Kayıt için burayı tıklayın

Önce şunu söylemeliyim. Aşk tecezzi kabul etmez. Yani bölünemez ve parçalanamaz.

Mevlâna’ya sormuşlar; “ Aşk nedir? ”

Kısa kesmiş “Ben ol da bil.”diye yanıtlamış.

Aşkı  yakalamak, yaşamak  isteyenler; acaba “Niye bana denk gelmiyor?..”  diyebilirler. Bu konuda kimse sizi yargılayamaz.
Ancak bana “ Aşk nedir?” veya
“Ne değildir ? ” şeklinde bir soru yöneltselerdi yanıtım şöyle olurdu.

Aşk diyebileceğimiz  şey kendiliğinden  varolan  doğmatik bir olgudur.
Özünden geldiği gibi yaşanır. Asla mutasyona uğramaz. Aşk da seven de sevilen de, yani âşık  da, maşûk da aynı boyutun içeriğini yaşar. Bence sevmeyen, sevgiyi yaşamayan, yani aşık olamayan hayatın gizemli yollarından pek nasibini alamamıştır. Aşk bireyin kendindeki meziyetlerin ortaya çıkmasına bile vesile olabilir. Aşk dünyada ender insanların yakaladığı bir olgudur. Aşk mutlak zahir olmanın tadını çıkartır.
Aşk’ta Sen+Ben
= Sen, veya Ben+Sen = Ben şeklinde ilginç, enteresan bir formül ortaya çıkar. Ama öyle bir sen ki, buram buram ben veya öyle bir ben ki, katışıksız bir “ben” dir bu.
Kısaca sensiz bir  ben, veya bensiz bir ben.

Aşk hayatın tüm kapılarına girip onları yoklama değildir. Bence  tek kapı hariç hepsini kapatmaktır. Aşkın kollarında  kederden kurtulmanın yolları aranmaz aksine kader’e sıkı sıkıya bağlılık  vardır.  Şüphesiz aşk boyutuna giren sevdiğini görebilme isteğini bir tutkuya dönüştürür. Özünde tutkusuzluk olan bir tutku. Aşkı yaşayanın  içinde hesaplaşma yangınının aksine  dışında yani davranışlarında bir  tepkisizlik, suskunluk hakimdir. Şayet suskunluk içi de kapsayacak hale gelirse bireye, duygu evreninden boşluğa adım atabilme, öze uzanan köprüleri kolayca geçebilmek için tam bir fırsat doğar.....

İnsan bazen kendine bile uzak olabilir ama düşündürene asla...!
Aşk, ufak ufak, usuldan telaşlarla başlar, bazen tedirginliğe düşürür insanı, bazen korkuya kaptırtır, bazen başı boş gezdirir. Umursamaz tavırları yakınlaştırır. Özlem duyduğu ses ise alaycıdır. Kıs kıs güler içinden. 

Zaman, aşkın yanında kimliğini unutur, başka bir surete bürünür tanıyamazsınız  onu  ilk anlarda. Sonra bir sevinç çığlığı atmak gelir  özünden ve devam eder gider, iyice yol alır...
Nasıl rüyalarınızı programlayamazsanız, aşkın dikenli yolların da yapageldiklerinizi de pek düşünemezsiniz. Kendinizi sorumlu tutamazsınız. Sorumlu tutulmazsınız. Ama başınıza neler geleceğini de pek kestiremezsiniz.

Örneğin; Yokuş yukarı çıkarken yokuş aşağı indiğinizi düşünebilirsiniz. Aklınıza sevdiğinizle ilgili bir anı gelir gülersiniz, yanınızdaki ruh halinizin kaybolduğunu sanabilir. Öyle ki, sevdiğiniz karşınızda, yanıbaşınızdadır onu fark edemezsiniz. Gözleriniz ışıldamaktadır, ama pek sağlıklı göremez.  Aşk risk getirir. Bazen anlatılanların aksine o hantal ve kullanışsız haliniz birden canlanıverir.  Aşk bir aynadır. Biraz boyun eğerek de olsa,  ona karşı koyanı, onu yumuşatanı sever...
Bir yerde bu şartlarda
 artık siz Zelda'ya tutulan Fitzgerald, Wagner'e tutulan Cosima'sınızdır.

Ne diyebilirim, bunlar  benim kendi görüşlerim, hissettiklerim, bireysel eğilimlerimdir...
Bakış açımın bir neticesi...

Ben Mevlâna değilim ki onun gibi adam gibi laf edeyim.

Aşk nedir ne değildir, bir bilebilsek...!

Yaşayabilsek...

Hiç olmazsa birazını tadabilsek.

İstanbul - 20.01.2001
http://afyuksel.com

Akşam Gazetesi - 30 Kasım 2001

 


Üst Ana sayfa e-mail