KADINLIĞA VE KADIN RUH DÜNYASINA EVRİMSEL  BİR BAKIŞ: ÂDEM’İN KABURGA KEMİĞİ Mİ?


 

“Kadın” deyince akla ilk gelen anahtar kelimeler arasında güzellik, çekicilik, zarafet, cinsellik, baştan çıkarıcılık, karılık, analık sayılabilir.

“Erkek” deyince ilk akla gelenler arasında ise yakışıklılık, çekicilik, kabalık, cinsellik, baştan çıkıcılık, kocalık, babalık öne çıkıyor.

Ne kadar çok ortaklıklar ve nüanslar var değil mi?

Bu farklar nereden geliyor? Kadın neden alımlı, baştan çıkarıcı, güzel? Hristiyanî mitos kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığını söyler. Yâni erkek önce erkek yaratılıyor, dişi de onun âdeta hizmeti için vücut buluyor! Gerçek öyle mi?

Bunun cevabını logosta arayalım ve erillikle dişiliğin evrimsel geçmişine bir bakalım.

Dünya üzerinde ilk hayatın dört küsur milyar sene önce okyanusların derinlerinde, volkanik faaliyetin bulunduğu kısımlarda ortaya çıktığını biliyoruz. Bunlar ortamdaki karbon dioksidi, metanı, kükürdü yakıp artık madde olarak oksijen salıveren, tek çizgili basit birer DNA’ya sâhip olan prokaryotlardı ve basitçe ikiye bölünerek çoğalıyorlardı. Dört milyar senelik evrim süresinde önce tek hücreli, sonra da çok hücreli canlılar gittikçe karmaşıklaştılar ve bu karmaşık, büyük organizmaların bölünerek çoğalmaları imkânsızdı.

Bir insanoğlunun ikiye bölündüğünü düşünmek hiçbir korku filminde dahi rastlamadığımız bir dehşet sahnesi olurdu!

İşte, mikrotübüller denen hücre içi tüp geçitlerinin tekâmülüyle birlikte eşeysel (seksüel) üreme başladı ve canlılar erkek-dişi olarak iki fırkaya (partiye) ayrıldı. Bu ayrılma bile tedricen olmuştur. İnsanlar için çok üzücü bir hastalık olan hermafroditizm (çifte cinsiyetlilik) pek çok tek ve çok hücreli canlı için mutat bir durumdur. Bu sâyede başkasını bulamazlarsa kendi kendilerini döllerler!

Erkeklik ve erkeklik rolü (masculinity: erillik) ve kadınlıkla kadınlık rolü (femininity: dişilik) evrimin son noktası mıdır bilmiyoruz ama hâlen bu tür üreme geçerli ve Allah için, pek de keyifli. Kadın erkeksiz, erkek kadınsız olamayacağına göre, kaburga kemiği mitosu sâdece sembolik bir masal tabii ki. Üstelik genetikçilerin tesbitlerine göre, önümüzdeki üç ilâ beş bin sene zarfında erkekliğin temeli olan Y kromozomu küçülüp yok olacak! Belki de seksüalitenin ortadan kalkacağı bir istikbale sürükleniyoruz…

Düşünmesi dahi bir ()hoş! Neyse, günümüze dönüp bir bakalım, bu kutuplaşma ne getirdi, ne götürdü?

Erillik saldırganlıkla, diğer erkeklerle rekabetle, döllemekle, koruyup kollamakla karakterize ve bu kaba ama net eylemler türün devamı için elzem. İdare edildiği ana bölüm ise beynin başat (dominant) yarımküresi, yâni sol kısmı. Bu temel davranış örüntülerinin bir psikiyatrik dokümantasyonu yapılırsa ne görüyoruz? ERİLLİK ANTİSOSYALLİKTİR, ERKEKLER DE ANTİSOSYAL!

Dişilik çekingenlikle (insanda bu mahcubiyet oluyor), döllenmekle (bunun için de baştan çıkarmakla), korunup kollanmakla karakterize. İdare edildiği ana bölüm ise beynin çekinik (recessive) yarımküresi, yâni sağ kısım. Aslında dişilerde iki yarımküre eşit çalışıyor (âdet görme dönemleri hâriç), bu da göreceli olarak sağ kısım üstünlüğü sağlıyor. Bu temel davranış örüntülerinin bir psikiyatrik dokümantasyonu yapılırsa ne görüyoruz? DİŞİLİK HİSTRİYONİKLİKTİR, DİŞİLER DE HİSTRİYONİK!

Bunun tercümesi erkek saldırır, kavga eder, baştan çıkar ve döller, avlanır, ölür, öldürür, dişisini korur ve kollar. Dişi gerekmedikçe saldırmaz, kavgasını daha sinsice yapar, baştan çıkarır, döllenir, avı yavrularına dağıtır, erkeğini kollar ama daha iyisi ortaya çıktığında da ona teslim olur.

Evet! Evrimsel Psikiyatri bu olguyu net ve inkâr edilemez bir şekilde ortaya koyuyor. İki kişilik organizasyonunun da temel özellikleri ben-merkezci hâttâ bencil, diğerlerinin haklarını gözetmeksizin rekabetçi, saldırgan ve kandırıcı olmaları. İnsan hâricindeki diğer canlılar için bu vasıflar hayatı devam ettirmenin, üremenin ve beslenmenin olmazsa olmaz esasları. Hâlbuki Homo sapiens sapiens, yâni “farkında olduğunun farkında olan adam” ismini taşıyan türümüzün bir mazhariyeti var: Bu içgüdüsel ve dürtüsel donanımımızı aşabilmek, aşmak ve ahlâkî açıdan, insanî değerler açısından daha da mütekâmil olmak.

Diyebiliriz ki, kendini aşmaya muktedir, mecbur ve mahkûm tek varlık biziz. Yâni şeytan da, melek de, (bulabilene) Tanrı da bizde, bizimle, biziz.

Eskiler “homo hominis lupus” derlerdi, yâni “insan insanın kurdudur”. Bakalım ne zaman birbirimizi yemeği bırakıp “insan-ı kâmil” olacağız…

Bunun tek yolu da akıl, hikmet, sevgi, kuvvet ve güzelliğin süslediği aydınlık cadde. Haydi, orada, oraya koşalım.

Prof.Dr. M. Kerem Doksat
doksat@superonline.com
İstanbul - 23.12.2004
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail