aberiniz
var mıydı? Çağdaş fizik bilimi Doğu felsefesini doğruluyor...
Doğu
bilgeliğinin binlerce yıl önce varmış olduğu gerçeklere,
Batı felsefesi ve bilmi tarafından çok uzun ve eziyetli bir
yoldan geçerek sonunda ulaşıldı.
Einstein’in
ortaya attığı ve çatır çatır kanıtlanan izafiyet
teorisiyle,
Kuantum
fiziği, Batı’nın “mekanistik” dünya görüşünü yıktılar.
Ve haklı olanın “maddeci” Batı değil de bir görünümüyle
Guatama Buddha’nın
görüşlerinden yola çıkan Zen
felsefesi, bir açıdan Çin bilgeliğinin Tao
“tariki”, ve de temelde aşağı yukarı aynı şeyi söyleyen
mistisizm, yani İslam
Tasavvufu olduğu ortaya çıktı.
Haklı
olanlar, Aristotales ve Rene Descates değil, bizim “miskin”
Yunus ve Mevlana Celaleddin-i Rûmi.
Doğruyu bulmuş olanlar, Parmenides keferesi ve materyalistler
değil,
Lao Tzu, El Biruni ve yeri cennet olası Muhiddin-i Arabi
hazretleri.
Stanford
Üniversitesi profesörlerinden nörofizyolojist Karl Pribram
ile, Londra Üniversitesi öğretim görevlilerinden nükleer
fizikçi Profesör David Bohm evrenin “Holografik modelini”
kurdular... Tıpkı lazer ışınıyla yaratılan 3 boyutlu
“hologram” örneğinde olduğu gibi gerek insan beyninin,
gerekse evrende var olan her şeyin bütünün bir hayal olduğunu
ve bu hayalde her parçanın bütünün tamamını içerdiğini
gösterdiler.
Prof.
Pribram’ın deneyleri, insan beyninin her şeyi bioelektrik
frekanslar şeklinde algıladığını ispatladı. İnsan, dünyayı
kendi kafasında kuruyor, yaratıyor. Bu frekansların tümü
aynı anda beynin her hücresinde depolanıyor, deşifre
ediliyor.
“Peki”, dedi Pribram.
“Onları deşifre eden kim?”
yani
“Ben” dediğim kim?
Bende, benden içeri bir ben mi var? Yani, maddeden ayrı, bağımsız
bir ruh mu var?
Ve evren, dünya, bütün varlıklar, yani her bir şey, benim
ruhumun bu frekanslardan oluşturduğu, yani benim yarattığım
bir gerçeklik mi?
Büyük bilim adamı Arthur
Edington,
“evrenin yapıtaşının düşünce olduğunu”
Söylememiş miydi?
Beynimiz zamanı ve mekanı aşan onların ötesinde bir
boyuttan gelen frekansları “tercüme ederek” somut gerçekliği,
daha doğrusu bizim somut gerçeklik sandığımız yanılgıyı
oluşturuyor.
Bildiğimiz düzenin arkasında, zaman ve mekan ötesi bir ana düşünce
kaynağı var.
“Birisi” var.
David Bohm’un tanımıyla, “Her şey, herşeyin altında
yatan bir düzenin, ikinci kademede ortaya çıkış görüntüsünden
başka birşey değil”...
O düzeni kuran, düzenin aynı zamanda hem de kendisi. BİR ve
TEK.
Öte
yandan, Kuantum fiziği, atomaltı parçacıklar düzeyinde
bildiğimiz klasik fizik yasalarının işlemediği, çok başka
bir düzenin geçerli olduğunu ispatlayalı neredeyse 90 sene
var...
Aynı zamanda hem parçacık hem de dalga gibi “davranan”
elektronlar belli bir kitleye, zaman ve mekan içinde belli bir
yere sahip değiller! Maddenin o düzeyinde, bildiğimiz idrak
edebildiğimiz zaman ve mekan kavramları işlemiyorlar,
anlamlarını kaybediyorlar.
“Makro” düzeyde, ışık hızına yakın hızlarda ve
galaksiler arası uzaklıklarda da bu böyle.
Zaman ile mekan, birbirinden ayrı değil. Birbiriyle bütün,
birbirine dönüşen kavramlar.
Geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek bir “vektör” doğrultusunda
sıralanan konumlar değil,
birlikte var oluyorlar.
Ne o?
“İdrak-ı meali, bu küçük akla gerekmiyor, zira bu terazi
bu kadar sıkleti çekmiyor” mu?
Üzülmeyiniz. Her şey sandığınızdan çok daha basit aslında.
Einstein,
maddenin, enerjinin donmuş biçimi, yalnızca bir başka görünümü
olduğunu ünlü
formülüyle ortaya koymamış mıydı?
“Aslolan”,
titreşimler şeklinde, enerji.
Madde onun aldığı bir
şekil.
Sibernetikçi
David Foster, evrenin somut görünümünün, bilinmeyen,
organize bir kaynağın kozmik verilerinin sonucu olduğunu
ileri sürüyordu...
Haklı çıktı.
Ve
evrende her şey her şeye bağlı, bağıntılı. Bütün varlıklar
aynı bütünün parçaları, hepsi bir ve tek, birbiriyle eş.
Her birim, bütünü içeriyor.
Dolayısıyla, bir kaya parçasına çekiçle vurduğumda, kendi
popoma çimdik atmış sayılırım mesela! Bir sivrisineği
ezip öldürdüğümde de intihar etmiş olurum!
Dolayısıyla, komşun açken tok yatmayacaksın ve düşmanını
bile seveceksin.
Ve avucuna bir avuç kum aldığın zaman dünyayı değiştirmiş
oluyorsun, Jorge Luis Borges gibi.
Acaba
Fyodor Mihaylovic Dostoyevskiy, romanlarından birinin kahramanı
Keşiş Tihon’un ağzından,
“Herkes, herkesten ve herşeyden sorumludur” derken bunu mu
anlatmak istemişti?
Ya,
Hallac-ı Mansur, “en el Hakk” derken başka birşey mi söylemişti
acaba?
Evrende
birlik ve teklik var. Zamanın ve mekanın ötesindeki
“birisi”,
hem biziz hem de biz değiliz. Çünkü her şey BİR ve TEK.
Biz
o BİR’in yansıması, suretiyiz..........(1 Eylül 1991
tarihli sabah gazetesinden alıntıdır.)...........
Manchester,
Liverpool, Leeds gibi sevimsiz taşra şehirlerinin Pub kopukları,
dazlak kafalı ırkçı reziller, Neo-Nazi bozuntuları,
Margaret Thatcher Hanımefendi'nin yetiştirip ortalığa saldığı
zavallı ayak takımı... Gelip burayı birbirine katacak...
Bizim yerli ayak takımı, varoş çocukları, Tarlabaşı
tayfası, 'delikanlılık alemlerinin' bitirimleri de sessiz mi
kalacak?
İşte
böyle olur...
İki
gol yerler, iki de bıçak yerler giderler... (8.4.2000 tarihli
Star gazetesinden
alıntıdır.)
Okuduğunuz
iki yazı görüldüğü
gibi değişik basın
organlarında muhtelif tarihlerde yayınlanmış
aynı şahsa, basın
dünyasında entelektüel
şekilde tanınan bir köşe yazarına aittir.
Dikkatimizi
çeken, konuların işlenişindeki (ilk yazıdaki alıntı
evrensellikle, ikincisi ise Leeds maçından önceki olaylar ile
ilgilidir.) üslup ve bakış açılarındaki farklılıktır.
Yazan,
Dün öyle,
Bugün böyle yazmış
Dünü
bugüne taşıması konusunda bir yoruma girmek istemiyoruz
Onu
tenkit etmiyoruz sadece hatırlatıyoruz.
Biz
kendisinden,
ilkine benzer yazılar yazdığında toplum için daha yararlı olabileceğini
düşünüyoruz.
Zira
buna şiddetle ihtiyacımız var.
İstanbul
- 15.4.2000
http://afyuksel.com
|