Prof. Doksat'ın kullandığı yazım işaretlerine ilişkin açıklaması:
"Okuyacağınız yazıda, Türkçe'yi yazıldığı gibi okunan ve okunduğu gibi yazılan hale getirebilmek için öne sürdüğüm, son derecede basit ama anlaşılır bir teklifi de göreceksiniz. Uzatma amacıyla alt çizgi, inceltme amacıyla takke işareti, gerektiğinde de ikisini birden kullanmaktan ibarettir bu teklif. Bu sayede, meselâ, kalın ama uzun okunması gereken ikamet kelimesi doğru yazılıp okunabilir hale gelecektir."


3.Bölüm

Bilimsel bilgi ile bilimsel olmayan bilginin farkı sorunu

Batıda bilimlerin dinden ve felsefeden özerkleşmesi ve özelleşmesi oldukça yeni bir gelişmedir. Bir asırdan kısa bir süre öncesine kadar teorik fizikten "natürel felsefe" diye bahsediliyordu ve ahlâki veya manevi felsefe (moral philosophy) ve metafizik felsefeden farkı belirgin değildi. Bir yandan da, bu diyalektik osilasyonun makûl bir orta yolda ahenk bulması, yeni bir sentezin yakalanması kaçınılmazdı. Gerçekten de öyle bir noktaya geldi ki bilim, maddeyi böldükçe (mikrokozmosa daldıkça) sadece ve sadece enerji kalıyor elinizde; aynı şey makrokozmos için zaten geçerli. Mikro ve makro aleme daldıkça klâsik ve diyalektik mantık geçerliliğini yitiriyor, puslu mantık (fuzzy logic) devreye giriyor; psikoloji ve psikiyatride ise bu -bence- zaten böyle! Doğruluğu büyük ölçüde kabûl gören Big Bang'in niçin ve nasıl olduğu, entropi kanununun olması gerekenin tam aksine, negantropi yönünde işlemesi, ilk yaratılıştan sonra her plânda muazzam bir evrimin süregelmesi... Bütün bunlar bir ulu yaratıcı, mimar ve yönetici fikrini kaçınılmaz şekilde akla getiriyor ama, öte yandan, sırf sonuç böyle olduğu için her şeyin kozmik olduğu yanılgısına veya yanılsamasına düştüğümüz fikrini de akla getiriyor. Akılcılıktan çıkıp nakilcilik batağına düşmeden önceki devirlerde (X.-XI. yy), İslâm'ın müspet ilim için nasıl bir impetus oluşturduğundan biraz önce bahsetmiştik ama, artık, genel olarak İslâm aleminin hâline bakıldığında, işler hiç de iyi görünmüyor; Buda heykellerini bombalayanlar, yavaş yavaş boğarak adam öldürme teknikleri geliştirenler gırla gidiyor. Bilimlerin dinlerin yerini almakta yeterli olmadığı, hattâ eski yobazca eğilimlerin yanısıra, çok daha sufi mistik ve dini akımların gittikçe güçlenerek bütün dünyada gelişmekte olduğuna işaret eden değişmeler var. Bazılarının iddia ettikleri gibi bilimler dinlerin yerini mi aldı, yoksa gene başka bazılarının söylediği gibi, bilim yoluyla Tanrı'ya dönüş çağını mı yaşıyoruz? Batıl itikatlar ve hurafelerle, doğru inançlar (!) ve bilimsel bulgular nasıl anlaşacaklar? Dinin gerçek anlamıyla yobazlığın hudut çizgisi nasıl çizilecek, Eric Hoffer'ın tabiriyle "kesin inançlıların" elinden nasıl kurtulacağız? Safsatayla "doğru inancın" (yani doğru bilginin) sınırlarını nasıl bileceğiz?

İdealist, teist, deist, panteist veya pananteist kozmogoniler, spiritist ve spiritüalist, mistik ve dini pek çok inanç sistemi kendi içlerinde tutarlı referanslarla hareket ederler. Dinler de, sosyal psikoloji bağlamında, birer ideolojidirler. Hepsinin kendine göre bir Ulu Yaratıcı fikri vardır ve melekler, cinler, diğer tabiatüstü-manevi yaratıklarla dolu bir veri-tabanı olan inanç ve referans sistemleri vardır ve kendi içlerinde tutarlıdırlar. Kendi inanç sistemine göre, bir kişideki "ruhsal" bir sorun şeytandan, içine giren bir cinden veya Poltergeist'ten kaynaklanıyor olabilir ve bundan kurtulmak için de bir hocaya, manevi şifacıya, exorcist'e, medyuma veya cinciye gidebilir. Nitekim, en cahilinden en sofistikesine kadar pek çok kişinin bu yollara tevessül ettiklerini biliyoruz. İnsanın okurken sinirden patlasa mı, gülmekten çatlasa mı karar veremediği, hastaya musallat olmuş cini çıkarmak için cinin (!) nasıl dövüleceğini anlatan kitaplar gırla gidiyor ve bunu yazan hurafecilere üniversite profesörü televizyon sunucuları iltifat edebiliyorlar! Bilimsel olmak iddiasıyla bir şey yaparken, o tatbikatın istinat ettiği dayanağın güvenilir ve geçerli olması gerekir. Yani, bu noktaya kadar bahsettiğimiz bütün epistemolojik tartışmalara ve Heraclitus'un "aynı derede iki kere yıkanamazsınız" ifadesine rağmen, emprisizm ve pratiklik prensiplerinin müspet ilmin temel taşıdır. Yani ya doğrudan müşahede (gözlem) yoluyla ya da bir varsayım üzerine bina edilmiş bir teorinin tecrübelerle (deneylerle) ispatı yoluyla elde edilen bilginin defaten ve farklı gözlemcilerce de teyidi söz konusu olduğu zaman, bu bilgi bilimseldir. Bu şekilde elde edilen bilgiye bilim ve felsefede objektif bilgi denir. İlham, sezgi, içe doğma, rûyada görme, vahiy gibi vasıtalarla elde edilen bilgiye ise sübjektif bilgi denir. Objektif bilgi daima daha yeni ve geçerli, güvenilir bilgilerle çürütülüp değişebilmek özelliğini taşır. Sübjektif bilgi ise dogmatik, nass'a dayanan ve değişmez vasıftadır; ancak üzerinde tefsirler yapılabilir – ki, bunlar da yeni birer sübjektif bilgi oluştururlar. Objektif bilgi bir kanaât (opinion) konusudur, daima değişmeye ve ilerlemeye adaydır, sübjektif bilgi ise bir iman (belief) konusudur ve – çoğu zaman – tartışılması bile memnudur. Bir başka semantik sorun, Türkiye'de ruh kelimesinin yanlış kullanılmasından kaynaklanıyor. Araplar psikoloji karşılığı olarak "ilm-i ruh" demiyorlar, "ilm-i nefs" terimini kullanıyorlar. Zihin yerine ruh denince, metafizik-dini manâda ruhla karışıyor ve ne kadar sözüm ona medyum, şifacı, "reenkarnasyon terapisti" geçinen şarlatan varsa, "biz de ruhla uğraşıyoruz, siz de" deyip, kendilerini bizimle meslekdaş, hattâ bizden üstün görme hakkını kendilerinde buluyorlar. Bazısı iyice azıtıp, ucuz şöhret sağlamak için bizleri kendileriyle ortak ilân etme cür'etinde bile bulunuyorlar. Maâlesef, medyanın bir kısmı da, sırf reyting uğruna, bu şarlatanların televizyonlarda, gazetelerde reklâmlarının yapılmasına alet oluyor. Halbuki bizim psikoloji ve psikiyatride uğraştığımız şey zihin, yani psişedir ve bu anlamda ruhun organı da beyindir. Metafizik-dini anlamdaki ruhun ve cin, melek gibi manevi varlıkların ne olduklarını bilemeyeceğimiz, onları deney ve gözlem yoluyla ispat veya inkâr edemeyeceğimiz için, bunlar müspet ilmin kullanabileceği bilgiler, doneler değildir. Meselâ, ruhun ölümden sonra başka bir bedende yeniden dünyaya gelmesi demek olan reenkarnasyon mevzuu ne ruh, ne de öte alem mefhumları objektif bilgi olmadıkları için, bilimsel bir tartışma konusu teşkil etmez; olsa olsa teolojik bir argümandır, yani bir inanç konusudur. Hipnozla kişileri geçmiş hayatlarına götürüp, o zamanlarda yaşadıkları olayların bu günkü problemlerinin sebebi olduğu düşüncesiyle, bunları hastaların hafızalarından silerek tedavi etmek nev'inden uygulamalar da, bilim-dışı, hattâ tehlikelidir. Nazar değmesi de, ne demek olduğu belirsiz bir kavram olduğu için, bilim dışıdır.

<devam edecek>

İstanbul - 19.11.2001
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail