Evrim ve tekâmül kelimeleri aynı anlamdadır ve
evolution karşılığıdır. Ben, tamamen kişisel bir tercih
olarak, her iki terimi de seviyor ve birbirinin eş anlamlısı
olarak kullanıyorum. Pozitif bilimsel birikimlerin ışığında,
adına ister Büyük Patlama (Big Bang), ister Yaratılış,
ister Genesis ister başka şey densin, bir “ilk andan” ve
ondan sonra meydana gelen “ilerleyişten” inanarak
bahsetmek için elimizde yeterince delil mevcuttur. Bu ilk
patlamadan sonra her şey dağılıp gideceğine, bir araya
gelerek tekâmül sürecini başlatmış, subatomik parçacıklardan
galâksilere, cansızlardan canlılara sürekli bir ilerleme
olmuştur. Bu tekâmülün, gelişmenin canlılar âleminde de
sürmemesi işin hiçbir sebep yoktur ve nitekim, aynen de öyle
olduğuna dâir muazzam sayıda pozitif bilimsel gözlem, araştırma,
bulgu mevcuttur. Bu âşikâr gerçeklere rağmen, bir kısım
din âlimleriyle bilim adamları arasında uzun zamandır süren,
göz ardı edilemeyecek bir kavga yaşanmaktadır. Atın ağzında
kaç diş olduğunu İncil'i tefsir ederek hesaplamaya çalışan
din adamları arasından çıkan genç bir piskoposun, “bir
at bulsak da ağzını açıp saysak” dediği için aforoz
edilmesinin benzeri bir ufuk darlığı hâlâ pek çok kişinin
zihnini karartmaktadır. Aslında kavganın biri emprik, diğeri
psikolojik iki sebebi olduğu söylenebilir:
1) Kendisi esasen bir papaz olan Charles
Darwin’in bu işlerin tesâdüfen geliştiğini söyleyerek,
her türlü ilâhî müdahale fikrine kapıyı tâ baştan
kapamış olması,
2)
Özellikle semâvî dilerde yaratılmışların en şereflisi,
Tanrı’nın sevgilisi gibi sıfatlarla anılan insanoğlunun
antroposentrik veya homosentrik tutumu sebebiyle, amip, ayı,
inek ve - hele nedense buna pek bir kızılıyor, belki de gerçekten
bize çok benzedikleri için - maymunlarla akraba olduğunu
kabûl etmeyi hiç mi hiç içine sindirememesi!
İnsanlarla maymunların
arasındaki evrimsel bağlantıyı “insan maymundan
gelmektedir” şeklinde ifâde etmek yanlış olacaktır.
Evet, bizlerin en yakın akrabaları maymunlar, ama sâdece ve
sâdece onlarla aynı filumdan geliyoruz ve pek muhtemelen,
yarasaya veya fareye benzeyen ortak bir atamız var; Lumley
Woodyear’ın deyişiyle “İnsandaki gelişmeyi maymunlarda
da görüyoruz; onlarda da bir evrim ve gelişme var. İnsanın
atası maymun değil, ama bizlerle akraba, hattâ amcazâde
olduklarını söyleyebiliriz.” Gerek Müslüman, gerek Hıristiyan
gerekse diğer dinlerden pek çok müfessirin, düşünürün,
mutasavvıfın ve mistiklerin evrimi kabûl, hattâ ilân eden
ifâdelerin kutsal kitaplarda da yer aldığını söylediklerini
görüyoruz. Son zamanlarda, bir dönem için Avrupa insanını
inim inim inleten Ortaçağ taassubunun baş mimarı Katolik
Kilisesi’nin dahi bu konuda geri adım attığını tebessümle
müşahede ettik. Demek ki, hâlâ sekter bir şekilde kutuplaşmayı
sürdürenleri bir tarafa bırakacak olursak,dinlerle müspet
ilim bu konuda ters düşmüyorlar. Zâten, sırf dinî
konular değil, ideolojik, felsefî her şey için söz konusu
olan, kendisi gibi düşünmeyeni en azından aşağılayan -
mümkünse mahvetmeyi tercih eden -, adına yobazlık denen
illet olmasa, bu iki müessese aslâ ters düşmeyecekleri
gibi, birbirlerini tamamlayıcı ve teşvik edici bile
olabileceklerdir. Tarih, her iki ucun da ibret verici örnekleriyle
doludur. Teist bir sinir-bilimci olan büyük bilim adamı
Eccles ile, agnostik bir filozof olan ünlü Popper’in
unutulmayacak seviye ve kalitedeki tartışmaları bunun en güzel
örneklerinden birini oluşturmaktadır; yalnız, iki büyük
düşünce adamının da ortak bir yönleri vardı: İkisi de
âşikâr bir gerçek olarak karşımızda duran tekâmülü
kabûl ediyorlardı. Hâl böyle olunca, sorunun şekli de, mâhiyeti
de değişiyor: “Evrim var olmasına var da, bunu Allah
(Tanrı, God, Yahova, Ulu Yaratıcı, veya istediğiniz
herhangi başka bir isim de kullanılabilir) dediğimiz ilâhî
bir kudret mi yönetiyor, yoksa her şey olacağına varacak
şekilde kendiliğinden mi gelişiyor?” Yâni bir finalite
(gâiyet), hattâ teleoloji (ereksellik) mi söz konusu yoksa
sâdece determinist, materyalist ve kozal (illî) bir
perspektifle, kör tesâdüflerin sonucunda mı hep ileriye doğru
bir gidiş var? İsteyen istediğine inanabilir! Ama, ortada
evrim denen bir vâkıa var ve, bilim adamına düşen görev
de, inancı veya ideolojik tercihi ne olursa olsun, bu hâdisenin
tabiî mekanizmalarını, işleyiş prensiplerini ve sonuçlarını
gene müspet ilimle, ayakları bu dünyanın ölçülüp biçilebilir
realitesinden kopmadan incelemek, araştırmaktır. Büyük
Patlama’nın yaklaşık 15 milyar sene kadar önce meydana
geldiği hesaplanmaktadır. Bu rakamı 13 ilâ 18 arasında ifâde
eden araştırıcılar arasındaki bu ufak (!) hesap farklılıklarının
sebebi, evrenin gittikçe genişlediği ve daha uzak gök
cisimlerinin daha yüksek hızla birbirlerinden uzaklaştığının
yanı sıra, Büyük Patlama’nın en önemli delili kabûl
edilen fon görültüsüne (uzayın her tarafından eşit
olarak gelen bir parazit) dayanarak Hubble sâbitinin değeri
konusunda henüz tam bir fikir birliğine varılamamış olmasıdır.
<devam
edecek>
İstanbul
- 22.11.2001
http://sufizmveinsan.com
|