Rölativite
teoreminin temel özelliklerinden biri, ışığın, kaynağın
hızından bağımsız olarak sabit bir biçimde saniyede 300
bin km. hızla yayılmasıdır. Ve hiçbir cisim bu hızın üstüne
geçemez. Çünkü bu hıza ulaşıldığında cismin boyutları
ve zamanı sıfıra inerken, kütlesi sonsuza ulaşır. Fakat
Einstein denklemleri, cisimlerin ışık hızı ötesine geçmelerine
izin vermesine rağmen, fiziksel dünyamızın gerçekliğine
duyduğumuz sarsılmaz inancımız (başka konularda
da olduğu gibi ) cisimlerin ışık hızı ötesi
durumlarını şüpheyle karşılayarak kendi kurduğumuz
evrenimizi iyice sınırlandırıp bilincimizin uzay-zaman
hapishanesinin ötesinde de var olabileceği gerçeğini örtmektedir.
Her
şeye rağmen, Quantum potansiyelinin, ışık hızı ötesi
boyuta değinmeden sistemi anlatmaya çalışırken, bu boyutu
da içerecek şekilde ve aynı sistemi daha derin seviyeden
anlatmaya çalışan,ışık hızı ötesi boyut olan Tachyonları,
Olexa Mayron Blaniuk ve E.C.George Sundershan matematiksel
denklemlerle ortaya koyarak, astrofizikteki Einstein-Rosen köprüsünde
iki uzay zaman noktasında bir üst boyuttaki sanal uzay bağlantısının
(tünel içi) yapısını açıklamışlardır.
Bu
ismi ise, 1967’de Fizikçi Gerard Geinberg Yunanca “hız”
anlamına gelen Tachis sözcüğünden türeterek vermiştir.Kolombiya
Üniversitesi’nden
Prof. Feinberg ise, Einstein görecelik kuramıyla hiçbir
şeyin ışık hızından gidemeyeceğini belirtmesine karşın,
bunun bizim evrenimiz için geçerli olduğunu, dolayısıyla,
ışık hızında gitmenin ayrı,ışık hızını aşmanın ise
apayrı şey olduğunu söylemiştir.Böylece,ışık hızının
altında hızlar mevcut olduğu gibi, üstünde de hızlar var
olabilmektedir.Zaten bu durum, teorik fizikte yaygın olan ve tüm
fizikçilerin de kabul ettiği gibi, tabiatın temel
kurallarının yasaklamadığı ,”yok”,”olmaz” demediği
bir şey, muhakkak vardır yani, mutlaka olmaktadır. Bu nedenle
Tachyonlar yasaklanmıyorsa, o zaman mevcudiyetleri de
gerekir.Bununla birlikte, fiziğin ispatlanmış teorilerine göre,belirli
bir enerji ve hız durumundan diğer bir duruma aralarındaki
safhalardan geçmeksizin atlamak mümkündür.Tıpkı duvarın içinden
geçmeden üstünden atlamak veya elektronların (taneciklerin)
tünelleme etkisiyle önüne çıkan engelleri aşması gibi.
Dolayısıyla ışık hız duvarının ötesine geçmek, atlamak
da imkân dışı değildir.
Böylece,
üç tür parçacık sınıfı vardır diyebiliriz ki, bunlardan
ilki; Tardyon olarak adlandırılan,öz kütleleri sıfırdan büyük
ve ışık hızının altındaki herhangi bir hızda hareket
edebilmesine karşın, ışık ve ötesindeki bir hızda hareket
edemeyen taneciklerdir.
İkincisi;öz
kütleleri sıfır ve yalnızca ışık hızında hareket
edenler ki, bunlara da Luksonlar denir.Yani,ışık dalgalarının
tanecik görünümü olan Fotonlardır.
Üçüncü
olarak da; öz kütleleri İmajiner (sanal) ve ışık hızının
üzerinde hareket etmelerine karşın,ışık hızı ve altında
hareket edemeyen Tachyonlar sayılabilmektedir.
Burada
önemli bir nokta da; imajiner (sanal) sayıların hayali olmayıp
çok önemli noktalarda kullanılmalarıdır. Bu nedenle,
imajiner olan bir kütle hakkında “saçma” nitelendirmesi
yapmak tamamen yanlış olur. Mesela, Einstein denklemlerinde de
kullanılan (Einstein’ın liseden hocası olan Minkowski’nin
ifade ettiği) zaman da sanal olarak yazılmaktadır ki, zamanın
madde (mekân) planındaki etkisi de herkes tarafından
bilinmektedir.
Bu
boyutun ilginç özelliği, bizim uzay zaman algılamalarımızın
tam zıttı olmasıdır. Burada somut olan üç boyut, soyut
durumuna,soyut olan zaman boyutu da (akış yönü ters olarak)
somut hale dönüşmektedir. Ayrıca Tachyonlar normal
cisimlerden farklı olup ne kadar fazla enerjiye sahip iseler o
kadar yavaş hareket ederler. Ona enerji verilirse hızı yavaşlar,
sonsuz bir enerji verildiğinde ise ışık hızı sınırına
iner. Bunun tam tersi uygulandığında evrene göre sonsuz hıza
ulaşır. Yani taban hızı ışık hızı iken, tavanı
sonsuzdur. Maddeye göre değerlendirdiğimizde, bir cisim
Tachyonlara dönüştürülüp daha sonra kontrollü bir biçimde,
normal durumuna getirildiğinde milyarlarca ışık yılı uzaklıklara
saniyeler mertebesinde (yani aynı anda) ulaşılabilmektedir.
Tachyonların
sonsuz hızda hareket etmeleri, quantum potansiyelinde olduğu
gibi evrenin tüm noktalarında uzay-zamana bağlı olmaksızın
mevcut olduğu anlamına da gelir. Bunu gözümüzde iki örnekle
canlandırabiliriz. İlki; evrenimizi iki boyutlu bir kâğıt
olarak düşünürsek bunun bir ucundaki noktayı dünyamız,diğer
uçtaki noktayı da
dünyadan dört milyar uzaklıktaki ayrı bir gezegen
olarak kabul edelim. Bir gezegenden diğerine ışık hızıyla
gitmek beş milyar yıl zaman almasına karşın, kâğıdı
katlar ve bu iki noktayı çakıştırıp 3.boyuttan (ki gerçekte
de 3.boyutlu evrene 4.boyuttan) iğneyle delersek (yani tünel açarsak)
bu iki noktayı birleştirmiş ve eşzamanlı olarak birinden diğerine
geçişi sağlamış oluruz. Bu iki noktanın bu tünel süreciyle
çakışması, birleştirilmesi aslında bu iki noktanın aynı
nokta olduğu anlamına gelir. Bu yüzden de Jhon Weheeler,
Klasik uzayda Karadelik-Akdelik bağlantısı,Einstein-Rosen köprüsü,Tırtır
yollar,Kurt,Solucan delikleri şeklinde ifade edilen kavramı
quantum düzeyine monte ederek, kâinattaki tüm uzay zaman
noktalarının bu köprüler vasıtasıyla bağlantılı olduğunu
dolayısıyla da her taneciğin kendi boyutlarında aynı parçacığın
çoğul görüntüsü olduğunu göstermiştir.
İkinci
örnek olarak da; yine Evrenimizi iki boyutlu bir küre yüzeyi
gibi düşünelim. Kürenin merkezinden yüzeyine sonsuz doğru
çizgisi çizmek mümkündür. Bu doğrular Tachyonik boyut
olarak kabul edilirse, kürenin yarıçapı sıfır uzunlukta ve
iletişimin sonsuz hızda olmasından dolayı da uzayın her
noktasında mevcut olurlar. Yani, kürenin herhangi iki noktası
bu merkez yardımıyla birleştirilmiş olur. Eğer birim
kendini bu merkez noktasında (bilinç olarak) bulursa kürenin
(evrenin) her noktasında kendi bilincini tanımlar. Bu
da evrensel farkındalığını meydana
getirir.(Bkz.Birleşik
AlanTeorisi-6/Karadelikler-2/http//www.sufizmveinsan/fizik)
Bu
boyutu başka açıdan örneklersek; elimizdeki taşı bir cama
atıp kırdığımızda takyon boyutunda (filmin tersine alınması
gibi) önce cam kırılır, sonra taş geriye doğru hareket
ederek elimize gelir. Yani,elimize
taşı aldığımızda sonucu belirlenmiştir. Başka
bir deyişle; bilinç ister birimsel, ister evrensel mânâda
olsun bir oluşumu başlattığında sonucu bellidir.(**)
(Duyu organlarının yetersizliği bu durumu algılayamaz) Bu da
bilincin bütünselliğinin bu anlamdaki ifadesidir.
Bu,
aynı zamanda başlangıç ile sonun bize göre iki ayrı şeymiş
gibi algılansa da aslında ikisinin de aynı ve tek şey olduğunu
gösterir. Başka bir deyişle, başlangıç sonucun, sonuç da
başlangıcın aynısıdır. Yani kendisi. Başlangıç ve son
arasında var kabul edilen Nokta’ya ait tafsilat da, yine bu
noktanın çoğul görüntüsünden meydana gelmiştir. Dolayısıyla
(bu boyut itibariyle) var kabul edilen şeyler olmuş bitmişi
yaşamaktadırlar. Biraz daha açarsak; her şey Tachyon
boyutunda oluşan programın, frenlenerek önce fotonsal (ışınsal)
boyutunda, buradan da sırasıyla yoğunlaşarak maddesel
platformda yerini almasından ibarettir. Ayrıca, yaklaşık
2400 yıl önce Eflatun da “Devlet Adamı” adlı eserinde;
gidip gelen, periyodik olarak zaman okunu geriye döndüren ve
bazen gelecekten geçmişe doğru hareket eden evrenden söz
etmiştir.(Buradaki periyodiklik, boyutsallıkla alakalıdır.)
Hz. İsa (as)’nın “sonu aradığınıza göre, başlangıcın
perdesini mi açtınız? Çünkü başlangıç nerede ise, son
orada olacak. Mesut o kimsedir ki, başlangıçta duracak ve
sonu bilecek ve ölümü tatmayacak” sözü de bu boyutun işaretini
gösterir gibi.
Ayrıca,beynin
holografik çalışması da buna destek vermektedir. Mesela,
beyin küpün bir durumunu kaydettikten sonra küpe bakmaksızın
tüm pozisyonları kendisi oluşturmaktadır. Bu, bilincin
projekte açısından yani, hem hologram ve Tachyon açısından
oluşumu bütün olarak ortaya koymasına karşın, projektenin
neden olduğu algılatma dolayısıyla da bulunduğu boyut
itibariyle uzay zaman sıralamasını takip ederek tafsil biçiminde
açığa çıkışını gösterir ki bu aynı zamanda,bir
uzay-zaman noktasını yaratmanın,onun geçmişini ve geleceğini
de bu noktaya göre oluşturması demektir. Yani bir anlamda da,
geçmiş ve geleceğin olmadığı,şimdiki Anın
mevcudiyeti ve her şeyin de bu ana
göre şekillendiği anlamına gelir. Çünkü her şey, zaman içinde
mevcuttur.
Algılama
araçlarına göre oluşturduğumuz evrenimizde soyut bir kavram
olan Tachyonları gözlemlemek imkânsızdır. Bu yüzden de işaretleri
değerlendirmek suretiyle onların varlığını kabul
edebiliriz. Bu konudan bağımsız olarak birkaç deney gerçekleştirilmiştir.
Bunların
en ilginç olanlarından biri, ünlü Rus Bilim Adamı
Nikolai Bernstein tarafından gerçekleştirildi.Bernstein, önce,kara
bir fon duvar önünde,siyahlar giymiş dansçıların eklem
yerlerine beyaz noktalar yerleştirdi.Ve dansçılardan gelişigüzel
hareketler yapmasını yani,dans etmelerini,yürümelerini,spor...vb
hareketler yapmalarını istedi.Bu sırada da tüm hareketleri
filme kaydetti.Filmi banyo ettiği zaman, beyaz noktaların
meydana getirdiği karmaşıklık ve akan bir hareket gözlemleyerek
bunları Fourier analizi ile inceleyip dalga formlarına çevirdi.Bunun
sonucunda da, dalga formuna uygun olarak bir sonraki hareketin
cm.’ nin oranları nispetinde tahmin edilebildiğini gördü.
Bernstein’ın sonuçlarını inceleyen,Standford Üniversitesi
Nöroloji Enstitüsü Müdürü Prf. Carl Pribram, (yukarıda da
ifade ettiğimiz gibi) beynin, hareketleri bir Bütün şeklinde
algılayarak Fouriere uygun dalga formlarına çevrildiğini gördü.
Bunun da anlamı; beynin, ayrı deneylerle de ortaya konan algılayışının
Fourier denklemlerine uygun olarak dalgalara çevirmesi dolayısıyla,
öğrenme işlemindeki hızın, tek tek parçaların birleşmesi
şeklinde olmadığı, bunun yerine öğrenilecek şeyin bir Bütün
olarak algılandığıdır.
Ayrı
bir deneyde, Beynine EEG bağlanmış bir deneğe bilgisayar
yardımıyla
önceden hazırlanmış dehşet verici resimlerle, insana
iyi, hoş gelen görüntüler gelişi güzel gösterildiğinde,
iyi, hoş görüntülerde,deneğin beyninde normal dalgalar gözlemlenirken,dehşet
verici resimleri algıladığında da şiddetli dalgalanmalar gözlenmekteydi.
İşin ilginç yanı deneğin, dehşet görüntüleri görmeden
yarım saniye öncesinde görüyormuşçasına tepki vermesi
idi. Ayrı bir deneyde de, araştırmacı,deneklere hareket anını
kendilerinin belirleyeceği bir şekilde parmaklarını hareket
ettirmelerini söyler. Bu sırada da beyinlerindeki faaliyet
izlenir. Ve denekler parmaklarını hareket ettirmeye karar
verdikleri andan yarım saniye önce, ilgili hücrelerin
faaliyete geçtikleri gözlemlenir.
Aynı
şekilde insan enerji alanının da uyarılara,beyinden önce
tepki verdiği saptanmıştır.
Enerji alanının EMG kayıtlarıyla, beynin EEG kayıtları aynı
anda alındığında ve yüksek bir ses çıkarılıp ya da
parlak bir ışık yakıldığı anda enerji alanının EMG’
sinin bu uyarıyı henüz EEG’ de görünmeye başlamadan önce
almakta olduğu görülmüştür.
Yani
kararlarımız, seçimlerimizden önce belirlenmektedir. Bir
loto kuponu doldurmaya karar verdiğimizde ya da bir sınavda
cevap şıkkını seçerken beyin en az yarım saniye öncesinden
hangisini seçeceğine karar vermiş ve gerekli mekanizmaları
çoktan çalıştırmaya başlamıştır. Ayrıca bu durum, eski
bir mistiğin dile getirdiği gibi, gerçekte bizim öğrenmediğimizi
sadece, zamanla farkına vardığımızı da gösterir.
Bununla
birlikte;bu sonuç,bildiğimiz ve düşündüğümüz anlamdaki
kader anlayışı dışında görünse de,Varlığın sahip olduğu
Tekliğinin ve Boyutsallığının yeterince anlaşılamaması
nedeniyle,Kur’an ve ondaki kader anlayışının ne şekilde
anlaşılması gerektiği ile ilgili (ama günümüz düşünürlerince
açıkça reddedilen) hadislerdeki
anlatımlara da işaret eder gibi.
Bununla
ilgili ayet ve hadislere şu örnekleri verebiliriz;
“Size
yeryüzünde veya nefislerinizde isabet eden bir olay,biz onu
yaratmazdan önce, mutlaka bir kitapta yazılmıştır.Bunu,önceden
taktir edilmiş ve yazılmış olduğunu bilip;elinizden çıkan
şeylerden dolayı üzülmemeniz ve elinize geçen ile de
sevinip şımarmamanız için açıklıyoruz” (Hadid-22-23)
“Siz
isteyemezsiniz, isteyen Allah’tır”(76-30)
“Halbuki
sizi de yapa geldiğiniz şeyleri de Allah yaratmıştır.”(37-96)
“Biz
her şeyi kaderiyle Halk ettik”(54-49)
“Yürür
hiçbir mahluk hariç olmamak üzere hepsini Alnında çekip götüren
O’dur”(11-56)
“De
ki, hepsi de kendi programlarınca davranışlar ortaya
koyarlar”(17-84)
“Eğer
Rabbin dileseydi,yeryüzünde bulunanların hepside iman
ederlerdi...Her nefs “Allah’ın” izni ile ancak iman
edebilir” (Yunus-99/100)
“
Şüphesiz ki Allah dilediğini yapar”(Buruc-16)
“Biz
her şeyi Kaderi kendisine yüklenmiş olarak yarattık”(Kamer-49)
“Allah
cehennemi yaratmış ve onun için ehlini meydana getirmiş;cenneti
de halk etmiş onun içinde ehlini de meydana getirmiştir.”
Hadis
“Allah
her nefsi yaratmış,onun hayatını rızkını ve karşılaşacaklarını
takdir etmiştir.” Hadis
“Hiçbir
nefs yoktur ki, “Allah” onun cennet veya cehennemdeki yerini
ve onun said veya şaki olduğunu yazmamış olsun...Saadet
ehlinden olan saadet ehlinin amelini yapar.Şekavet ehlinden
olan şekavet ehlinin amellerine devam eder...Siz amel edin,çalışın,herkes
yaratılmış olduğu amel için kolaylaştırılmıştır.”
İstanbul
- 12.02.2001
http://sufizmveinsan.com
(**)
Nedensellik ilkesine göre tanımladığımız takyonların gerçekte,
kendi açılarına göre sonsuz değişkenli olması,yansıdığı
evreni de, An içinde sabit olmayan bir duruma getirmektedir.
Fakat bunu duyu araçlarımız nedensellik biçiminde algılamaktadır.
Not;
Metafiziksel Yanılgılar 12, yazımızın 4. paragrafında bir
kelimenin eksik kullanılması,hadisin orijinalinde belirtilen
şeklin dışında bir anlatıma neden olduğu ve yanlış anlaşılmaya
sebebiyet verdiği için değiştirilmiştir.Özür dileriz.
Kaynakça:
Allah-Akıl Ve İman/Ahmed Hulusi
Bilinç beynin kuklası /www.sufizmveinsan.com/ www.genbilimveyaşam siteleri
Discovery
Channal-Science Frontiers
|