Genel olarak yaşantımızda ve ilişkilerde
değerler ve duygulara yer olmadığı alınan kararların tamamen soğuk,
çıkar hesapları, güç dengeleri mantığı üzerinden verildiği söylenir.
Duygusallık suçlamalarının
enteresanlaşma noktalarına gelindiğinde, ona dur diyebilecek,
frenleyebilecek ölüm denen olgunun varlığını yok saymak mümkün değildir.
Bizler tanık olduğumuz veya görüşlerine,
yaşantısını bilmesek dahi inanç duyabildiğimiz
birinin ortaya koyduğu tabloyu mantıklı veya duygusal olarak
nitelerken, acaba hangi nedenlere dayandığını dahi düşünmeye
zorlanmadan bu kararı verebildiğimizin farkında mıyız?
İnsanların teori yolunda attığı
ilk adım “mantık” tır.
İnsanlar beyinlerinde, ya da genlerinde mutlaka mantıkla doğmazlar.
Mantık evrenselliğin insan zihnine yansıyan genel ve temel kuralların
sistemleşmesinden ibarettir.
Bireyi, mantık yönüne zorlayan
sebepler, kalıtımsal, kromozomatik nedenlere dayanabilirken, gözlemlenen
olgu hiç şüphesiz direkt kesitsel algılama araçları doğrultusunda
şekli işlevlere yakınlaşmamızdan kaynaklanıyor.
İlişkiler de dilediğimiz anda
vazgeçebileceğimiz gezinti sapakları değildir.
Bugün
mantık dışı olarak kabul edilen her türlü etkinlik alanındaki
davranışların yani duyguların egemen olduğu bir eylem, kısmi
bilimsel olguların türettiği değerler karşısında olgusallığından
uzaklaştığından varlığını koruyamaz hale gelmektedir.
Kişisel
görüşler ve kişiler arası ilişkilerin mutlak bilinci örttüğünü,
bireyin bu hal ile tabiatı doğrultusunda davranışlarını düzenlediğini,
çok az insanın da anlatılan bu niteliklerin dışına taşabildiğini görmekteyiz.
Duyguların
evrensel planda, nesilden kaynaklanması yani kökeninin bu noktadan başlaması,
mantıklı düşünene göre ilkel kabul edildikleri gibi bir anlayışa
yol açmaktadır.
Nasıl
ki ilkel toplumların, akıl aracılığı ile çağdaşlaşmaya zorlanması
söz konusu ise duyguların da aynı planda ele alınıp mantık ilişiğinde
evrenselliğe davet edilmesi kaçınılmaz olacaktır.
Aslolan
hakikatın kışkırtılması ve açığa çıkartılmasıdır.
Duygusallığın
devamlılık göstermesi halinde bedenin kimyasal yapısındaki bozukluk
nörolojik ve psikiyatrik bilimlere başvurma eğilimi göstermektedir.
İstisnalar dışında tüm bireyler deki duyguların doğumdan itibaren
geçerliliğini koruduğunu, artış gösterdiğini dikkate alırsak bu yönde
çalışma yapan örgütlerin faydalı olduğu inancındayız.
Ne
varki duygusallık denen bu illeti insanın kendi mantığı ile önleyip
yok etmesi veya sabitleştirmesi gerekir.
Zihinsel
faaliyetlerin devamını sağlamak için, sadece beynin değil, kalıtımsal
faktörlerin yanı sıra, beyin-beden, beyin-ruh ilişkisi ile çevre bağlantılarının
etkinliğini göz önünde bulundurmak, mantık/duygusallık işlevlerinde
yapılacak çok önemli bir olgudur.
|