Londra’ya,
Heathrow Havaalanına ayak basıncaya dek İstanbul ile Londra arasında
bir mukayese yapmak aklımın ucundan bile geçmemişti.
Heathrow’un dışa açılan halı kaplı, uzun koridorlarından geçerken,
bir anda Atatürk Havalimanında yeni inşa edilen dış hatlar
terminali aklıma geldi.
Ve iki şehri karşılaştırmaya bu şekilde başlamış oldum.
Büyüklüğü,
teknolojik imkânları ve çağdaş yapısıyla eski binasından dört
kat daha geniş inşa edilerek Avrupa’nın sayılı
terminalleri arasına giren dış hatlar, toplam 186.000 m2 alanı ve
179.000 m2 yi kaplayan otoparkı ile Türkiye’nin en büyük üç
yapısından biri olarak kabul ediliyor. Ayrıca 7076 araçlık
kapasitesiyle, Avrupa’nın tek alanda en büyük otoparkına sahip.
Buna karşın, Londra’da bizim kıyaslamak üzere ele aldığımız
yer, Hava alanının sadece Amerika ve Doğu ülkeleri ile ulaşımı
sağlayan 3 numaralı bölümü.
Terminal olarak ele aldığımızda Yeşilköydeki ağır basıyor.
Diğer bölümleri görme imkânım olmadı.
Heathrow hava
limanı kargo kısmı hariç, yedi üniteden
meydana geliyor.
Varın gerisini siz hesap edin...
Havaalanlarından kent içlerine ulaşım süreleri hemen hemen aynı...
Yaklaşık otuz beş dakikada kent merkezlerine ulaşabilirsiniz.
Belki inanmayacaksınız; düzgünlük ve otoyol genişliği bakımından
İstanbul daha avantajlı...
Aslında, trafikten başlayarak toplum yapıları hakkında bir yığın
karşılaştırmaya girmek mümkün.
Bir başka göze
çarpan özellik ise şu;
Londra’da taksiye bindiğinizde
Türkiye’den gelme alışkanlıkla yalnızca gideceğiniz caddenin
adını söylerseniz, şoför hemen “kaç numara?” diye soruyor.
Bazen basit bir olay, bir sürü şey düşündürüyor.
İstanbul’da böyle adres filan söylemeyiz. Çünkü pek bir anlamı
yoktur. Eğer ‘Çırağan sokak 66 numara’ gibi çok belirgin değilse,
işin normali, şoförün bu adresi bilmesidir. Öte yandan Çarşıkapı‘ya
gidelim dediğinizde 'ben karşıda çalışıyorum, tarif eder
misiniz' diye cevap verenlere de rastlamanız mümkün.
İngiliz şoför ise sadece numarayı sorar. Zira, o caddeye belki en
kestirme tali bir yerden gitmesi gerekecektir.
Bu
metropolde, filmlerde gördüğünüz özel İngiliz tipi
arabaların şoförleri ise, her sokağı ezbere bilmek durumunda.
Diğerleri de biliyor, ancak bu kadar değil. Onların da
haritalı rehber kitapları var.
Acaba Londra kadar büyük bir kent olan İstanbul’da da profesyonel
şoförlerin böyle uygulamalardan geçmeleri, ehliyet sınavı yanında
harita bilgilerini de kanıtlamak zorunda olmaları mantıklı değil
mi?..
Kent aralarında
kültürel etkinliklerin yoğunluğu Londra’da daha ağır basıyor.
İnternet cafeler şehrin her tarafında yaygın bir ağ örmüş.
Gerçi İstanbul’da da böyle girişimler var. Ama sayıca
henüz o kadar çok değil.
Bir Londralı,
boş vakitlerini asla çarçur etmiyor. Günde üç- dört milyon
yolcu taşıyan Underground’da zamanını
harcamamak için meşrubatını ayağının dibine koyup, sandevüç
veya yemeğini yiyen bir İngiliz bayanı ve her zaman
kitap, gazete, mecmua okuyan insanları görebilirsiniz.
Maalesef, bizim günlük yaşamda karşılaşabildiğimiz türden değil
bu enstantaneler...
Ayrıca, Kent içine
yerleştirilmiş Hyde Park, Battersea Park, Green Park, Hollan Park,
Normand Park gibi yeşil alanlar nedeniyle
insanların tertemiz hava alması temin edilmiş.
Zaten, bu kentte kirli hava sorunu çok öncelerden doğalgaz ile kökünden
halledilmiş. Şehir temizliği içlerde Londra lehinde, dış kısımlarda
özellikle kuzey bölgelerinde ise, bizden farksız, hatta daha kötü
diyebilirim.
Önemle
belirtmek istediğim bir başka husus da
belediyelerin halk ile ilişkilerde
bizdekinden çok fazla aksiyonel bir çalışma programlarıyla
yüklü oluşları...
Metroda yaklaşık on beş lines (hat) ile şehir içi trafiğinin yükü
oldukça hafifletilmiş. İstanbul'da yapımı yıllardır süren Taksim -
Levent metrosu, daha faaliyete bile geçemedi.
Ünlü
River Thames ile Boğazın
silueti oldukça farklı.
Belki, Boğaziçi, hiçbir yerle mukayese edilemeyecek, dünyanın en
önemli panaromik güzelliklerine sahip bir kıvrım...
Londra’nın
bir başka özelliği, alış-veriş merkezleri...
Bizde sadece belli konumlardaki ticaret bölgelerini, burada her
tarafta değişmeyen fiyat ve kalitesiyle bulmak mümkün. Sevindirici
olan, konfeksiyonda Türk giysilerinin vitrinlerde boy göstermesi...
Hatta İngiliz mallarına kıyasla bizimkilerin
daha iyi olduğu bile söylenebilir.
Tarihi
zenginliklerde, Londra’nın daha ağır bastığını sarayların, müzelerin
varlığı ile mükemmelliğe yakın olduğunu söylememe gerek var mı
bilemiyorum...Bu değerlerin ayrı bir dikkatle korunduğunu görüyoruz.
Londra’ya gitme imkânı olanlar, Firavun’un mumyasının
bulunduğu Brithish Museum ile, günümüz ile
tarihi görüntüleri bir
araya getiren Baker Street’e yakın Madame Tussaud’s müzesini
gezmelerini tavsiye ederim.
Total
bilgilerin ışığında bakıldığında, her iki şehrin kendine ait
özelliklerinin bulunduğu, alt yapı teşekkülü ve tarihi yansıtması
açısından Amerika’nın bir ayağı şeklinde kabul edilen
Londra’nın ağır bastığı, eski binaların otantik
niteliklerinin korunmasında büyük özen gösterildiği, sorunların
hemen hemen kalmadığı, ancak mesken olarak kullanılanların günümüz
ihtiyacına pek uygun olmadığı görülmekte, bunun yanında yeni çehresi,
değişen mimari görüntüleri ve sahip olduğu efsanevi Boğaz güzelliği,
köprüleri, Adaları ile dünya metropolleri arasında İstanbul’un
da kendine has çarpıcı özelliklerinin bulunduğunu düşündüm.
Ancak,
“Objektif olarak hangi şehir?” diye bir soru ile karşılaşırsam,
yanıtım, hiç düşünmeden her şeye rağmen, nüfus yoğunluğu eşit
düzeyde olan bu iki şehirden “İstanbul’u tercih ederim“şeklinde
olacaktır.
Zira,
Vatan,
benim için birçok değerden önce gelir.
Ahmet
F. Yüksel
Londra - 27.02.2000
|