzey medyumlar olup (yani, sıradan olanlar bile değil) yanı sıra bu anlatılanlar, gerek ülkemizde gerekse dünyanın hemen hemen her yerinde bulunan ve büyük çoğunluğu sahtekâr, şarlatan olan kişileri asla cesaretlendirmemeli, onları destekliyormuş, onlarla aynı görüşü paylaşıyormuşuz izlenimini doğurmamalıdır.

Bir önemli nokta da bunca, konularında en az kendileri kadar hatta daha üretken, başarılı ve dünyanın öncü üniversitelerinde başarılı kariyerlere sahip ayrıca, bir de parapsikoloji konusu üzerinde yoğunlaşmış (yani konuya uzak sıradan bilim adamı değiller) bilim adamlarının bilimsel yollarla laboratuar çalışmalarına, bilimsel bulgularına rağmen, diğer bilim adamları “böyle bir şey yok”  ya da “böyle bir kanıt yok” diyerek olayları etüt etmeden, bir çırpıda kesip atmakta oysa, bu da bilim adına bir cevap, bir şey ifade etmemektedir. Dikkât edilirse bununla ilgili bilimsel görüş adı altında yapılan belgesellerde yayımlanan kitap ve raporlarda bile olaylar, kendi seçtikleri örnekler üzerinde olmakta, odaklanmakta bunun yanında kanıt teşkil eden çalışmalardan ya hiç bahsedilmemekte  ya da tamamen yüzeysel olarak geçiştirilerek konular başka noktalara çekilmekte, ağızlarında sakız haline getirdikleri ve hiçbir temel açıklama ihtiva etmeyen hile, illüzyon  ya da tesadüf... kelimelerini dahi kullanamayacağı örnekleri gördüklerinde ise, bunları kabul etmek yerine bu bilimsel sonuçları kendi mantıklarınca çeşitli kulplar takıp ilgisiz, karşılığı olmayan bilimsel olarak da gösteremedikleri (kanıtlayamadıkları) olmadık şeylere bağlayarak en sonunda “beni tatmin etmedi”  ya da “beni ikna etmiyor” diyerek gerçekte bilimi bir kenara bırakıp kendi inançlarını, o konudaki kendi imanlarını bilimsel kanıtmış havasında dile getirmektedirler, sanki bir şeyin varlığının  ya da yokluğunun onların inanıp inanmamasına bağlıymış gibi. Ayrıca, bir şeyin var olduğunun kanıtlanması ayrı bir şeydir, o şeyle ilgili var olan yeteneğin, yeteneklerin yeterince gelişmemiş olması  ya da zamanla geliştirilebilecek nitelikte oluşu apayrı bir şeydir. Üstelik, hiçbir karşıt görüşteki bir bilim adamı  ya da bir illizyonist, bu deneklerin bulunduğu şartlar içersinde gerçekleştirdikleri olayların hiçbirini gerçekleştirememişlerdir. Oysa kova çağının getirisi olan gelişmeler, olaylar, bunların varlığını yakın bir gelecekte zorunlu olarak kabul ettirecektir. Üstelik, bilim adamlarının takındıkları tavır, her gün (sistemin gereği olarak kendiliğinden açığa çıkan)  çeşitli türden deneyim yaşayan aklı başındaki insanların bilime olan saygısını da yitirmesine neden olmaktadır. Günümüzde, resmi bilim adamları bile artık, insan duyusunun beş değil 32 olduğunu tespit etmiştir. Oysa bu duyular, sonsuzdur. Çünkü beş duyu, diğer sayısız duyulara örnek olması açısından bir numune olarak insana verilmiştir ki bu duyularla, algıladığı varlıktan ibret alarak bunların boyutsal ötesinde de sınırsız boyutların, varlıkların olduğunu düşünerek bunlar üzerinde daha geniş tefekkürle, derin analizlerle nesnelerin ve varlığın özüne yönelip bunun sonucunda kendinde açığa çıkan o sayısız duyularla hakikatini tanısın, bilsin diye.

(bkz. İnsan Ve Sırları I, İnsan Ve Din – Ahmed Hulusi / Süper Zihinler – Prf. John Taylor / Psişik Şifacılık - Dr. Alfred Stelter / Holografik Evren – Michael Talbot / Science Frontiers - Discovery Channel / Yabancı İnt. Siteleri)

Devam edecek...

(1) Başarısız olduğu deneyler de bulunmaktadır, ama bunların sayısı, başarılı oldukları yanında nerdeyse yok gibi. Buna rağmen böyle denemelerde bile, mesela tamamen sözlükten rasgele seçilen kelimelerden oluşmuş resim taslaklarından 15 tanesinden 7’ sini tam doğrulukla, 4’ ünü eksik (kısmi) olarak tanılamış, son dördü hakkında ise hiçbir cevap vermemiştir. Deney, koruyucu bir odada hedef resimlerden 5000 km uzakta idi. Deneyi yapanın bile bilmediği rasgele seçilerek çizilen böyle bir şeyi normalde bilmek ise, tamamen imkansız yani, sıfırdır. 

hologramk@yahoo.com
İstanbul - 25.07.2006
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail