Ruhumuza, tüm görüntüleri gösteren, tüm sesleri duyuran, ruhumuzun
zevk alması için tüm tatları ve kokuları yaratan, tüm alemlerin Rabbi
ve herşeyin Yaratıcısı olan Allah’tır.
Duyu organlarımız kendi sınırlı kapasiteleriyle dış dünyadan veriler
alırlar. Bu veriler daha sonra elektrik sinyaline çevrilir ve beyinde
toplanır. Algılamanın gerçekleştiği yer beynimizdir. Ancak burada
dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. Rüya, hipnoz gibi örnekler
herhangi bir duyu organı olmadan beyinde direkt algılamanın meydana
geldiğini ispatlamaktadır. Bu bize gerçekte algılamanın duyu
organlarımızdan bağımsız olduğunu gösterir. Bu noktada, biraz dikkatli
düşünen bir insanın soracağı çok önemli bir soru ile karşılaşırız.
Acaba tüm algılarımızı hisseden beynimizin kendisi midir?
Tüm algılarımızı
yaşayan kimdir?
Beynin içinde
oluşan tüm görüntüleri, bir televizyon ekranından izler gibi izleyen,
izledikleri ile sevinen, üzülen, heyecanlanan, hoşnutluk duyan,
telaşlanan, merak eden kimdir? Tüm gördüklerini ve hissettiklerini
yorumlayacak bilinç kime aittir? (Harun Yahya, Hayalin Diğer Adı:
Madde)
Hayatı
boyunca, kapkaranlık, sessiz kafatasının içinde kendisine gösterilen
görüntüleri izleyen, düşünen, sonuç çıkaran, karar veren bilinç sahibi
varlık kimdir?
Bütün bunları
algılayan varlığın, şuursuz atomların oluşturduğu, su, yağ, protein
gibi maddelerden meydana gelen beyin olamayacağı açıktır. Beynin
ötesinde, çok üstün bir varlık vardır, Rabbimiz olan Allah. Daniel
Dennet, bir materyalist olmasına rağmen, kitabında bu soruyu şöyle
ifade eder:
"Benim
bilinçli düşüncelerim ve deneyimlerim olan olaylar, beyin olayları
olamayacakmış gibi görünüyor, fakat başka bir şey olmalı, şüphesiz
beyin olaylarının sebep olduğu ya da bunlar tarafından üretilen, fakat
buna ek olarak farklı maddeden oluşan farklı bir mekana yerleştirilmiş
bir şey. Evet, neden olmasın?" (Daniel C. Dennett, Consciousness
Explained, Little, Brown and Company)
R. L. Gregory
ise, beynin gerisinde bulunan ve bütün bu görüntüleri gören üstün
varlığı şöyle ifade eder:
"Gözlerin
beyinde resimler oluşturduğunu söylemeye yönelik bir eğilim söz
konusudur, fakat bundan kaçınmak gerekir. Beyinde bir resim oluştuğu
söylenirse bunu görmesi için içte bir göz daha olması gerekir, fakat
bu gözün resmini görebilmek için bir göze daha ihtiyaç olacaktır... ve
bu da sonsuz bir göz ve resim olması anlamına gelir..." (R. L.
Gregory, Eye and Brain: The Psychology of Seeing, s. 9)
Maddeden
başka bir varlığı kabul etmeyen materyalistlerin içinden çıkamadıkları
asıl nokta işte burasıdır. Gören, gördüğünü algılayan ve tepki veren
"içteki göz" kime aittir?
Karl Pribram
da bilim ve felsefe dünyasında, algıyı hissedenin kim olduğu ile
ilgili bu önemli arayışa şöyle dikkat çekmiştir:
"Yunanlılardan beri, filozoflar "makinenin içindeki hayalet", "küçük
insanın içindeki küçük insan" vb. üzerine düşünüp durmuşlardı. "Ben"
-yani beyni kullanan varlık- nerededir? Asıl bilmeyi gerçekleştiren
kim? Assisili Aziz Francis'in de söylemiş olduğu gibi: "Aradığımız şey
bakanın ne olduğudur.” (Karl Pribram, David Bohm, Marilyn Ferguson,
Fritjof Capra, Holografik Evren I, Kural Dışı Yayınları)
Pek çok
insan, bu konuyu düşünerek gerçeğin kıyısına kadar geldiği halde
"gören kim?" sorusunun cevabını vermekte, ancak düşüncede bundan daha
ileriye gitmekte tereddüt etmektedirler. Yukarıdaki örneklerde de
görüldüğü gibi benliğimizi meydana getiren varlık için kimileri "küçük
insan", kimileri "makinenin içindeki hayalet", bazıları "beyni
kullanan varlık", bazıları ise "içteki göz" tabirini kullanmışlardır.
Tüm bu tabirler, beynin ötesinde bilinç sahibi o-lan varlığı
tanımlayabilmek ve ona ulaşabilmek için yapılmıştır. Ancak bu insanlar
materyalist görüşleri nedeniyle gerçekten görenin, duyanın kim
olduğunu dile getirememişlerdir. Bu gerçeğin cevabını bize veren
yegane kaynak, dindir. Allah Kuran'da insanı önce bedenen yarattığını,
sonra da ona "ruhundan üfürdüğünü" bildirmektedir:
“Hani Rabbin
meleklere demişti: ‘Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan
bir beşer yaratacağım. Ona bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan
üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın." (Hicr Suresi,
28-29)
Yani insanın,
bedeni dışında bir başka varlığı daha vardır. Beyninin içindeki
görüntüyü "görüyorum" diyen, beyninin içinde duyduğu sesleri
"duyuyorum" diyen, kendi varlığının şuurunda olan ve "ben benim" diyen
bu varlık, Allah'ın insana vermiş olduğu ruhtur.
Akıl ve
vicdan sahibi her insan, hayatı boyunca yaşadığı her olayı beyninin
içindeki ekranda izleyen varlığın aslında ruhu olduğunu hemen
anlayacaktır. Her insan göze ihtiyaç duymadan görebilen, kulağa
ihtiyaç duymadan duyabilen, beyne ihtiyaç duymadan düşünebilen bir
ruha sahiptir.
Tek mutlak
varlığın madde olduğunu iddia eden, insan bilincinin de yalnızca
beyindeki kimyasal olayların bir sonucu olduğunu zanneden materyalist
düşünce ise bu konuda çıkmaz içindedir. Bunu görmek için, herhangi bir
materyaliste şu soruları sorabilirsiniz:
-
Görüntü beynimizde oluşuyor, ama bu
görüntüyü beynimizde kim seyrediyor?
-
Şu anda yanınızda bulunmayan komşunuzu
gözünüzün önüne getirin. Onu bütün netliği ile görüyorsunuz.
Kıyafetinin detayları, yüzündeki çizgiler, saçlarındaki beyazlar,
sesinin tonu, konuşma üslubu, yürüyüşü ile hayalinizde çok net
olarak canlandırdığınız bu insanı kim izliyor?
İşte bu ve
benzeri soruları materyalistlere sorduğunuzda hiçbir cevap
alamazsınız. Çünkü bu soruların tek cevabı, “tüm bunları seyredenin
Allah'ın insana vermiş olduğu ruh” olduğudur. İşte bu nedenle bu
olağanüstü gerçek, Allah'ın varlığını inkar eden materyalist düşünceye
en büyük darbeyi vuran, materyalistlerin düşünmekten ve konuşmaktan en
çok çekindikleri konudur.
Bu görüntüleri ruhumuza izlettiren kimdir?
Bu
aşamada sorulması gereken bir soru daha vardır: Ruhumuz, beynimizde
oluşan görüntüleri izlemektedir. Peki bu görüntüleri oluşturan kimdir?
Kapkaranlık beynimizin içinde, ışıklı, rengarenk, aydınlık, gölgeli
görüntüleri oluşturan, elektrik sinyallerinden, küçücük bir mekanda
koskoca bir dünyayı meydana getiren beyin olabilir mi? Beyin, ıslak,
yumuşak, kıvrımlı bir et parçasıdır. Böyle bir et parçası, en ileri
teknoloji ile üretilmiş televizyonlardan daha net, hiçbir kayması veya
karlanması olmayan, renkleri son derece canlı olan pussuz bir görüntü
oluşturabilir mi? Bir et parçasının üzerinde bu kalitede bir görüntü
meydana gelebilir mi? Veya bu ıslak et parçası, en gelişmiş müzik
setinden daha kaliteli, daha net, cızırtısız, stereo bir ses meydana
getirebilir mi? Beyin gibi yaklaşık 1,5 kilo ağırlığındaki bir et
parçasının bu kadar kusursuz algılar oluşturabilmesi elbette
imkansızdır.
Bu noktada
bir gerçekle daha karşılaşırız. Çevremizde gördüğümüz herşeyle
birlikte, sahip olduğumuz bedenimiz, elimiz, kolumuz, yüzümüz bir
mutlak varlık olmadığına, sadece bir gölge varlık olduğuna göre,
beynimiz de bir gölge varlıktır. Öyle ise görüntü olan bir varlığın
görüntü meydana getirdiğini söyleyemeyiz.
Bertrant
Russel Rölativite'nin Alfabesi isimli eserinde, "Kuşku yok ki, madde
genel olarak bir oluşlar grubu olarak yorumlanacaksa, bunu göze, optik
sinire ve beyine de uygulamak gerekir.” (Bertrand Russell,
Rölativite'nin Alfabesi, Onur Yay. 1974, s. 160-161) diyerek bu
gerçeğe dikkat çekmektedir.
Bu gerçeğin
farkına varan ünlü felsefeci Bergson ise, Madde ve Bellek isimli
kitabında, "dünya imgelerden yapılmıştır, bu imgeler ancak bizim
bilincimizde vardır; beynin kendisi de bu imgelerden birisidir”
(George Politzer, Felsefenin Başlangıç İlkeleri, İstanbul, Sosyal
Yay., 1989, s. 196) der.
O zaman
ruhumuza bu görüntüleri gösteren, ona gerçeğiyle aynı netlikte görüntü
ve algılarla bir hayat yaşatan, üstelik bu görüntüleri kesintisiz
olarak devam ettiren kimdir?
Ruhumuza, tüm
görüntüleri gösteren, tüm sesleri duyuran, ruhumuzun zevk alması için
tüm tatları ve kokuları yaratan, tüm alemlerin Rabbi ve herşeyin
Yaratıcısı olan Allah'tır.
Bir konferansı dinleyen
ruhumuzdur
Büyük
bir salonda can kulağıyla bir konuşmayı dinleyen kişilerin tümü,
konuşmacının ağzından çıkan her sesi duyduklarını zannederler.
Konuşmacı da aynı eminlikte düşüncelerini anlatır ve dinleyicilerin
kendisini duyduklarını zanneder. Oysa gerçek çok farklıdır ve o anda
salondaki hiç kimsenin farkında olmadığı, olağanüstü bir mucize
gerçekleşmektedir.
Konuşmayı
yapan kişi, beynindeki dinleyicilere bir şeyler anlatmakta, aynı
şekilde dinleyiciler de anlatılanları beyinlerinde dinlemektedirler. O
anda salonun içinde olduklarından son derece emin olan yüzlerce kişi,
bütün bunları aslında beyinlerinde yaşamaktadır. Ve salondaki
dinleyicilerin her birinin beyninde, bir kulağa ihtiyaç olmadan
elektrik akımlarını konuşmacının sesi olarak duyan bir varlık vardır.
Bu varlık
herşeyi o kadar gerçekçi yaşar ki, hiç kimse duyduğu sesin aslı ile
muhatap olmadığını fark edemez. Bu varlık, Allah'ın benzersiz bir
ilimle yarattığı RUH'tur. Beynin içindeki derin sessizliğe rağmen ruh,
herşeyi kusursuz bir netlikte ve gerçeğinin aynısı olarak duyar.
http://www.mercek.org/index.php/article/view/16/1/8
‘den alınmıştır.
İstanbul - 06.01.2004
http://gulizk.com
|