İki sinagogdan sonra
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın sergilediği bermutat
külhanbeylik gösterisini müteakip, HSBC Bankası ve İngiltere’nin
Türkiye’deki mahfili bombalanıyor. Yüzlerce yaralı, onlarca ölü.
Dökülen kanın çoğu Müslüman damarından fışkıranlar. Basmakalıp
tepkiler derhâl başlıyor. “Dinci basın” bunların Müslüman
olamayacağını söyleyip aklamaya çalışırken, lâik ve diğer
kesimlerin kalemleri “İslâmî terörü” lânetliyorlar. İlk
saldırıyı gerçekleştirilenlerin Güneydoğulu iki Türk vatandaşı
olduğu ortaya çıkarılıyor sür’atle!
Bir meslekdaşım
e-postayla haber veriyor ki, The Times’ın ünlü yazarlarından
Simon Jenkins, “Türkiye, Batı’nın başarısızlıklarının
faturasını, trajik biçimde ödüyor” başlığı ile kaleme aldığı
yorumunda, özetle şu görüşlere yer vermiş:
«Türkiye’nin,
saldırılara sahne olarak seçilmesi çok anlamlı. Türkiye, Irak
konusunda dolaylı bir rol oynadı.
Ama Türkiye’nin bir özelliği var. O
da, kolay girilebilir ve yumuşak bir hedef olması. İstanbul gibi
büyük kentler, her zaman bombalı saldırılara açıktır. Hayatı
durduramazsınız. Trafik akmalı. İşyerlerini birer kaleye
çeviremezsiniz. Öyle olsaydı, dünyanın en savunmaya yönelik
binalarının bulunduğu Bağdat’ta saldırı yapmak mümkün olmazdı...
Bombacıların amacı, sâdece bizim anladığımız anlamda öldürmek
değil. Öldürmek yoluyla, bu saldırılara gelecek tepki ile
oynamak.. İki yıl önce, 11 eylülde de aynen bunu yaptılar.
Amerikan toplumunda bir travma yarattılar ve ardından
Amerika’nın tepkisi, dünya çapında Müslüman âleminde bir
anti-Amerikan dalga yayılmasına yol açtı. Teröristlerin yaptığı
şey, savaşa dâvetti. Bence, Batı dünyası bu daveti kabûl
etmemeliydi.. El Kaide’nin amacı, Batılı değerleri yok etmek
veya Batılı ülkelerin istikrarına zarar vermek filân değil.
Onlar sâdece bomba patlatmaya muktedirler..
Batı,
buna aşırı tepki gösterirse, bu yasadışı unsurların ihtiyacı
olan desteği de körüklemiş olur. Bombalar, durup dururken
patlamazlar. Bunun nedenleri vardır. Bunlara karşı askeri bir
savunma olamaz. Bu savaş alanında, güçsüzler güçlü, güçlüler de
güçsüzdür. Çünkü güçsüzler ölmeye hazırdır, güçlüler ise korku
içindedir. Güçsüzlerin Scud füzelerine ya da kitle imha
silâhlarına ihtiyaçları yoktur. Bombalı bir otomobile
bildirilmiş genç bir intihar komandosu, bütün dünyaya korku ve
terör saçmaya yeter. Batılı dünyanın sistemleri ve gelenekleri,
Arap halklarına empoze edilemez. Bunu anladığımız anda bombalar
da duracak. Bunu anlayana kadar, bu iş, ‘beyaz adam’ın omzunda
bir yük olmaya devam edecek.»
Tam derin derin
tefekkür ederken, başka bir dostum şunları yazdı:
«Bu eylemlerin niçin yapıldığını
anlamak için George W. Bush’un Londra seferi ile aynı zamana
denk geldiğini anımsamak gerekir.
Yine anımsamak gerekir ki: Gerek
George W. Bush, gerekse Tony Blair kendi toplumlarına karşı güç
durumdalar.
Küresel çıkarları için yarattıkları
düşmanla savaşlarını haklı gösterecek bir nedenleri kalmadı.
Savaş karşıtları büyük bir gösteriye hazırlanmaktalar. Protesto
en üst düzeyde.
Bu patlamalar kimin menfaatine oldu
acaba... Saatlerce CNN ve BBC özel yayın yaptılar. Dünyanın
herhangi bir yerindeki olayda bu ilgi olur mu idi. Saldırının
İngiliz kurum ve temsilciliklerine yapılmış olması rastlantı mı
idi acaba?
Tekrar ediyorum: George W. Bush
Londra’da...
Benim yaşıtlarım ve ağabeylerim
bilirler ki “Mahir Kaynak” istihbarat örgütleri açısından önemli
bir isimdir. Sinagog bombalamalarından sonra Expo Channel’da bir
söyleşide şöyle dedi:
“Terör, bir devletin bir diğer devlet
üzerinde etki için gizli silâhıdır”
“Terör olayının amacı yaratmak
istediği tepkidir”
Sinagog saldırıları konuyu saptırmak
için mi idi?
Neden Türkiye?
Türkiye’de olayın ortaya çıkma
olasılığı daha az... Polisin becerisi mâlûm, haberin baskı
altında tutulması muhtemel…
Dostlarım!
Komplo teorisi üretiyor
diyebilirsiniz. Polisiye roman okuma yaşım ve merakım geçti.
El Kaide, İbda-C vs. vs. birer maşa...
Benim anlamaya çalıştıklarımı kırık
dökük anlatmaya çalıştım.»
Akabinde başka bir
dostumdan ise şu yorum geldi:
«Bu görüşlere aynen katılıyorum. Sonuç
kime ve neye hizmet ediyor? Buna bakmalıyız.
1. Bu eylem sonucu toplumlarda
Araplar’a ve İslâm’a karşı nefret arttı.
2. Amerika’nın ve İsrail’in
Ortadoğu’daki işgal ve katliamları kamufle edildi.
3. Amerika’nın Irak’ı işgalinin ne
kadar haklı (!) gerekçelere dayandığı kanıtlandı.
4. Türkiye Güneydoğu ve Kıbrıs
konusunda daha çok ödün vermeye zorlanacak yoksa...
5. Elbetteki bu eylemler yerli ve
aşırı İslâm militanları belki dâvâlarına inandırılarak
kullanıldı ama bunlara mâlî ve lojistik destekleri, silâhları
hedefleri kim sağlıyor. Arkasında bir devlet bulunmayan terör
örgütü ne kadar yaşayabilir. Taşeronların kullanıldığı muhakkak.
6. Bu olaylar göstermiştir ki,
Türkiye’nin gerçek dostları Amerika ve İngiltere’dir (!) Onların
kucağına daha çok oturmamız gerekmektedir (!).
7. Uzun vâdede hedef Türkiye’mizdir.
Çünkü ülkemiz başına çorap örülmediği takdirde kısa sürede
bölgesinde eski imparatorluk gücüne kolayca ulaşacak potansiyele
sâhiptir. Onun için Güneydoğusu’nda bir Kürt devleti kurulmalı.
Kuzeydoğusu Büyük Ermenistan’a bırakılmalı. Kalanı ise Avrupa
Birliğine alınarak “Böl ve hükmet” formülü uygulanmalıdır.
8. Ermeni terörü, PKK teröründen sonra
şimdi yeni bir sayfa açılıyor: Şehir terörü! Ülke ekonomik
kaynaklarını bu yolla harcayarak, gelişmişlik çizgisi sınırları
dışında tutulacaktır.
9. Peki, İslâmcı örgütler bundan ne
kazandı: Daha çok nefret ve dışlanma.
10. Sonuç olarak Dünya
paylaşılamayacak kadar küçülmüştür ve gelişmiş ülkeler nezdinde
bir kısım insanların bu dünyada yaşamaya hakkı yoktur. Türkiye
bu yaşam sınırının neresinde yer alacaktır?
22.11.2003
tarihinde, Hürriyet’teki köşesinde Yalçın Doğan
şunları yazıyordu:
«Terörün Tohumları
KADIN militan
yetiştirmek için, öncelikle türbanlılara yöneliyor.
El Kaide’nin
Endonezya ile ilgili belgesi derslerle dolu. CNN
International tarafından hazırlanan belgesel, bu akşam CNN
Türk’te.
Afganistan’daki El
Kaide hücrelerinde ele geçen yüzlerce doküman ve kaset var. Bu
malzemeden hareketle, iki ayrı belgesel hazırlanıyor. Amaç,
örgüt, ideoloji gibi klâsik bilgiler dışında, dikkat çeken olgu,
örneğin El Kaide’nin hayvanlar üzerinde kimyasal silâh
denemeleri.
Bunun üzerinde
Amerika büyük bir titizle duruyor, biraz da kaygıyla. Çünkü,
bugünlerde Amerika ve İngiltere’de El Kaide’nin kimyasal
silâh kullanacağı eylemler plânladığı yönünde bilgiler var.
Bundan kısa süre
önce, Bağdat'ta yine El Kaide tarafından düzenlenen kimyasal
silâhlı eylem son anda haber alınıyor ve eylemciler
yakalanıyor.
İstanbul’daki
terörün ardından, Amerika ve İngiltere alârma geçiyor.
SOLO’DA BİR
OKUL
CNN Türk'te bu
akşam 21.0’te yayınlanacak olan Terörün Tohumları adlı
belgesel ise, El Kaide’nin Endonezya faaliyetlerini
anlatıyor.
Endonezya 17 bin
ada, 300 etnik gurup, 600 dil ve lehçenin konuşulduğu 200
milyonluk karma karışık bir ülke. Solo kentinde bir okul
var. Türban takmak zorunlu. El Kaide'nin kadın,
erkek militan yetiştirmek için, el attığı ana yerlerden biri.
Temel kural, İslâmcılık. İslâm öğretileri doğrultusunda
yaşamak. İslâm’a karşı gelince, uzlaşma yok. Öğreti bu. Radikal
İslâm’ı yaymak için, her yol mubah. En başta terör.
Kendisi de, El
Kaide bağlantısı sâbit olan okulun sâhibi hapiste. Ama, okul
hâlâ faâliyette. Terörist yetiştirmek üzere.
YOKSULLUK BÜYÜK
KOZ
Endonezya gibi bir
ülkede, terörün tohumunu atmak kolay. Çünkü, yeni dünya
düzeninde sefâlet diz boyu. Refahla yoksulluk arasında
yaşayan milyonlarca insan için, dünya düzenine karşı çıkmak,
radikal İslâm’la birleştiğinde, kutsal bir amaç.
Afganistan
saldırısıyla birlikte, Irak serüveni, radikal İslâm için
bulunmaz bir fırsat. Hele de, taşeron örgütleri kolaylıkla
buluyorsa, özellikle Müslüman ülkelerde ortam daha rahat.
Bu rahatlık,
Müslüman, ama radikal İslâmcı olmayan ülkelere gözdağı vermekle
birleşiyor. Sonuç, al sana terör!..
İstihbarat nerede?..
UZMANLARA
göre, yaşadığımız terör türü için, en az üç aylık hazırlık
dönemine ihtiyaç var. Dolayısıyla, istihbarat çok önemli.
İstihbarat yoluyla, terörün önlendiği yüzlerce örnek var.
Taşeron örgütlerden nasıl istihbarat
ediniliyor?.. Güvenlik birimlerinin o örgütler içinde
yuvalanmasıyla. Geçmişte, bu hep böyle. Ya şimdi?..
Geçen akşam bir TV’de İçişleri eski
bakanı Saadettin Tantan’ın ortaya attığı iddia çok
çarpıcı:
“Son bir yıl içinde, güvenlik
birimleri dinci örgütler içinde, eskisi gibi yuvalanamıyor!..
Eskisi gibi, istihbarat alamıyor!..”
Müthiş bir iddia!.. Buna şimdiki
İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun yanıt vermesi gerek.
Bu iddia doğru mu?... Neden yuvalanamıyor?.. Önceden istihbaratı
engelleyen ne?.. Dinci örgütler, gerçekten bu kadar başı boş
mu?..
Saldırıyı futbol topu önlüyor
ŞU
anda Orta Doğu'nun kim bilir neresinde yaşayan iki El Kaide
militanı var. Son anda intihar eyleminden vazgeçen
iki militan. İkisi de, örgütün göz hapsinde.
Bunlardan biri futbola çok meraklı.
Ama, ömründe futbol topu görmemiş!.. İntihar saldırısına
giderken, bir okulun önünden geçiyor. Bahçede çocuklar top
oynuyor. Top!.. İlk kez görüyor!..
Saldırı, belki çocukların da hayatına
mal olabilecek. Çünkü, saldırı yeri okula bitişik. Son anda
eylemden vazgeçiyor, ‘‘Ben oynayamadım, hiç olmazsa, onlar
oynasın’’ duygusu ağır basıyor.
Bombayı çekecek ve kendisi de havaya
uçacak!.. Bir saniye sonra, param parça olacak!.. Bunu bilerek,
saldırıya nasıl gidebiliyor?.. Beyni yıkanmış olarak, uyuşturucu
katkısıyla mı?.. Ya da, ne?..
Teröristin ruhsal yapısını, tüm
yönleriyle çok iyi analiz etmek gerek. Futbol topu ve benzeri
rastlantıları, simgeleri ihmal etmeden.»
Bu bir ön yazı,
müteakip yorum ve görüşlerimi daha sonra ileteceğim…
23.11.2003 tarihli
Zaman gazetesinde GRAHAM E. FULLER imzalı ve “Terörizm
dünyasında Türkiye” başlıklı bir yorum çıkıyor. Gazetenin
ifâdesine göre, bu şahıs “CIA Ulusal
İstihbarat Konseyi Eski Başkan Yardımcısı” imiş ve bu yazıyı
Zaman Gazetesi için kaleme almış. Aynen
iktibas ediyorum:
«Müslüman
dünyasındaki bölgesel olayların kuvveti şimdi terörizmi
Türkiye’ye getiriyor. Bu trajik olayları nasıl anlayacağız?
Öncelikle, bu olaylar Türkiye için korkunç olsa dahi, en azından
önemli bazı haber niteliğindeler. Türkiye bu darbelerin acısını
Ortadoğulu bir ulus olarak değil, ancak Batılı bir ulus olarak
çekiyor. Bu, çok önemli bir fark.
Ortadoğu’nun birçok ülkesinde,
terörizm her ülkenin siyasi düzeni içinde ortaya çıkıyor.
Afganistan, Irak, Suudi Arabistan, Mısır, Cezayir ve diğer
ülkeler ciddî bir iç terörist meydan okuma ile karşı karşıya.
Buralarda büyük radikal İslâmcı gruplar ülke politikasının
parçası ve iktidardaki otoriter rejime karşı savaşıyor. Nüfusun
büyük bir kısmı bu ülkelerde iktidarda olan ve nefret ettikleri;
ancak iktidardan uzaklaştıramadıkları rejimler nedeniyle gerilla
ya da terör gruplarına karşı sempati besliyor. Mısır, Suudi
Arabistan, Tunus, Suriye ve Özbekistan gibi ülkelerde çoğu
insan, terörizmi siyasal düzeni değiştirmenin bir yolu olarak
görüyor.
Stratejik hedef
Türkiye ise tamamen farklı. Hükümeti
demokratik olarak halk tarafından seçilmiş. Halkın hükümeti
iktidardan uzaklaştırmak için teröre dönmesine gerek yok, eğer
hükümeti beğenmiyorsa iktidardan indirecek şekilde oy kullanır.
Türk nüfusunun sadece çok küçük bir kısmı bu terörist şiddet
olaylarına karşı sempati besliyor.
Böylece bu terörist hareketler
korkunç olmakla beraber, ithâl edilmiş yani Türkiye’nin iç
siyasetinden ortaya çıkmamış olan hareketler ve yukarıda sözü
edilen ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de potansiyel bir iç
savaşı temsil etmiyorlar. Bu ise Türk siyaseti için son derece
iyi bir haber.
Ancak buna rağmen Türkiye Amerika
Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa ve diğer Batılı ülkelerde
olduğu gibi ithâl terörizm nedeniyle acı çekiyor. Türkiye,
özellikle Arap dünyasında ve Afganistan’da süregelen şiddet
olaylarına sınırı olduğu için sorun hâlâ ciddî.
Fakat niçin Türkiye saldırı için
hedef olarak seçildi? Bana göre tek bir merkezi ana plânın bir
parçası olarak bütün küresel terörizm olaylarını anlamaya
çalışmak fazla mantıklı değil. Genellikle Washington neredeyse
bütün terörist olaylara ‘El Kaide bağlantılı’ olarak atıfta
bulunuyor; ancak bu analitik olarak yararlı değil. El Kaide
özellikle Afganistan’daki Amerika savaşından sonra büyük oranda
dağılmış durumda bir güç. Diğer gruplar için bir parça ilhamdan
başka çok az miktarda başka şeyler sağlayabilir. Evet bu
teröristlerin birçoğu geçmişte Afganistan’a eğitim/idman amaçlı
gitmişti; fakat bu, saldırıların merkezi olarak plânlandığı
anlamına gelmiyor.
Türkiye hem uluslararası terörizme
sahne oluyor hem de bu terörün hedefi. Terörizme sahne; çünkü
Irak savaş alanına çok yakın. Böylece göreceli olarak Türkiye,
İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’taki
müttefiklerine (örneğin İngiltere) saldırmak için uygun bir yer.
Türkiye’deki Amerikan hedeflerine bugüne kadar saldırılmamış
olması hayret verici; fakat ne yazık ki bu da yakın bir
gelecekte gerçekleşeceğe benziyor. Elbette diğer ülkeler de Batı
karşıtı terörizme sahne olabilirler.
Türkiye ayrıca kendi açısından da
birkaç nedenden dolayı terörizmin hedefi. Birincisi Türkiye’nin
İsrail ile çok yakın bağları var; öyle ki, bâzı Amerikalı
stratejistler Washington, Ankara, Tel Aviv arasında stratejik
bir eksenden söz edebilir. Böyle bir olasılık birçok Arap ülkesi
tarafından başlıca tehdit unsuru olarak algılanır. İkinci
olarak, elbette Türkiye uzun zamandan beri bir NATO üyesi ve
birçok nesilden beri de lâik bir devlet.
Eğer Irak, Suudi Arabistan, Fas,
Filipinler, Türkiye, Endonezya ve diğer yerlerdeki bütün bu
terörist olaylar El Kaide ile bağlantılı ise bu El Kaide’nin
stratejik odak noktasını kaybettiği anlamına gelir. Eğer El
Kaide bütün dünyaya saldıracaksa Müslüman dünyasındaki bâzı
ülkelerde sahip olduğu sempatiyi sonraları kaybedecek demektir.
Bu, El Kaide’nin sonunun başlangıcı olur. Ancak bu son çabucak
gelmez. Irak’taki savaş gibi olaylar bölgede duyguları büyük
ölçüde hazırladı ki şimdi bu duygular Irak dışına komşu ülkelere
taşıyor. Eğer Amerika, Irak’ı somut yeni bir hükümet kurulmadan
terk ederse Irak kaosa düşer. Bu muhtemelen uluslararası terör
kaosu değil daha ziyâde bir çeşit iç savaş kaosu olur. Fakat
Amerika Irak’ı yakında terk etmezse Amerika’yı cephede vurma
şansının artık sadece mümkün değil aynı zamanda izafî olarak
kolay da olduğu Irak’ta, cihad güçleri yükselişe geçecek.
Terör devam edecek
Türkiye’ye içten ‘geçmiş olsun’
dileklerimi iletiyorum; fakat gelecek birkaç yıl içinde korkarım
ki Irak’a olan bu yakınlığı nedeniyle terörizmle daha çok
karşılaşacak. Ancak Türkiye, bölgedeki birçok ülkeden bu tür
darbelere dayanma yeteneği/hüneri açısından daha güçlü. Bu ithâl
terörizmin kendisine Türkiye’de yer edinme şansı yok. Türkiye
kendi İslâmcı problemlerini demokratik yollarla bölgedeki diğer
ülkelerin yapamadığı bir şekilde çözdü. Böylece İslâm,
Türkiye’de kolaylıkla istismar edilemeyecek (küçük bir aşırı
radikal grup ve psikopatlar hâricinde).
Elbette Türkiye, Avrupa Birliği’nin
parçası olması dileğinin gereğini yerine getirecek ve Batı ile
çalışmaya devam edecek. Fakat aynı zamanda Türkiye bölgedeki
Müslüman ülkelerle de yakın işbirliğinde bulunmalı ve bu,
diğerlerine bir araç olacak şekilde değil; ama bu kendi
çıkarları doğrultusunda ve bölgede olumlu bir etki uyandıracak
şekilde olmalı.
Türkiye’nin Türkiye gibi modern bir
ülke olmaya çalışan Ortadoğulu ülkeler gibi ödemesi gereken
bedeller olacak. Bu uzun ve zorlu bir süreç; ancak kat edilmeli.
Bundan kaçınmanın yolu yok. Türkiye istese de istemese de bu
sürecin içinde yer alacak.»
Bu yazı üzerinde,
Zaman Gazetesi’nin genel çizgisi ve temsil ettiği fikriyat göz
önüne alındığında, “Böylece İslam, Türkiye’de kolaylıkla
istismar edilemeyecek (küçük bir aşırı radikal grup ve
psikopatlar haricinde)” gibi yumuşatmalara kanmadan düşünülmeli
diye geçiyor aklımdan. Durum hiç de o kadar basit ve önemsiz
değil. Ankara’nın Doğusu’na gittikçe Arabizm kokan İslâmî
baskının arttığı, pek çok üniversitenin ve devlet kurumunun
şeriatçıların eline geçmiş olduğu inkâr edilemez bir vâkıa. Ben
gittim ve gördüm, ikinci el istihbarat değil bu. Güneydoğumuz’da
yaklaşık 20 il ise Kürt-İslâm sentezi tuzağında; Hizbullah bitti
mi zannediyorsunuz? Bunu bizzat eski Cumhurbaşkanı Demirel de
ifşâ etti, bütün gazetelerde yayınlandı. Ben buralara da gittim
ve gördüm, 1. Körfez Harbi’nde Diyarbakır’da askerdim, sonra da
kongre vesîlesiyle gittim. Bu da ikinci el istihbarat değil
yâni.
Asker ise AKP
iktidarına şimdilik sıcak bakmakta çünkü onların “İslâmî” oyları
olmasa, ilk seçimlerde bütün reyler PKK-KADEK temsilcisi partiye
gidecek.
Zâten Batı’nın,
ezcümle aziz dost ve müttefikimiz ABD’nin ve AB’nin alenî oyunu
bu değil mi? Güneydoğumuz’da Türkmenler’i fiilen ve tapu
kayıtlarının imhâsı sûretiyle tarihten sildiler ve bizzat
eğittikleri Peşmergeler’e oradaki Kürt devletini kurdurttular.
Kısa bir süre sonra bu devlet resmiyet kazanacak ve görün ki,
sür’atle bu sevgili “dostlarımız, müttefiklerimiz” tarafından da
tanınacaktır. Demokratik yolla da Türkiye’deki ilk seçimlerde
kazanılacak “zafer”, hemen akabinde buradaki Kürtler’le
oradakilerin birleştirilmesi yaptırımını bir fiilî durum hâlinde
gündeme getirecek yâni Batılı güçlerce bir “de facto”
dayatılacaktır.
Bu arada Kıbrıs
için hepsi üzerimize çullanmaktadır. Yunanistan fırsatını
bulduğu anda saldırmak üzere ordusunu hazırlamakta, minârenin
kılıfı olarak da Kıbrıs’taki durum hazırlanmaktadır. Ermenistan
zâten sinsice beklemektedir. Araplar bizden hep nefret etmiştir
ve hiçbir zaman “din kardeşi” filân olmamışlardır. Cem
Boyner’e ve Koç Holding başkanına revâ görülen muamele
basında yer almakta: Sırf Türk oldukları için 5 saat
bekletilmişler Mısır’daki havaalanında. Onlara bunları tatbik
edenler, sıradan vatandaşlara neler yapmaz ki!
Pekâlâ, tarihleri
boyunca devlet kuramamış, sürekli birbirleriyle dövüşüp durmuş
Kürtler’in bu sun’î devleti sürdürmeleri mümkün mü? Arkalarında
ABD ve Batı oldukça bir süre idare ederler, hepsi bu. Sonra da
sapır sapır dağılırlar. Kısa-orta vâdeli hedef oradaki petrol;
peki, uzun vâdeli (belki de çok uzun değil) hedef ne?
Vaâd edilmiş
topraklar konseptini hâlen nereleri olarak görüyor İsrail’in
başındakiler? Haritaya bir bakıyorsunuz, Kürtçülük oyununun
oynandığı bölgelerle bunlar tam çakışıyor. Ne müthiş bir tesâdüf
(!) Aklıma dostlarımdan birisinin yukarıdaki «2.
Amerika’nın ve İsrail’in Ortadoğu’daki işgal ve katliamları
kamufle edildi» ifâdesi geliyor. İşin önemli
merhalelerinden birisi Türk’ün ortadan kaldırılması. Çünkü bizi
tarihimizle, gücümüzle ve potansiyelimizle baş düşmanları olarak
görüyorlar. Kabaca 900, net olarak 600 sene hükmettiğin adamlar
seni hiç sever mi? Neumark’ın da ifâde ettiği
gibi, eğer biz olmasak, İslâm Arap çöllerindeki bir bedevînin
hezeyanı olarak kalacaktı ÜHBA’nın (Üstün Hristiyan Beyaz Adam)
gözünde. İslâm’ın kendilerine “belâ” olmasının faturasını bize
keser Batılılar. Araplar’ı zâten kucaklarına oturtmuş
durumdalar. Irak’ı da, Suudiler’i de kendileri kurdular,
kendileri vuruyorlar. Bir tek hâlâ bize dişleri geçemedi.
Osmanlı’yı yıkıp tam geçiyorlardı ki, bir Mustafa Kemâl
Atatürk çıktı ve çağdaş bir ulus olmamıza yol açacak
inkılâplarıyla tamamladığı İstiklâl Harbi’ni gerçekleştirdi.
Bu arada, muazzam
propagandalara rağmen Avrupa’da ve bütün dünyada anti-Semitizm
ivme kazanmakta. Son yapılan kamuoyu yoklamaları bunu açıkça
gösteriyor. Sebep ise hâlen İsrail’i yöneten Şaron
ve adamlarının tutumu. Bu kişi zâten katliam suçlusu olarak
hüküm giymiş. On senelerdir sefâletle ve açlıkla tedrîcen yok
ettikleri Filistinliler’i iyice ve daha hızlı öldürmek için ne
gerekirse yapıyorlar. Hâtta, ABD yöneticilerinin bile “bu kadarı
olmaz” demesine aldırış etmeksizin Ölüm Duvarı inşâ
ediyorlar. Uyguladıkları devlet terörü o derecede rezilce ki,
bizzat vicdan sâhibi Musevîler, kendi vatandaşları ve İsrail
Ordusu’nun subayları ve askerleri bile isyan ediyorlar.
Tabii ki dinleyen yok! Ayrıca, bu adamları oraya kim seçti? Bir
zekâ ve vicdan âbidesi olan George W. Bush’u
alenen hileyle ve oy sahtekârlığıyla ABD’nin başına kimler
getirdi?
Endişeden de öte,
korkuyorum ki DDD’nin (Dünya Derin Devleti) yeni milenyumdaki bu
ilk bölüşüm ve paylaşım plânı, öncekilerden farklı olarak, zâten
başlamış olan 3. Dünya Harbi’nin çok daha şiddetlenmesi ile
neticelenecektir. Vahşî kapitalizm dünyayı öldürüyor.
Ortodoks Marksizm
ise çözüm filân değil, görün artık!
İnsanlığın akl-ı
hikmetle, hakkaniyetin kudretiyle ve sevginin güzelliğiyle
süslenmiş yeni bir sosyal demokrasi anlayışına âcilen geçiş
ihtiyacı var. Bu arada, Türkiye olarak, yıkılmadan ayakta kalmak
zorundayız.
Gelin canlar bir
olalım! Birbirimizi yemeyelim yeter. Bunlar paranoya filân değil
ve önümüzde aylar yıllar kaldı sâdece… Kendimizi düşünmüyorsak
bile çocuklarımızı, torunlarımızı düşünelim!
Prof.Dr. M. Kerem Doksat
doksat@superonline.com
İstanbul
- 25.11.2003
http://gulizk.com
|