Her gün basına
yansıyan, gözlere hiç de hoş gelmeyen, yabana atılmayacak
görüntülerle ya da yazılarla karşılaşıyoruz.
Örneğin; Irak savaşı... Savaş sonrası yükte hafif ya da ağır,
kıymeti ne olursa olsun, bir takım malları sırtlayıp taşıyan, bu
haksız edinimler yüzünden birbirleriyle öldüresiye mücadele eden
insanlar!..
Bu fotoğraflar, enstantaneler insanlığın, hangi boyutları
yaşadığını açık şekilde göstermiyor
mu?
Üzerinde epey durduğumuz, globalleşen dünya düzeni karşısında,
sanki sırıtan gerçekler ortaya çıkıyor. Yirmi birinci
yüzyılın görkemli halinin yanında dikkatle çekişme, çatışma ve
çıkar görüntülerinin yansıttığı fotoğraflara bir bakın hele.
Aslında, böyle bir atmosfer de, sorumsuz birey
sorumluluğunu kolayca kaybediyor. Bu insanlar omuzları üzerine
nasıl bir yük bindiğinin, ne denli günaha girdiğinin farkında
bile değil. Kişi hak etmediği şeylere saldırırken, tam bir
şuursuzluğun hakim olduğu gözlemleniyor. İnsanlık onur ve şerefi
birkaç parça eşya için nasıl ayaklar altına alınır, düşünmek
bile çok zor!..
Görülüyor ki; çıkar ve haz şeklinde yoğunlaşan duygular en üst
düzeyde seyir halinde.
Diğer yandan, intikam hırsı ile yanan bir grubun tabulara,
törelerine uymadığı gerekçesiyle halkın ortasında bir infazı
gerçekleştirmesi... Hunharca işlenen cinayetler. Mutlak adalet
yerine, kendi adalet anlayışının benimsenmesi ve uygulanması.
Mantıklı mı bu sizce ? Bazı kimselerin, suçlu gibi gördükleri (
tabi kendilerine göre suçlu ) insanları adalet önünde hesap
vermelerine mahal bırakmadan, cezalandırma yoluna gitmelerine
ne denebilir.
Bütün bunlar insanlığın hangi basamakta olduğunun acı bir
göstergesi.
İnsanlık bu hali ile Homo Sapiens düzeyini el an
aşabilmiş değil!..
Bu hareketler ve insanın kendisini neden frenleyemediği hususu
bir değerlendirmeyi gerektirir. Hiçbir neden de bireye bu hakkı
vermez.
İnsanın varoluş gayesi ve amacını unutarak, menfaatleri
doğrultusunda yaşaması, hasmını alt etmeye çalışması,
'intikam' ve 'öç' gölgesinde tetikte beklediğini
ifade etmiyor mu?
Bu soruların yanıtı, "Toplumun ya da bireyin dinsel
duygulardan, Allah korkusundan yoksun olması." diyebiliriz.
Kültür birikiminin eksikliğini de bu ana faktöre ilave etmek
faydalı olacaktır.
Dinin mutlaka gerekli olduğunu kanıtlaması için herhalde
böylesine bir kargaşanın oluşması gerekmiyor.
İlahi hükümlerin sadece ölüm ötesi yaşamı tanzim ettiğini
düşünmek, bu misyonu biraz eksik tanımlamak olur. Din, esasen
dünya ve ahiret boyutlarındaki kıstaslara hakim olan ve dengeyi
sağlayan bir faktör. Ve her bireyin içgüdülerle yaşamayı terk
edebilmesi için bu olguya mutlaka gereksinimi var.
Aksi haldeki somut örneklerini, şu veya bu nedenle görüyoruz.
İstanbul
- 16.04.2003
http://gulizk.com
|