| 
                    
                 oğaziçi’nde
                çoğu sokak, eğime uygun yapılmış birçoğu merdivenli
                tarihi binalarla süslüdür. 
                Buradaki semtlerin denizle ilişkisi, kıyı şeridinden başlar.
                En uç tepe noktaya kadar devam eder. Çok az 
                bölgede denizden kopukluk yaşanır. Bazen tepelerin üzerinden,
                bazen ağaçların arasından, bazen de mezarlıklardan denizi
                yakalayabilmeniz mümkündür. 
                Küçük çaptaki balıkçı tekneleri, ağları; kıyı boyunca
                birbirine nazire yaparcasına sıralanan yalılar, adı geçen 
                beldelerin aksesuarları gibidir. 
                Bu bölgede oturanların belirli bir kısmı balıkçılıkla uğraşır.
                İşin ilginç yanı, yaz kış nafakasını denizden çıkaran
                bu insanlar hiç denize girmezler. Çoğu, yüzmeyi dahi
                bilmezler. 
                Boğaziçi’nde denizle ilişkisi olan en popüler semtler
                Ortaköy, Beylerbeyi ve Kanlıca’dır. Daha 
                az  anılan
                yerler de vardır. Onların da denizle bağlantılarına
                rastlarsınız. Ama ilk saydıklarım kadar belirgin değildir. 
                Bu yazıyı
                kaleme alırken çocukluk ve gençlik yıllarımın geçtiği
                yerler işte böyle bir bir gözümde canlandı.
                Beylerbeyi’nde, Çamlıca Caddesinde, Eski Eserler ve Anıtlar
                kurulunca “tarihi eser” niteliğini taşıyan ahşap bir
                evde otururduk. Ev kendimize aitti. Semtimizde o zamanın ünlü
                insanlarının, dini bütün , İslami kurallara belli
                ‘norm’larda riayet eden kimselerin 
                yanında, itin  kopuğun
                her çeşidine rastlamak da mümkündü. 
                Külhanbeyi, serserisi, hırsızı, uğursuzu, sarhoşu, esrarkeşi... 
                Böyle bir ortamda büyüdüm. 
                İş hayatıma başladığım
                ilk yer Cağaloğlu’ndaydı; 
                bu yüzden sabahları vapurla gider, akşam, duruma göre
                değişik istikametlerden evime dönerdim. 
                İskeleye yaklaşık
                üç dakikalık bir mesafedeydik. 
                Sabahları 8:18 vapurunun  Çengelköy’den
                kalktığını ve bize doğru yaklaştığını gördükçe, içimizi
                bir sevinç kaplardı. Her zaman beş altı 
                dakikalık bir rötarla iskeleye yanaşır, yolcularını
                aldıktan sonra diğer iskelelere uğramadan köprüye giderdi. 
                Gerek Çengelköy’de gerekse Beylerbeyi’nde oturan herkes, işe
                bu vapurla gitmeyi istediğinden bir hayli kalabalık olurdu. 
                Rahmetli ağabeyimle, yazları 
                8.18’ in arka ve sahile bakan yanlarını, kışın ise
                en alt katını tercih ederdik. Zira bu yerler, değişen iklim
                şartlarına göre istediğimiz konumu yaratırdı. 
                Beylerbeyi’nden ayrıldıktan sonra güzelim sarayı seyreder,
                vapurun arkasında dalgalanan bayrağımızı 
                hazır ol duruşuyla selamlayan askere biz de övgü dolu
                sözler gönderirdik. 
                Kaptan, Üsküdar’a kadar kıyı şeridini takip edip sonra
                yavaş yavaş rotasını Kız Kulesi’nden itibaren sağa kaydırarak
                vapurun başını köprüye doğru çevirirdi. 
                Sabah iş saatleri olduğundan hayli kalabalık bir trafikle karşılaşırdık. 
                Ama, neticede, o günlerde tertemiz olan boğazın serin sularında
                yolculuğumuz nihayetlenirdi. 
                Köprüye varıncaya kadar, kâh yakın arkadaşlarla laflayarak
                kâh gazeteniz Akşam’a göz atarak vakit geçirirdik. Akşam’ın
                güncel olayları yakın plandan takip edişi, daima yeniliklere
                açık oluşu o zamanlarda da fark edilecek düzeydeydi. 
                Bugün bu
                gazetede hem okuyucu hem de yazar olarak biraz farklı bir
                konumum var. 
                Hedefim, elimden geldiğince ilkelerime sadık kalarak, mistik ağırlıklı,
                bilimsel ve araştırmaya dayalı 
                her konuda, saldırgan olmayan, sakin bir düşünce yapısıyla,
                sizlere yardımcı olmaktır.. 
                Yaratıcının
                “Şükredenin nimetini artırırım” hükmü gereği şükrediyorum... 
                Umarım, daha önceki Ramazan ‘larda da yazdığım bu sütunlara
                fazla gelmem. 
                Ve okunur olurum. 
                Biraz da içinde
                bulunduğumuz Ramazan Ayının hikmetlerinden söz etmek
                istiyorum; 
                Bilindiği gibi, Ramazan Ayı, Kameri ayların dokuzuncusu, üç
                ayların sonuncusudur. Allah’ın isimlerinden biri olan
                Ramazan sözcüğü “yanma, çok sıcak gün” anlamına
                gelmektedir.Bu ay, islam dininde Ramazan’ın simgesi olan
                oruca tahsis edilmiştir. 
                Bu ayda Müslümanlar, inanışları istikametinde, farz olan
                oruçlarını tutarak görevlerini ifa etmiş olurlar. 
                İnsanın istek ve arzularından sıyrılması için oruç
                tutmak yardımcı bir faktördür ve sayısız faydası vardır.
                İnsanın belirli bir düşünce içerisinde, İmsak denilen, doğu
                ufkundaki tan yerinin ağarması vaktinden güneşin batı
                ufkunda batışına kadar geçen süre içinde, yemek , içmek,
                cinsel ilişki ve benzeri şeyleri terk etmesi anlamına
                gelmektedir. 
                Bütün ay
                boyunca, varlıklı kişilerin iftar vermeleri, fakirin karnını
                doyurmaları bir anlamda sosyal yardımlaşmayı gerçekleştirmektedir. 
                Kesin olarak
                vurgulamak istediğim bir başka husus 
                da, Ramazan boyunca kılınan teravih namazının farz
                olmadığıdır. 
                İnanç sahipleri, bu namazı kılmakta serbesttir. 
                Ramazanda sahura kalkmak da uykuyu bölmek açısından sünnettir.
                Birçok faydası vardır. 
                Bu ayın taşıdığı
                değeri gösteren pek çok Hadis vardır. Hz. Resulullah, Şehr-i
                Gufran ( bağış ayı ) adı da verilen Ramazan’a ne kadar çok
                önem verdiğini belirtmek üzere şöyle 
                demektedir: 
                “Benim ümmetimden olan kişiler, Ramazan’ın kendileri için
                ne denli değerli olduğunu bilselerdi,bütün yılın Ramazan
                olmasını dilerlerdi” 
                Allah, bizleri
                Ramazan’ın getirdiği sayısız faydaların yanında bu ay için
                söylenmiş olan sözlerin değerini de algılamayı nasip
                etsin. 
                Ramazan
                Ayı’nın hayırlara vesile olmasını temenni ederim. 
                Mekke
                - 30.11.2000 
                http://afyuksel.com 
                Not:
                Bu yazı Akşam Gazetesi'nin 
                27.11.2000 tarihli sayısında yayınlanmıştır. 
                
                
                 
               |