|  
 19 
				Şubat 2005 Cumartesi günü, hicri takvime göre Muharrem ayının
                10’udur. “Aşûre günü” olarak tanınan bu günde insanlık
                tarihinde çok önemli sonuçları olmuş bazı olayların da
                vuku bulduğu tespit edilmiştir. Fâkih Ebulleys’e göre bu
                olaylar şunlardır : 1-Yerlerin
                ve göklerin yaratılması.2-Hz. Âdem’in tevbe etmesi.
 3-Hz. Mûsa’nın, Firavun’un şerrinden kurtulması ve
                Firavun’un helak olması.
 4-Hz. İbrahim’in dünyaya gelmesi ve ateşten kurtulması.
 5-Eyyup
                Aleyhisselam’ın şifa bulması.
 6-Yunus Aleyhisselam’ın selamete çıkışı.
 7-Süleyman Aleyhisselam’a saltanat verilmesi.
 8-Nuh Aleyhisselam’ın gemisinin karaya oturması.
 9-Hz.Hüseyin’in şehit edilmesi.
 10-Kıyametin kopması da âşure günü olacaktır.
 (Dua
                ve İbadetler – Fazilet Neşriyat) Bunlar
                içerisinde siyasi sonuçları günümüze kadar uzanan bir
                hareketin başlangıç noktası olan, hicretin 1. yüzyılındaki
                olaylar demetinden bir bölümünü bilgilerinize sunmak
                istiyoruz: Hz.
                Âli zamanında başlıca dört fırka vardı. Bunlar :1-  
                Hz.
                Âli taraftarları,
 2-  
                Muaviye
                taraftarları,
 3-  
                Hâriciler,
 4-  
                Selefiye
                grubu.
 İslam
                dünyasında birçok ayrılığa, fitneye, savaşa ve günümüze
                kadar uzanan kutuplaşmalara sebep olan neticeler doğurması
                nedeniyle bu grupların oluşumuna zemin hazırlayan sebeplere kısaca
                değinmek gerekir. Hz.Rasûlullâh’ın
                vefatından sonra Hz. Ebûbekir’in halife seçilmesindeki
                usul, kırgınlıklara sebep olmuş ise de, asıl Hz. Osman
                zamanında bir kısım yanlış uygulamalar bu oluşumların
                temelini atmıştır. Vali, kumandan gibi önemli görevlere çok
                titizlik gösterilmeden akraba olan bir kısım insanların
                atanmaları, bunların yönetimde yeterince başarılı
                olamamaları, üstüne üstlük bazılarının çıkarları doğrultusunda
                uygulama yapmaları, merkezi yönetime olan güven ve samimi
                inancı azaltmış, gruplaşmalar başlamıştır. Hz. Osman’ın
                şehadeti, bu duruma yanlış adreslerden suçlu ve sorumlu
                aranması, Hz. Âli’nin de halifeliğinin sorunlu başlamasına
                neden olmuştur. Daha sonra tatlıya bağlanarak sonuçları kısmen
                de olsa ortadan kalkacak olan Cemel Vak’ası (4.Aralık.656);
                Hz. Aişe ve yanındakiler ile Hz. Âli arasında bir savaş
                olarak tarihe geçmiştir. Kureyş’in
                Emevi sülalesinden olan Şam valisi Muaviye, akrabası olduğu
                şehid Hz. Osman’ın katillerinin aranmasına yeteri kadar önem
                verilmediği gerekçesiyle Halifeye biat etmedi ve karşı çıktı;
                ordu topladı. Tarihe Sıffin Savaşı olarak geçen bu olayda 
                (Haziran 657); hakem oyunları ile Hz. Âli‘nin
                halifelikten çıkarıldığı ilan edildi. Şöyle ki: Savaş
                şiddetle sürüyor, iki taraftan da insanlar ölüyordu.
                Muaviye taraftarları her hileye baş vuruyor, hatta Kur’an
                sayfalarını yırtarak ucuna taktıkları okları fırlatıyorlar,
                Kur’an’a karşı gelmemek için, saf Müslümanlar buna karşı
                bir tedbir almıyor ve şehit oluyorlardı. Hz. Âli’nin bunun
                bir hile olduğunu anlatması dahi kalplerini tam mutmain
                etmiyordu. Nihayet, şöyle bir karara varıldı: İki taraf
                birer hakem tayin edecek, onlar aralarında olayı
                neticelendireceklerdi. Şu kararı aldılar: Hakemler hem Hz. Âli’yi
                hem Muaviye’yi 
                mevkilerinden alacaklar. Toplanacak bir kurul, yeni
                halifeyi seçecekti. Antlaşma yapıldı, mühürlendi. Sıra
                bunu tebliğe geldi. Muaviye’nin hakemi Amr İbn-ül As,
                tarihe kıvrak zekâsı ve hileciliği ile geçmişti. Yaşça
                kendisinden büyük olduğunu öne sürerek, gûya saygısındanmış
                gibi Hz. Âli’nin hakemi Ebû Musa El Eş’ari ‘yi öne sürdü.
                O da :-Bu yüzüğü parmağımdan çıkardığım gibi Âli’yi
                halifelikten çıkarıyorum ... dedi. Diğerinin de aynı şeyleri
                söyleyeceği beklenirken o :
 -Ben de bu yüzüğü parmağıma taktığım gibi Muaviye’yi
                halife ilan ediyorum, dedi.
 İşte
                tarihteki kırılma noktalarından biri budur. Sonuçları yüz
                yıllar sürecek nifak ve husumetlere kapı açan, tabiri caiz
                ise köşe taşı sayılacak olay budur. Bu savaşta Hz.Âli’nin
                yanında savaşa katılan ve çoğunluğunu Iraklıların oluşturduğu
                bir grup : “Dini
                olaylarda hakem tayin edilmesi küfürdür...” savını
                ortaya koyarak Hz. Âli’den ayrıldılar. İşte bu grup “Hariciler”
                adını aldı. Hz. Âli ile birlikte olanlar: Ali taraftarları
                yahut “Şiî”
                ler, Muaviye’nin yanında olanlar da ; Muaviye taraftarları
                yahut “Emeviler”
                olarak anıldı.
 Dördüncü grup ise: Gerek Hz. Osman, gerek Hz.Âli zamanında
                olan acı, üzücü ve bölücü olaylara karışmayan, yalnız
                seyirci durumunda ve bu olaylardan dolayı müteessir olan bir
                gurup idi ki, bunlar “Selefiyye”
                olarak 
                anılmıştır.
 Sıffin
                Savaşı’ndan sonra İslâm dünyası iki siyasi cepheye ayrıldı.Birincisi: Merkezi Şam olan Muaviye’nin reisliğinde
                Emeviler
 İkincisi:
                Hz. Âli’nin halife olduğu, merkezi Kûfe olan İslam
                devleti.
 Bu arada boş durmayan hâriciler, durumun suçlusu olarak gördükleri
                Hz.Âli, Muaviye ve Amr İbn-ül As’ı öldürmeye karar
                verirler. Üç kişi üstlendi bu görevi. Aynı gün ve saatte
                üçü de öldürülecekti. Muaviye kendini koruyarak hafif sıyrıklarla
                atlattı bu suikastı. Amr İbn-ül As yerine gönderdiği şahıs
                öldürüldü, çünkü suikastçı Amr’ı tanımıyordu. Hz.
                Âli ;17. Ramazan 40 (Miladi: 21 Ocak 661) 
                tarihinde sabah namazını kılmak için yanında oğlu
                Hz. Hasan olduğu halde camiye giderken Abdurrahman İbni Mülcem
                tarafından yaralandı ve üç gün sonra vefat etti. Vefatında
                63 yaşında idi. Beş yıl halifelik yaptı. Kûfe şehrinde
                Gavri adındaki kabristana defnedildi.
 Hz.Âli’nin
                şahadetinden sonra Kûfe’liler Hz.Hasan’a biat ettiler.
                (661) Yaratılışı icabı sakin, halim selim bir zat olan Hz.
                Hasan, biat etmemiş olan ve yeni bir savaşın eşiğine
                gelinmesi nedeniyle, 26 Temmuz 661 tarihinde, altıncı ayında rızasıyla
                halifelikten çekildiğini bir hutbe ile Kûfe halkına
                bildirdi. Halifeliği Muaviye’ye bıraktı, Medine’ye döndü.
                Sekiz yıl kaldı burada. Mal mülk, saltanat ve daha üstün
                biri ile evlilik karşılığında kandırılan karısı tarafından
                zehirlenerek şehit edildi. Nisan
                680 tarihinde ölen Muaviye’nin yerine oğlu Yezid geçti. 
                Hz.Hüseyin ona biat etmedi. Bütün aile efradıyla
                birlikte gizlice ikamet etmekte olduğu Medine’den Mekke’ye
                gitti. Hz. Hüseyin’in Yezit’e biat etmediğini haber alan Kûfe’liler
                elçi göndererek kendi yanlarına gelmelerini, O’na biat edip
                halife olarak tanıyacaklarını bildirdiler. Amcasının oğlu
                Müslim bin Âkil’i durumu tetkik etmesi için gelen elçilerle
                Kûfe’ye gönderdi. Orada çok kişinin Hz. Hüseyin’e biat
                ettiği haberi ulaştı. 
                Abdullah bin Abbas’ın ; “Kûfe’liler
                güvenilmez insanlardır, babana ve kardeşine yaptıklarını
                unutma...” 
                gibi 
                uyarılarına rağmen hac menasikini tamamladıktan sonra 
                Kûfe’ye doğru yola koyuldu. Bu arada zoru gören Kûfeliler
                vaatlerinden dönmüşler, Yezit tarafına geçmişler, 
                Müslim bin Âkil ise şehit edilmişti. Kafilenin yürüyüşü
                Kerbela’ya kadar devam etti. Kerbela, Bağdat’ın 100 km
                kadar güney batısındadır. Nehir ile irtibatı kesilerek çok
                zor şartlarda, susuzluk içerisinde geçen günlerin sonunda
                meydana gelen savaşta başta Hz.Hüseyin olmak üzere 72 kişi
                şehit olarak Rahmet-i 
                Rahman’a kavuştu. Tarihte
                çok derin izleri olan ve “Kerbela
                Vakası” olarak anılan bu olay 10 Ekim 680, hicri takvime
                göre de Muharrem ayının 10. günü meydana gelmiştir. Bu
                olaydan erkeklerden yalnızca Hz. Hüseyin’in oğlu Zeynel Âbidin
                (r.a) sağ olarak kurtulmuş, nesli pakînin bu kanadı bu zatı
                kiramdan zuhur etmiştir. Hamdi
                Cenikhamdicenik@hotmail.com
 İstanbul
                - 18.02.2005
 http://sufizmveinsan.com
 KAYNAKLAR
                :1-Tarih-i Taberi Tercemesi – Can Kitabevi
 2-Ahmet Cevdet Paşa Tarihi – Doğan Güneş Yayınları
 3-İslâm
                Tarihi: Hayati Ülkü –Çile Yayınları
 4-Hz.Ali:
                Mustafa Necati Bursalı – Çile Yayınları
 5-Dört
                Büyük Halife: Seyyid Eyyûb bin Sıddık – Bedir Yayınları
   
                 |