eriye dönüp bakıyorum ve  şu soruyu yöneltmekte zorluk çekiyorum:
Geçmişle ve geçmişin karışımı olan insanlarıyla yaşanan olayların ilginç ve farklı olduğunun  ayırdına varabildik mi acaba?
Ben cevabını tam olarak verebilmiş değilim. Ancak düşüncem, yaşanan uzun yılların bazı şeyleri ayırt etmeye  yardımcı olacağından yana.

İnsan kendini yaşamın akışına bırakmaya görsün; hayat kendi istediği rotada gidiyor, giderken kişiyi de peşine takmayı da ihmal etmiyor. Bazen olaylar insanı kendine getiriyor, ya da  canından bezdirmeyi çok iyi biliyor. Bazen de  insan bütün bunlardan kurtulabilmeyi deniyor ve ayakta durmayı öğreniyor. İşte bu koşul, ona özgürlüğün kapılarını açıyor.

Özgürlükten bahsetmişken, şunları söylemeden geçemeyeceğim: Algıladığım anlamdaki özgürlük kavramı; insanın tutkularından, şartlanmalarından ve değer yargılarından kurtulması veya onlarla birlikte, iç içe yaşamasını sürdürmesidir. Ancak bu şekilde var olabilenin  öz benliğine dönük olması mümkündür. 
Özgürlük, dünü yaşamayan, şiddete başvurmayan, tepkisiz kalabilen ve her an üretim peşinde koşanın kesinlikle hak ettiği bir olgudur. 
Bilmem, anlatabiliyor muyum!

Doğrusunu söylemek gerekirse, hayatın  etkinliği içinde  bunları yaşamanız için az da olsa bir heyecan gerekiyor.Çünkü, bulanıklaşan bilinciniz doğruyu seçemez,  direncini tümüyle yitirmiş bedeniniz artık terleyemez. Küçük bir esinti bile sizi oradan oraya savururken, özgürlüğü yaşamaktan bahsetmeniz  olası değildir.
Bilmiş  olun, bu sönük halinizle ancak geriye döner ve cansız anılarınızla baş başa kalırsınız.

İnsan, özgürlük kavramını hissettikçe zaman/mekân dışı yaşamayı, bir  bakıma, zamanda da bağımsızlılığı  istiyor. 
Başlangıcı ve sonu belli olmayan, gözle görülmeyen ve elle tutulamayan soyut bir şeyden  soyutlanabilmek acaba nasıl olabilir?.. 
Bu mümkün mü? 

Bugün zamanın ne olduğunu tartışan insanlar farkında olmadan, hafsalalarında kalan eylemlerin sabitliğini  perçinlemek için ona sarılıyorlar. Belki de bunun farkındalar, ama yine de zaman kavramı kendini hissettiriyor.
Zamanı irdelemek, canlı, genetik  ve biyo- tarihsel  bütünlüğe sahip bir birey için cidden zor bir mesele. Ne var ki, her insanın gönlünde yatan arzu, zamanı katlayıp ötesine geçebilmek.

Zamanın insan aklının alamayacağı koşullarına, Hz. Resûlullah  bir tek kelime ile yanıt getirmiş:
Ebed!..

Evet, ne dersek diyelim, zamana kaşı istediğimiz kadar komplo teorileri üretelim; O, bildiğini okuyor.
Şimdi içinde bulunduğumuz yıl, 2001... 
Oysa, bir zamana kadar bizlere ne kadar uzakta, erişilmeyecek bir yerdeydi. 2001 bana bir ütopya gibi geliyordu...
Altmışlı yıllarda 2001’ i hayal bile edemezdim. Düşünce ufkumun dışında yer almaktaydı. Belki de, ona uzanacak düşü kuramıyordum. Etrafımdaki yaşlı insanlara göz atar, bir gün onlar gibi olabileceğimi pek düşünmek istemezdim. Şimdi ise düşünmek zorundayım.

Sanırım uzun yılların bıktırıcı kompleksinden kendimizi kurtarıp yeniden yapılanmaya başlamak en makul bir iş.
Aklın ve bilimin yol göstericiliğini Mevlana’nın meşhur deyişi ile birleştirerek ufka bakıyorum:

“Dün, dünde kaldı cancağızım,
Bugüne yeni şeyler lazım...”

İstanbul - 24.12.2001
http://sufizmveinsan.com

 


Üst Ana sayfa e-mail