Ruh/soul kelimesi ile ne
ifade etmek isteriz? Bu kelime sık sık yaşantımıza girer ve
bizim için derin bir anlam ifade eder. Ancak, onu bulmaya
çalışınca esrarengizliğini korur. İşte bu kitabın hedefi bu
esrarı çözmektir. Hiçbirimizin (birkaç kişi hariç) fiziksel bir
evrende yaşadığımızdan şüphesi yoktur, ancak hepimiz çok ender
zamanlarda bir de spirituel/manevi bir evrende yaşadığımızı
düşünmüşüzdür. Ruh (Spirit)/Işınsal beden evrende nasıl var
olur? Uzayda bir hacim kaplar mı? Zaman içinde devamlılığı var
mıdır? Bu ruh/spirit nedir? Bu ruh/ışınsal beden
(‘’Türkçe’de aynı kelime ile ifade edilen ve de ‘’yazının
ruhu’’ gibi bir anlam için kullanılan) ruh (soul) aynı şey
midir? Bilim, spirit (ışınsal beden) ve soul (ruh) u
tanımlayabilir mi?
Bu soruları cevaplayabilmek ve soracağımız daha birçok soruyu
cevaplayabilmek için insanın zaman içinde geri giderek bu
sorunun temellerine inmesi gereklidir.
I. bölümde biz sadece bunu yapacağız. Kendi ışınsal varlığımızı
araştırırken pek çok soru soracağız.
Eski çağlarda yaşamış beyinler, büyük bir ihtimalle akıllı
beyinler ve eski Yunan uygarlığının doğuşundan beri derin
düşünen akıllar ruh (soul)/benlik/ışınsal beden (spirit) (the
soul/the self/the spirit/) ve de bunların fizik evrenle
ilişkisini sorgulamışlardır.
Ancak, eski Yunanlı düşünürlerin yolunda gidersek büyük bir
ihtimalle yanlış sorulara cevap veririz. Bu yüzden gelin,
önümüzdeki en büyük esrarı aralayalım. İnsan hayatının ölümlü
oluşu ve de bu kadar esrarengiz, ama bir o kadar da hepimiz
tarafından hissedilen bir şeyin devamlılığı...
Ben ruhun(soul) varlığı ve onun bedenlerimizin enerjisi ve
kütlesi ile olan esrarengiz, latif ilişkisi konusunda
spekülasyon yapan ilk fizikçi /felsefeci değilim. Göreceğimiz
gibi, Aristo ve Eflatun (Plato) da onun varlığı hakkında merak
duydular.
Aristo ruhu (soul) latif bir madde olarak gördü. Ona göre beden
yok olduktan sonra ruh da yok olacaktı, aynen keskin bir bıçağın
yüksek ısılı fırında eritildikten sonra keskinliğinin kaybolması
gibi.
Eflatun da (Aristo’nun hocası olduğu için) buna benzer bir
görüşü paylaşıyordu. O da ruhu fiziksel olmayan bir şey olarak
düşündü. Ruh (soul) ebedi idi ve düşünceler gibi bedenin
ötesinde var olabiliyordu.
Bu tartışmada modern bilim ve teknolojinin yeri neresi? Bugünün
fizik ve bilgisayar teknolojisi bize ebedi yaşamın ümidini
verebiliyor mu? Bir an için bu soruyu bir kenara bırakalım ve
olası bir cevabın yaşam şeklimizi ne şekilde değiştireceğini
görelim.
Biz ruhlarımızı modern teknolojik yaşamda kayıp mı ettik?
Bizler yaşamın iyi şeklini yaşıyoruz. Evet, bu doğru. Hepimiz
daha iyi doyuruluyor, korunuyor ve en azından batı dünyasında
her gün ortaya çıkıveren teknik gelişmelerin ışığı ve lüksü
içinde yaşıyoruz.
Üçüncü dünya olarak tanımlanan ülkeler grubunda ise maddi
zenginliğin getirisi olan iyi bir yaşam yok belki, ama her şey
yolunda gittiği takdirde iyi ve verici yönetimlerle bütün dünya
Batı tarzı bir maddi refaha kavuşacaktır.
Pek çok kişi daha uzun yaşayarak belki de bilim ve teknolojinin
yardımıyla daha uzun ve verimli bir hayat yaşadığımız için
ütopyaya yaklaştığımızı düşünmekte. Modern tıp bize daha uzun
bir yaşam ve bilgisayarın içindeki programlar gibi veya
kriyojenik olarak (cryogenically) dondurulmuş başlar olarak daha
uzun bir yaşam vaat etmekte. Gün geçtikçe bedenlerin
dondurularak saklanması ve sonra tekrar yaşama döndürülmesi daha
da popüler bir hale geliyor. Ancak, bütün bu uzun yaşam
alternatiflerine rağmen, bizlerin bunu uygulamaya pek
cesaretimiz yok. Şöyle bir düşünün, bu işlemlerin sonunda
dirilecek olan nedir veya kimdir?
Biz makineleri çok daha akıllı kılmak için yatırımlar yaparken
ortaya bir soru çıkıyor? Bizler hakikaten ruhlarımızı (soul)
kaybedip onların yerine bu modern, suni bilgi cihazlarını mı
koyacağız?
Bazı bilim adamları bizim ruhlarımızın sadece suni bilgi
aletleri olduğunu düşünür (gelişmiş ve sofistike wetware
bilgisayar programları olduğunu) ve bundan daha fazlasının
olmadığını düşünür.
Bazıları ise bizim ruhlarımızı insanın biyolojik
fonksiyonlarının temel yakıtını teşkil eden atom ve
moleküllerin miniskül (son derece küçük) düzeydeki iletişiminin
içinde olduğunu söyler. Benim gibi düşünen diğer kişiler
için ise ruh biz insanların bedenimiz olarak tanımladığımız et
kıvrımlarının arasına sıkıştırılamayacak kadar büyük bir esrar
olarak kalmaktadır. Peki, başka nereye bakmalıyız?
Gerçekte, ben bir bilim adamı olarak ruhun bilimsel ispatı için
ne yapmalıyım? Manevi evren ve onun aracısı olan ruhu
tanımlamak için benim fizik bilgim hem bir nimet hem de bir
lanet. Nimet olan benim objektif olarak fizik evrenin
ne kadarının çalıştığını görebilmem. Bu perspektif bana
evrenin sadece bir kaza/tesadüf olmadığını, insan hayatının
anlamlı ve bir amaca yönelik olduğunu objektif olarak görmemi
sağlıyor ve bu konuda aklım huzur buluyor.
Lanet olan tarafına gelince, o da subjektif olarak , kalben pek
çok görmem gereken konuyu göremiyorum. Alışkanlık sonucu
benim bilimsel aklım hemen işi ele alıyor ve ben de hem
kötümser hem de sezgisiz oluyorum.
Ancak, benim bu yaşamdaki yolum, aklımdan ve
sezgilerimden/altıncı hissimden geçiyor. Bu yüzden sadece
insanın yüreğinde hissettiği subjektif bir manevi
aydınlanma/ basiret (spiritual insight) kazanmak için çok
çalışmam lazım, tıpkı bilim adamı olmayanların objektif ve
bilimsel bilgi edinmek için uğraşmaları gibi.
Ruh (soul) için ‘’yeni bir
fizik’’ (A ‘’new physics’’ of the soul)
Çok yakın zamanlara kadar bilimin
tek ilgilendiği konu evrenin özelliklerini objektif prosesler
olarak tanımlamaktı. Subjektif prosesleri oldukları gibi
dikkâte almak için de çok az bir çaba sarf ediliyordu. 20.
yüzyılın sonuna gelirken, bilim adamları olarak bizler şuuru
gene daha basit fiziksel proseslerden doğan bir fenomen şeklinde
tanımlıyorduk.
En büyük çaba ise kanımca bütün yanlış soruların temelini
teşkil eden bir soruya cevap aramak için sarf ediliyordu. Bu
soru ‘’Kendini tanıyıp farkında olan bağımsız bir varlık, daha
elementer seviyedeki fiziksel proseslerden nasıl ortaya
çıkar?’’ Bu sorunun cevabı ise ‘’tabii ki hayır, böyle bir şey
olmaz’’ şeklinde olacaktır ve bu cevap da bugünün indirgeyici
bilimi için uğraşması çok zor bir konudur.
Amacım ‘’ruh (soul) için yeni bir fizik’’ kurmaktır. Burada
ruh (soul), benlik/nefs/ego, madde ve şuurun her ne kadar
birbirleriyle ilişkili olsalar da aynı şey olmadıklarını
(birbirinin eşdeğeri olmadığını göstermek istiyorum) Bugünün
ilmi Aristo’nun vizyonunu baz alan modellerden üretilmiş, daha
sonra da Newton mekaniğinin yardımı ile gelişmiştir. Sonuç
olarak bizi yanlış, indirgeyici ve materyalist/maddeci bir yola
sokmuştur.
Yaptığı hata ise ruhu ve şuuru sadece fizik ve mekanik enerjiye
haline indirgemektir. Buna göre ruh en iyi tanımlama şekliyle
materyel prosesler tarafından üretilen çok latif bir
fenomendir. Ancak, bu karmaşaya kuantum fiziğini katınca
yanlış, açığa çıkar.
Kuantum fiziğini dikkâte aldığımızda yukarıda belirtilenin
aksine, ruhun bir proses olduğunu ve içinde bilimin/bilginin
şuuru bulunduğunu görürüz. Bu proses, uzayın vakumunda
(boşluğunda) oluşur, burada madde ve enerji hem vardır hem de
yoktur.
İşte bu yeni vizyon, bize ruhun neden ölümsüz olduğunu
gösterir.
Bu demektir ki ruh, zaman, mekân ve kütleden oluşan evrenin ilk
meydana gelişi ile başlar ve evren meydana gelmiş olduğu
hiçliğe döndüğü zaman sona erer.
Ruhun en belli başlı işi madde ve enerjiyi açığa çıkarmak ve
bilgi ile maddesel dünyayı şekillendirmektir. Hem dünyanın
açığa çıkması hem de ruhun bunun hakkında bilgi sahibi olması
kuantum fizik prensipleri ile ilgilidir, özellikle gözlemci
etkisi ve belirsizlik prensibi ile ilgilidir.
Boşluk temel olarak dengesizdir. Var olan her şey ondan ruhun
açığa çıkarmayı dilemesiyle var olmuştur. Bu dileme hem bütün
maddenin görüntüsüne hem de kuantum fizik tarafından telaffuz
edilen gözlemci etkisiyle maddedeki bütünleşmiş/tek (unified)
bilinç ilişkisine hükmeder.
Dolayısıyla ruh (soul) ne maddesel olarak ne de indirgemeci bir
şekilde görülebilir. Gerçekte ruh (soul) mekanik, fiziki bir
şey olarak görünmez. Ruhun (soul) en temel amacı bilgiyi madde
formuna dönüştürmektir.
İstanbul
- 18.08.2003
http://gulizk.com
|