19
sene önce Mart ayında bir pazar sabahı Dr. James Austin
Londra’da tren bekliyor ve tren hatlarının ilerisindeki Times
nehrine doğru bakıyordu. Amerikalı nörölog bazı çalışmalar
yapmak üzere bir seneliğine İngiltere’ye gelmişti. Etrafa baktığında
normalin haricinde hiç birşey görmedi. Eski metro istayonu, birkaç
bina ve biraz da gri bir gökyüzü…
Diğer taraftan da zihni planladığı Zen-Budizmi ile ilgili
inzivada idi. Tam o sırada Austin birdenbire zihninde bir aydınlanma
hissetti. Bu hayatı boyunca hissettiği, yaşadığı hiçbir şeye
benzemiyordu. Kendi birimsel varlık hissi, çevresindeki fiziksel dünyadan
ayrı olduğu düşüncesi adeta sabah
sisinin güneşin parlak ışıklarını görünce buharlaşıp
yok olması gibi kayboldu. Hatırladığına göre her şeyi ‘’gerçekte
ne iseler o şekilde’’ gördü.
Kendisinde mevcut olan ‘’Ben, benim, bana ait’’
duyguları yok olup gitti.
Şöyle
anlatıyordu “Zaman yoktu,
sonsuzluğu hissediyordum. Eskiden var olan arzularım, nefretlerim,
ölüm korkum ve dolaylı olarak benliğimden kaynaklanan
belirtiler kaybolmuştu. Maddenin esas doğasının ne olduğunu
anlamak suretiyle yüceltildim.’’
Siz
isterseniz bunun adına mistik bir tecrübe, spiritüel
bir an, hatta dini bir epiphany (Küçük bebek Hz.Isa!yı görmek
için 6 Ocak’ta doğudan gelen üç kralın anısına hristiyanlıkta
dini bir gün), tanrının tecellisi diyebilirsiniz fakat Austin böyle
demeyecektir. O yaşadığı rahmet anını
tanrının varlığını kanıtlayan ve duyularımızın anlama
kapasitesinin ötesindeki gerçeğin kanıtı olarak düşünmektense
bunu ”beynin varlığının
kanıtı”olarak algılamıştır.
Burada
kesinlikle bilgiçlik taslamamaktadır.
Austin,
bir nörolog olarak; gördüğümüz,duyduğumuz
ve hissettiğimiz herşeyin beyin tarafından oluşturulup,yaratıldığını
kabul etmiştir. Metro istasyonunda yaşadıkları da ona ruhsal ve
mistik tecrübelerin nörolojik manalarını keşfetmek için bir
ilham vermiştir. Kendisi bu hem korku hem de benlik şuurunun
eriyip gittiği anın hissedilebilmesine sebep olarak
beyin devrelerine (akımlarına) ara verilmesini (müdahale
edilmesini) göstermektedir.
Bunlar
hangi akımlar? …. Bir
kere tehditleri ve kaydedilmiş korkuları yöneten amygdala’daki
aktivitenin baskı altına alınması lazım lazım. Bizim uzaydaki/
boşluktaki orientasyonumuz
(yönlendirilmemiz) ve dünya ile kendimiz arasındaki ince keskin ayırımı
oluşturan parietal lob akımları
da sessiz kalmalıdır.
Kendi
benliğimizi farketmemizi sağlayan
ve zamanı tespit eden frontal ve temporal lob akımları
engellenmeli, devre dışı kalmalıdır.
Bunların
gerçekleşmesinin sonucunu Austin geçmiş bir araştırmasında şöyle
belirtmiştir:
-‘’Bizim
benliğimize ait yüksek fonksiyonlar olarak düşündüğümüz ne
varsa şuurdan ayrılır, çözülür,
veya silinir.’’
1998’de
teorilerini”Zen ve Beyin”e açıkladığında bunlar
uçuk bir New Age
yayıncısı tarafından yayınlanmak yerine MIT Press tarafından
yayınlanmış ve o zamandan beri birçok bilim adamı “Nöroteoloji-dinin
ve spirütüelliğin nörobiolojisi’’ çalışmalarına daha çok
odaklanmıştır.
Geçen
yıl Amerikan Psikoloji Derneği ‘’Anomali (alışılmışın dışında)
tecrübelerinin Varyasyonları’’nı yayınlamış ve bu
varyasyonlar anlaşılması zor ölüm
vakalarından (near death experiences/ ölüme adımatıp geri dönme
olayları) mistik tecrübelere
na kadar uzanan bir
yelpaze sergilemiştir.
Kolombiya
Üniversitesinde ki yeni Fen
ve Din Çalışmaları merkezinde
geliştirilen bir programda ‘’insan beynindeki tekrarlayan alışılmışın
dışındaki olaylara’’ ruhsal tecrübelerin ne şekilde
yansıdığını araştırmışlardır.
‘’Journal
of Consciousness Studies / Bilinç çalışmaları’’ dergisi Aralık
sayısını tamamen dinsel anlardaki beyin aktivitelerine ayırmış
ve İsevi görüşlerden (visions)
şamanik bilinç durumlarına kadar uzanan bir inceleme yayınlamıştır.
Bu
ay yayınlanan
‘’Religion in Mind / Zihindeki Din’’ isimli kitap ise dini çalışmaların
beyine nasıl yansıdığını ve iyimserlik (optimizm) ve hatta yaratıcılık
için nasıl ilham verdiğini incelemektedir.
Bütün
yeni araştırmaların ortak noktası,mistik ve spirutüel tecrübelere
ait gizlerin açığa çıkarılmasındaki tutku ve bunların nörolojik
bağlantısını ortaya çıkartmaktır. Kısaca
beyninizde;Massachusetts deki Whaton Kolejindeki Psikolog David
Wullff’un ortaya koyduğu gibi:günlük tecrübelerin gerçeğinden
farklı bir gerçeğin varlığı ve hatta daha hassas ve derin bir
hissetmeyi farketmenizdir.
Nöroteolojide
psikologlar ve nörologlar;
zaman ve mekan sınırı olmayan tecrübeler sırasında beyinde
hangi bölgelerin açılıp hangi bölgelerin kapandığını
tesbit etmek istiyorlar. Wulff’a göre spirütüel tecrübeler
zaman,kültür ve kader ile ilişkilidir, kısacası değişik kültürlerde,
değişik zamanlarda ve farklı kaderlerde
tutarlı bir şekilde yaşanmaktadırlar. Bu da sanki büyük
bir ihtimalle insan beynindeki işlemlerin, yapıların bir yansıması
olan ortak bir çekirdeğin (özün)
varlığını akla getirmektedir.
Nisan
ayında Pennsylvania Üniversitesinden Dr.Andrew Newberg ve onun
çalışma arkadaşı Eugene d’Aguili “Tanrı niye uzaklaşmıyacaktır”adlı
makaleyi yayınladılar ve bu araştırmada beynin ruhsal elektrik akımını
(devresini) belirleyebilmek için beyin görüntüleme (brain-imaging)
tekniğini kullandılar. Ayrıca Newberg’in aynı üniversitede
Dr.Michael J.Baime adlı bir
meslektaşı da Tibet Budist meditasyonunun uygulayıcısı
olduğundan onu da denek olarak kullandılar. Deney sırasında
Newberg, Dr.Baime’i
küçük karanlık bir odada yere oturttu yanında ise bir ip
duruyordu. Denek olan
Dr.Baime zihinsel bir imaja konsantre olarak kendi bilincini sessizleştirdi.
(Daha
sonra bilim adamlarına açıkladığı gibi,kendi gerçek iç benliği olarak tanımladığı bir şey ortaya çıkana
kadar şuurunu odaklamış
ve sessizleştirmiş.) Denek ruhsal duyarlılığının ‘’en
tepe’’ noktasına ulaştığında
yanındaki ipi kuvvetlice çekti ve Newberg,odanın dışından acele
ile girip Dr.Baime’nin sol koluna bolus tarzında radyoaktiv madde
enjekte etmiş. Bir süre sonrada hızlıca SPECT’e ( Single Photon
emission computed tomography)
sokmuş.Beyine opak madde gidince de kan akımının nöron aktivitesi
ile ilişkili olduğunu saptamış.
Bu
SPECT görüntüleri;
bilim adamlarını insanüstü bir tecrübeyi fotoğraflama noktasına
getirmiştir.
Beklendiği
gibi dikkatin odağı olarak düşünülen prefrontal korteks aydınlandı.
Dr.Baime derin olarak odaklanmış durumdaydı fakat en çok dikkati
çeken aktivite sessizliğiydi.
Parietal
lobun superiorundaki bir
nöron demeti (beynin arka kısmına ve tepesine doğru) karanlığa gömüldü.
Yönlenme-ilişkilendirme bölgesi olarak isim verilen bu bölgede
zaman ve mekana ait bilgiler
ve vücudun uzayda/ boşlukta yön tayini ile bilgiler işlem görmektedir.
Burası aynı zamanda
vücudun nerede bitip geri kalan dünyanın nerede başladığını
saptar.
Özellikle
Sol Orientasyon Bölgesi fiziksel
vücudun limitsizliği ile ilgili bir duyu yaratır.Sağ orientasyon alanı ise içinde vücudun
var olduğu fiziksel mekan duyusunu yaratır.
Orientasyon
(yönlendirme) alanı görevini yapmak için duyusal inputa ihtiyaç
duyar. Dr.Newberg
‘’Eğer siz bu bölgedeki duyusal inputları (duyusal veri
girdilerini) bloke
ederseniz, meditasyon
konsantrasyonu sırasında yaptığınız
gibi beynin kendi ve
kendi olmayanlar arasındaki ayırımı oluşturmasını
engellersiniz’’ diye belirtmiştir.
Newberg
ve D’Aguili ”Tanrı niye gitmiyecek/ Why God Won’t Go away”
adlı eserde şayet duyulardan sol orientasyon bölgesine hiçbir
bilgi gelmezse, beynin kendisi
ve dünya arasında koyduğu sınırlamalar engellenir demişlerdir.
Bu durumda beynin sanki
kendisini sonsuz ve en mahrem bir şekilde herkes ve herşey ile
sanki kumaş dokumasında olduğu gibi birleşmiş görmekten
başka seçeneği kalmamıştır.
Aynı
şekilde şayet duyusal verilerden yoksun kalan sağ oryantasyon bölgesi
ise bu defa beyin mecburen sonsuz bir mekan olduğu hissine kapılacaktır.
Doğal
olarak herhangi bir dinsel tecrübenin beyin aktivitesine yansıması
çok şaşırtıcı olmaz.Yıldırım gürültüsünden, küçük
kaniş köpeği görmeye
kadar, yaşadığımız, tecrübe ettiğimiz herşey beyinde iz bırakır.
Ancak,
tecrübenin sinir hücreleri ile ilişkisi
olduğu için sadece beyinde tecrübe oluştuğu söylenemez veya tecrübe sadece
beyin tarafından yaratılan hayali, gerçek olmayan bir aktivite
olarak tanımlanamaz.
Şimdi
bir düşünün bakalım bir elmalı pay aldığımızda ne
oluyor.Beynin koku bölgesi tarçın
ve meyvenin aromasını tanır, kayda geçer.
Somatosensoryal korteks dil ve dudaklarda hissedilen o kıtır
kıtır parça ile ilgili işlemlere geçer ve tükürük salgısı başlatır.
Vizüel
korteks; görünüşü
kayıt eder ve tanır. Ayrıca
geçmişte ki elmalı payların
hatırlanması (büyükannenin mutfağında, köşedeki fırından
vs) asosiasyon (bağlantı kurma/ilişkilendirme) korteksini aktivite
eder. Şayet çok vakti varsa bir nöron bilimcisi çok zaman alsa da
“beyindeki elmalı pay” isimli bir
PET Scan oluşturabilir. Fakat bu payın gerçekliğini
engelleyemez.
Newberg'e
göre ‘’spiritüel tecrübeler sonucunda beyinde oluşan nörolojik
değişimlerin bizzat beyin
tarafından meydana getirildiğini tesbit etmeye veyahut bunların
bir spirütüel gerçeğin algılanması
olduğunu tesbite imkan yoktur.
Diğer
bir deyişle beynin dini bir tecrübe sırasında ne yaptığını
görmek bize bizzat din hakkında bir şey anlatmaz (özellikle tanrının
varmı yokmu olduğu hakkında).
Esasında
yukarıda anlatılan elmalı pay tecrübesinde rol alan
beyin bölgeleri dinsel tecrübeleride yaratırlar.
Bir
haçın ya da gümüşle taçlanmış bir Tevratın
görüntüsünün dini bir hayranlık duygusu
uyandırması beyindeki
visual-association bölgesi/ görüntü-ilişkilendirme bölgesine bağlıdır.
Bu bölge gözün gördüklerini yorumlar, bu görüntülerle
duygular ve anılar arasında ve de bu imajlarla ilgili olarak
daha önceden beynin öğrendiği duygu ve anılar arasında da bağlantı
kurar.
Dua
ya da meditasyon sırasında ortaya çıkan görüntülerde
(vizyonlarda) bu ilişki bölgesinde oluşturulmaktadır.
Temporal
lobun elektrikle sitimülasyonu (uyarılması) vizyonu oluşturur. Bu
loblar başın her iki yanında bulunurlar ve beyindeki lisan,
kavramsal düşünme ve ilişkilendirme devrelerine ev sahipliği yaparlar.
Temporal
lob epilepsisinde bu bölgedeki anormal aktivite patlamaları vizyonu aşırılığa götürür.
Bazı
çalışmalarda temporal lob epilespsisi ile dindarlık arasındaki bağlantıda
şüpheler ortaya atıldıysa da
diğerleri bu durumun son derece kuvvetli Joan of
Arc (Jandark) tipi dinsel görüntüler ve seslere sebep olduğunu
söylemişlerdir.
Yeni
kitabı "Uyanık Yatmak/Lying Awake " ta
yazar Mark Saltzman; manastıra kapanmış bir rahibenin
hikayesini anlatmıştır.
Yıllar boyunca Tanrının varlığını gerçekten hissedemeyen
rahibe daha sonra vizyonlar görmeye başlamıştır. Buna sebep de
temporal lob epilepsisidir. Rahibe, John of the Cross ameliyat olup olmama konusunda kendisi ile mücadele
etmektedir, çünkü bu ameliyat onu
büyük ihtimalle tedavi
edecek fakat vizyonunu da sona erdirecektir.
Dostoyevski,Saint
Paul, Avila’lı Saint Teresa , Proust ve diğerlerinde de,
ruhsal konularla ilgilenmek şeklinde bir takıntı (obsesyon)
yaratan temporal lob
epilepsisi olduğu düşünülmektedir.
Oldukça
yaygın bir şekilde yaşanan ‘’tanrının sesinin duyulması’’
olayınında temporal lobun elektriksel aktivitesi ile ilgili olduğu
düşünülmektedir. Bu
insanın içinden gelen sözleri yanlış yorumlayıp kendinin dışındaki
bir şeye atfettiğinde ortaya
çıkar (iç konuşma: kafanın içindeki küçük sestir ki insan
bunu kendinin yarattığını bilir)
Bu
tecrübeler süresinde beynin Broca Alanı (Konuşma üretiminden
sorumlu alan) açılır. Bir çoğumuz buna, kendi iç sesimizin konuşması
diyebiliriz. İngilteredeki Manchester Üniversitesinden psikolog
Richard Bentall ‘’Anormal Tecrübelerin Varyasyonları’’ adlı
kitabında duyusal bilgi akışı engellendiğinde (meditasyon veya
dua sırasında olduğu gibi) insanların içte şekillenen, yaratılan
düşüncelerinin bir dış
kaynak tarafından meydana getirildiğini düşündüklerini
belirtmektedir.
Spiritüel
tecrübeler herkesin ulaşabileceği bir şeymidir?
Yeni,
güçlü görünteleme teknikleri ve oyuncaklarıyla donanmış
olmalarına rağmen, nörolojistler hala bu konularda yetersiz ipucuna
sahiptir. 1960'dan beri yapılan sayısız
araştırmada soru sorulan deneklerin
%30-40'ının ifadesi göstermiştirki; Herkes hayatında bir
veya iki defa çok güçlü, sanki kendisini kendi benliğinden dışarı
çıkaran ruhsal bir
kuvvete çok yakın hissetme olayını yaşamıştır.
Gallup
anketleri 1990'da; Amerikan yetişkinlerinin %53'ünün içlerinde
"ani dinsel uyanış" yaşadığını bulmuştur.
Psikologlar
genelde bu şekilde mistik tecrübelere açık olan insanların aynı
zamanda yeni tecrübelere de açık olduğuna inanırlar.
Bu
kişiler çoğunlukla yaratıcı, icat edici ve anket formunda sorulan
suallere verilen cevaplardan anlaşıldığı üzere çok çeşitli
konularla ilgili ve biraz da karışıklığı seven yapıdadırlar.
Wulff’a
göre hepimiz ruhsal tecrübeleri yönlendiren beyin akımlarına
sahip olduğumuza göre büyük olasılıkla birçok insanın bu tip
tecrübeleri yaşama kapasitesi vardır. Fakat aynı zamanda bu olasılığı
kapatmakta mümkündür.
Mantıklı, kontrollü ve
fanteziye kapalı isen büyük olasılıkla bu deneyimlere karşıda
dirençlisindir.
Beyin
görüntüleme çalışmaları spiritüel olmayan kişilerin bile dini
törenlerden, ayinlerden ne şekilde etkilendiklerini tesbit etmede
oldukça yardımcı olmuşlardır.
Devamlı
davul çalma, dans etme, büyü yaparken kullanılan sözlerin devamlı
tekrarı, bunların hepsi de dikkati tek ve yoğun bir duyusal uyarıcı
üzerinde yoğunlaştırır aynı zamanda son derece güçlü duygusal
tepkiler yaratırlar. Bu karışım beynin uyarılma sistemini (aynen
yoğun korku durumlarında olduğu gibi) en güçlü bir şekilde
harekete geçirir. Böylece, beynin dengeyi sağlamakla görevli olan
yapısı hippocampus frene basar. Hippocampus nöronlar arasındaki
sinyal akışını engeller, bu da tıpkı bir trafik polisini trafiğin
yoğun olduğu yollara girmesini engellemesine benzer.
Sonuçta
beynin bazı bölgeleri –buna meditasyon ve dua sırasında sessizleşenlerde
dahil- nöronlardan gelen verilerden yoksun kalırlar.
Nöroteoloji
en büyük etkisini bizim bilinç hakkındaki düşüncelerimizle
ilgili olarak yapabilir, ki bu konu şu anda nöro bilimin en büyük
esrarıdır.
‘’Mistik
tecrübelerde zihindeki bilgiler adeta solar, duyusal farkındalık
sanki yok olur ve siz sadece saf
bilinç ile kalırsınız’’ diyor New york Hunter Yüksek
Okulunda mukayeseli din hocası olan Robert K. Foreman.
Ona göre ‘’Bilinç hiçbir objeye ihtiyaç duymaz ve
duyusal aktiviteler sonucu ortaya çıkan bir yan ürün değildir.’’
Beyinlerimizdeki
devreler/akımlar mı tanrıyı yaratıyor yoksa tanrımı bizim beyin
devrelerimizi yarattı sorusunun cevabı ise tamamen imana/inanca bağlı
bir mesele olarak kalacaktır.
http://afyuksel.com
23.05.2001
14
Mayıs 2001 tarihli Newsweek
mecmuasında
yayınlanan ‘’Religion and the Brain’’
isimli
makaleden alınmıştır….
|