HAMPSTEAD
İngiltere’ye
ilk gidişim, 1997 Ocak ayına rastlamıştı. Hiç unutmam, ayın
birinde Londra’da idik . Kuzeyde, vasatın üstü sayılabilecek bir
yerleşim merkezinde, ana arterlere , alışveriş merkezlerine ve
metroya yakın West Finchley denilen bir yerde kalmıştık.
Bu
kez İngiltere’nin en mutena
semtlerinden biri olan Hampstead’de misafir olduk. Metroyo birkaç
dakikalık bir yerde, arka tarafı Hampstead Heath Parkı’na bakan
harika bir dairede misafir edildik.
Hamstead,
anlatılan görüntüyle birlikte Londra'nın biraz uzağında kalmıştır.
Başkentin kuzeyindeki yüksek sırttan aşağı bakmaktadır
ve George döneminden kalma bir köy görünümündedir. Hampstead'i
Highgate'ten ayıran koruluk, modern yaşamın hay huyundan zaten uzak
olan bölgeyi daha da yalıtarak çekiciliğini artırır. Büyüleyici
kent sokaklarındaki gezinti ile koruluğun içinde yapılacak bir yürüyüş,
unutulmayacak bir deneyimdir.
Hampstead
Metro istasyonu, Northern Hattının Edgware kolu üzerindedir;
Hapstead Heath'te duran
demiryolunun da bir hattı vardır. 24 no.lu otobüs her gün
Trafalgar Square ve Tottenham Court Road üzerinden Victoria -
Hampstead arasında çalışır.Biz otobüsten ziyade, metroyu tercih
ettik.Böylece, zamandan kazanıyor hem de daha rahat bir yolculuk
yapmış oluyorduk.
Kuzeyinde
geniş bir koruluğun yer aldığı bir tepedeki Hampstead, taşıdığı
köy havasıyla kent baskısından kurtulma hissini vermektedir. Bu özelliğiyle,
George döneminden beri sanatçı ve yazarları kendine çekmiş,
Londra'nın en gözde iskân bölgelerinden biri olmuştur. Malikânelerle
kasaba evleri koruma altındadır
ve dar sokaklarda yapılacak bir gezinti, size huzur
verecektir.Buna karşılık, alışveriş
yerine oldukça uzak bir mesafede sayılırdı.
Bölgede
görmenizi tavsiye edeceğimiz bazı yerleri şöyle sıralayabiliriz:
Flask
Walk ve Well Walk :
Ilginç
dükkânların bulunduğu bu dar sokak, köyün meskun bir sokağına
doğru genişler.
Burgh House
:
1702'de
yapılan, ama o tarihten sonra epey değişiklik gören bu evde, ilgi
çekici bir yerel tarih müzesi ile aşağısındaki küçük bir bahçeye
bakan bir cafe vardır.
Jack Straw's
Castle:
Koruluğun
ucundaki bu pub, adını 14. yüzyıldaki bir istasyondan almıştır.
Fenton
House :
Yazın
gelecek ziyaretçiler, koruluğun yanındaki karmaşık sokakların
arasına gizlenmiş olan 17. yüzyılın sonlarından kalma bu evi ve
duvarlarla çevrili enfes bahçesini mutlaka görmelidirler.
Church Row
Bu
uzun evler, özgün ayrıntılara sahiptir. Londra'nın George dönemine
ait bu en güzel sokağındaki şahane demir işlemeleri kaçırmayın.
Londra’da
görülecek diğer önemli yerler de sırasıyla şöyle...
ROYAL,
BOTANICAL GARDENS, KEW...
İster ağaçlar kış sisinde
kaybolsun, isterse tomurcuklansın veya çiçek tarlaları arasındaki
yollar Pazar gazetelerini okuyan yaz piknikçileri ile dolsun, Kew bahçeleri,
büyüsünden hiçbir şey kaybetmez.
Royal
Beginnings: 120
hektarlık bu bahçelerde 44.000 değişik bitki çeşidi
ve muhteşem yeşil evler vardır. Burası, dünyanın en önde
gelen botanik araştırma sahalarından birisidir ve kuruluşu, oldukça
mütevazi olmuştur.
III.George’un
annesi Prenses Augusta, küçük Kew Sarayı’nın etrafında dört
hektarlık bir alana ilk bitkileri 1759 yılında dikmiştir. Bu işte
kendisine bahçıvan William Aiton ve botanist Lord Bute yardımcı
olmuşlardır.
Mimar
olan Sir William Chambers Pagoda’yı, Oranjeri’yi ve Ruined Archla
birlikte mabedleri inşa etmiştir.
Daha
sonra, Kral III.George, bahçeleri şimdiki genişliğine getirmiş ve
Kaptan Cook ile birlikte seyahatlere katılan Sir Joseph Banks
(1772-1819 arasındaki baş bahçıvan) dünyanın her tarafından
getirilen bitki örneklerini dikmiştir.
Victorian
Order: 1841
yılında bahçeler halka verildiği zaman, Sir William Hooker da
yirmi dört yıl sürecek
olan Müdürlük görevine başladı.
Kendisi
Ekonomik Botanik Departmanı’nı, müzeleri, otlar bölümünü ve kütüphaneyi
kurdu. Bu arada W.A Ncsfield
Gölü
havuzu ve dört büyük vistayı inşa etti ; Pagoda Vista, Geniş Yürüyüş
yolu (Broad Walk), Kutsal yürüyüş yeri (Holly Walk) ve Cedar
Vista.
Yeşil
Evler/ The greenhouses
: Chamber’ın yaptığı Orangery, şimdi bahçelerin restaurantı
ve satış mağazası... Bitkilerle
doldurulmuş yeşil evler sırasıyla Decimus Burton’un Palm House (1844-8), Temperate House (1860-2 ) döneminde dünyanın en
geniş yeşil evi ), Waterlilly House (1852) ve Princess of Wales cam
serası (1987). 1990’da yapılan fuar
‘’Evolution / Gelişim’’ 1950’ lerde inşa edilen
Avustralya Evi’nde yer almıştır.
KENSINGTON SARAYI BAHÇELERİ
(Kensington Palace Gardens) :
Astımdan muzdarip olması,
Kral III. William’a insani bir boyut getirmiştir. Aynı zamanda
modern çağın da şikâyeti olan astım yüzünden
Karanlık
Whitehall Sarayı’ndan küçük Kensington Köyü’nün temiz havası
içinde bir eve yerleşmiştir. Bu
kraliyet evinde halen yörenin izleri mevcuttur.
1689
yılında William kral olduğunda, eşi Mary ile birlikte bu yeri aldı.
Burası hem Londra’nın sosyal hayatı hem de kırsal yaşam açısından
mükemmel bir konumdaydı. Satın
aldıktan sonra, buraya Sir Christopher Wren ve Nicholas Hawksmoor’u
eve yeni bir model vermek ve genişletmek üzere getirdiler;
Christmasta eve yerleştiler.
Küçük
odalarına rağmen burası favori bir kraliyet evi olmuştur. Kral I.
George buraya kraliyetin ihtişamını Colon Campbell’e yaptırdığı
merdivenler ve resmi odalarla getirmiştir. Bu bölümler William Kent
tarafından çok şık bir şekilde dekore edilmiştir. Kraliçe Anne,
Oranjeri’yi ilave etmiş (Mimar Hawksmoor, tahta oymacı Grinling
Gibbons) ve
İlave
olarak Kraliyet Hyde Parkı’nı yaptırmıştır. Aynı taktik II.
George’un eşi Kraliçe Caroline tarafından da uygulanmış ve
Round Pond (Yuvarlak Havuz) ile Long Water inşa ettirilmiştir. Böylece
Kensington Bahçeleri tamamlanmıştır.
Bugün çok çeşitli ağaçlar GF Watts, Henry Moore, George
Frampton gibi kişilerin heykellerinin arkasındaki fonu oluşturur.
Ayrıca
masal kahramanı Peter Pan da Long Water’ın yanındadır.
24
Mayıs 1819’da çok özel bir çocuk, Kraliçe Victoria burada doğdu
ve muhteşem Cupola Odası’nda vaftiz edildi. Çocukluğu, bu bahçelere
bakan odalarda geçti. 20 Haziran 1837’ de burada kraliçe olacağını
öğrendi.
Buckingham
Sarayı’na geçtikten sonra, resmi bölümleri ve çocukluğunun geçtiği
bu evin bahçelerini halkın ziyaretine açtı.
TABİAT TARİHİ MÜZESİ
(NATURAL HISTORY MUSEUM) :
İçeri girmeden önce, müze
binasına bakınız. Sanki çizgili bir romanesk katedral gibidir ve içindekilere
uyum sağlayan bir hayvanat bahçesi ile dekore
edilmiştir.
Halen
nesli devam eden hayvanlar batı tarafında ve artık yok olanlar da
doğuda bulunmaktadır.
Bir
müzenin içinde iki müze: British
Museum’un dışına taşan Lite Galerileri, Alfred Water’ın bal
renkli ve mavi çizgilerden oluşan binasına taşınmıştır.
Bunlar,dünya üzerindeki hayatın hikayesini anlatmaktadırlar.
Dünya
Galerileri dünyanın kendi hikâyesini anlatırlar ve 300 milyon yıllık
bir fern bitkisi fosili
ile işe başlarlar.
Yaşam
Galerilerindeki Dinazorlar : Waterhouse
katedralinin ortasında yüz elli milyon yıllık dev Diplodocus’un
plastikten iskeleti bulunmaktadır (orijinali Pittsburgh /
Pennsylvania / USA ‘da) Burayı çevreleyen girintilerde,
galerilerde yapılacak keşiflerin ilk örnekleri bulunur; bir pigme
şempanze iskeleti, 11.000 yıllık dev geyikler ve daha birçok şey
vardır.
Çok
renkli teşhir galerilerinin odak noktaları dinazor dünyası, insan vücudu, memeliler, kuşlar, su altı
dünyası, sürüngenler vs. dir. Her yıl 800.000 böcek cinsi ilave
edilmektedir. Hepsinin hareket eden modelleri vardır ve pratik oyunlar yapılabilmektedir.
Dünya Galerileri (The Earth
Galleries) : Buralarda
gezegenimizin muhteşem bir keşfini yapmak mümkündür. Japon süpermarketi
görüntüsü verilmiş bir yerde deprem tecrübesi yaşatılmaktadır.
Huzursuz olan dünya yüzeyi üzerinde etkili tabii güçleri keşfedilmektedir.
Bu arada dünyanın hazinelerinde yer kabuğunun altındaki yarı kıymetli
taşları ve madenleri görmek mümkündür.
SCIENCE MUSEUM (Bilim Müzesi)
:
Kendiniz bilim adamı
olmasanız bile, bir uçağın nasıl uçtuğunu anlamak, Newton’un
yansıtıcı teleskobunun nasıl çalıştığını veya bizim
televizyonda uydu yayınını nasıl aldığımızı görmek, mutlaka
çok hoş bir tecrübedir. Bu, bilimin mizahi şeklidir.
Endüstri
ve bilim: 1857’
de açıldı. Bir zamanlar, Victoria ve Albert Müzesinin bir parçası
idi. 1851’deki büyük fuarı takiben kurduğu Güney Kensington müzelerinden
sonra, bu müze Prens Albert’in eğitim amaçlarına en uygun olanıydı.
Tam ismi, Milli Bilim ve Endüstri Müzesi’dir. Bu yüzden, içindeki
beş katta altmıştan
fazla koleksiyon vardır. Burada insan endüstrisinin hikâyesi, keşif
ve icatları çok özel Georgia dönemi kabinlerinden, bir uydu yerleştirme
aracına kadar çok değişik araç ve ürünlerle anlatılmaktadır.
Bilimden
eğlence: İnsanlar
burada yürür, güler ve gördüklerinden çok heyecan duyarlar. Her
yaştan ziyaretçi, bazı hayati önemi olan günlük nesnelerin nasıl
icat edildiğini ve kullanıma uygun şekilde nasıl geliştirildiğini
görünce çok heyecanlanırlar.
Dönen tekerlek, buharlı motor, araba ve televizyon hayatımızı değiştirmiştir.
Şu anda endüstri toplumu plastik olmadan bir şey yapamamaktadır. O
halde, plastik nasıl yapılmaktadır?
Bilimin
her türü
: Galerilerde 18.yüzyıla ait çok güzel objeler sergilenmekte, diğer
tarafta da bazı soyut kavramlar anlatılmaktadır. Bir uçuş
laboratuarında bizzat kullanacağınız ekipmanlarla uçuşun ana
prensipleri hakkında bilgi verilmektedir.
En üst katlarda bulunan The Wellcome Museum of the History of
Medicine (İlaç Tarihi Müzesi) de tarih öncesi çağlara ait bir
kemik ameliyatı ve de bir röntgen odası sergilenmektedir.
The
Challenge of the Materials ve The Science of Sport (Maddedeki aşamalar
ve Spor Bilimi), yeni galerilerdir. Bu arada belirtelim ki, Haziran
2000 civarında bilim ve ilaçla ilgili yepyeni bir bölüm açılacaktır.
VICTORIA & ALBERT Müzesi :
Bu müzenin muhteşemliğinin
bir nedeni de her odada hep beklenmedik şeylerin karşınıza çıkmasıdır.
Örneğin bir odada Fransız bir kanape, klasik heykellerin plastik örnekleri
veyahut da çağdaş cam tasarımlarının seçkin örneklerini görebilirsiniz.
Güney
Kensington Müzesi (South Kensington Museum) olarak çok optimist bir
girişim ortaya konmuştur (V&A).
Prens Albert’in vizyonu tüm insanlara çeşitli sanat ve
bilim objelerini sağlayarak onlara keşfetmek ve yaratıcılıklarını
ortaya koymak için ilham vermekti. Burada ağırlık, daha çok
ticari dizaynlara ve sanatçılığa verilmiştir.
1857’
de açıldığından beri koleksiyonu uluslararası düzeyde oluşmuş,
ansiklopedilerde yer almıştır. Bugün için dünyanın en geniş
dekoratif sanatlar müzesidir.
Büyük,
büyük, daha büyük…
Bu
müze nerede ise yönetilemeyecek kadar büyümüştür.
Altı
kattaki 145 galerinin kapladığı alan 11 km (7 mildir) . Buralardaki
sergi malzemeleri ise bundan da fazladır:
Hindistan
Departmanında bulunan 44.000 objeden ancak % 5‘i sergilenmektedir.
Müzenin daha büyük objeleri arasında bir Londra evinin tüm ön
cephesi, büyük odalar ve de Raphael’in çizgileri vardır.
Buna
rağmen, çağdaş yapıtlar son derece enerjik bir şekilde satın alınmıştır.
Müzeye giren eşyanın % 60’ dan fazlası 20. yüzyıla
aittir.
Burada
hem zenginlikler hem de döküntü niteliğindeki malzemeler vardır.
V&A’ daki her obje kıymetli değildir, aralarında günlük
şeyler de vardır. Yeni bir konunun sizi büyülemesi için fırsatlar
ve özgün parçalar mevcuttur;
belki bir dantel parçası, demir işleri, fayanslar, Hint resimleri
ve Japon kumaşları bu işi yapabilir…
V&A’ yi değerlendirmenin en güzel yolu ya favori bir
parça seçip onun peşinden doğruca gitmek ya da bir saat kadar
mutlu bir şekilde dolaşarak gözünüze çarpan objelerle kendinize
bir göz ziyafeti çekmenizdir. Yeni
objeleri arayın: İngiliz Galerileri 2002 yılında yeniden açılacaktır;
aynı zamanda Daniel Libeskind’s üzerinde çok tartışılan olan
Spirali de açılabilir.
REGENT’s PARK:
Regent’s Park’ta şehirli
bir kâşifin isteyeceği her şey vardır: çok geniş açık
alanlar, kürek çekilebilecek bir göl, muhteşem bahçeler,
bol miktarda ördekler ve kuğular, çeşitli ideal piknik
noktaları, tiyatro, müzik ve hayvanat bahçesindeki filleri ücretsiz
seyir...
Prens’in
Planı: Regent’s
Park, kraliyetin kültürel
aydınlatıcılığının, mimari tiyatronun, huzurlu vakitlerin ve çok
büyük bir arazinin kullanıma açılması gibi faktörlerin
fevkalade bir şekilde birleşmesinin sonucudur.
1811
yılında daha sonra IV. George olacak Prens Regent
ve mimarı John Nash, Londra’da Regency tarzı bir belkemiği
meydana getirdiler. Bu, St.James Park’ından başlayıp,
Regent Street ve Portland Place’i takiben Regent’s Parkına uzanır.
Son derece geniş kapsamlı kazılar ve toprak doldurmaları
sonucu bu parka inişli çıkışlı çim sahalar, göl, bahçe ve ağaçlar
kazandırılmıştır. Bunların hepsi de büyük teraslarla çevrelenmiştir ve
buralarda, planlanan 56 villadan sekizi yer almıştır.
Asillerden
halka ; asiller
için dizayn edilmiş bir bahçeşehir şimdi Londra'nın en şık
parklarından biridir ve 1835 yılından itibaren halka açılmıştır.
Bu dönemde Regent Kanalı İngiltere’nin en işlek kanallarından
biri idi. Londra halkı akın akın İngiltere’nin bu önemli kanalını,
hayvanat bahçesini, İç Dairedeki Bahçeleri (daha sonra Queen Mary
bahçeleri oldu) ve Avenue Bahçelerini
görmeye gittiler. Bu bahçeleri W.A. Nesfield 1864 yılında
dizayn etmiştir. 197
hektarlık (487 acres) bu alan altın kubbeli Merkez Camisinden çıkan
müslümanları içine çeker; bunun yanı sıra Açık Hava
Tiyatrosunun destekçileri ve kriketçilere de buralarda rastlamak mümkündür.
LONDRA HAYVANAT BAHÇESİ:
Londra Hayvanat Bahçesine
gittiğinizde mutlaka o kibar Asya Fillerini seyretmek için bir süre
ayırın (önce Regent’s Park’ta daha sonra da hayvanat bahçesinin
içinde). Onların banyo
yapışlarını, sırtlarına nasıl toprak attıklarını, yemek yiyişlerini,
etrafta tembel tembel dolaşmalarını ve bakıcıları ile oynamalarını
görün.
Londralılar
için egzotik hayvanlar
: 1826’da Singapur Kolonisini
meydana getiren Sir Stamford Raffles dostu Sir Humphry Davy ile
birlikte Londra Zooloji Derneğini kurdu. Dört yıl sonra
da bahçelerinin 2 hektarlık bölümünü halka açtı ve çok
başarılı oldu. Derneğin
kendi egzotik hayvan koleksiyonu –zebralar, maymunlar, kangurular ve
ayılar- kısa zamanda Windsor Şatosundan
ve aşağı Londra’daki kraliyet hayvanat bahçesinden gelen
destekle büyüdü.
Yıllar
boyunca sıradışı hayvanlar
: Yıllar geçtikçe şempanze Tommy (1835 ve 1836) ve zürafalar, bunların arasına
katılmıştır. Hatta zürafalar, bir zürafa desenli kumaş modası
yaratmışlardır. Ayrıca Jumbo ve Alice isimli filler de ziyaretçiler
arasında çok popülerdi. Bu arada dünyanın ilk kertenkele evi,
akvaryum ve böcek evleri inşa edilmiştir.
Londra hayvanat bahçesi hem
moderndir, hem de tüm dünyadaki hayvanat bahçesi tartışmalarını
dikkâtle takip etmektedir; hayvan eğitimi ve muhafazasında, ayrıca
bünyesinde barındırdığı Zooloji Enstitüsü ile dünyadaki örneklerinin
en önde olanları arasındadır. Bu enstitüde araştırmalar yapılır
ve saha çalışmalarına maddi destek sağlanır. Hayvanat bahçesinin çocuklar için olan bölümünde evcil
hayvanlar bulunmaktadır. Çocuklara onlara nasıl bakacaklarını öğreten
bir de merkez vardır. Burada, geyikler serbestçe dolaşırken,
arslanlar kükrerken ve kuşlar cıvıldarken çeşitli konuşmalar, gösteriler
yapılır. Bu şekilde Hayatı Koruma Ağı ile ilgili merkez, dünyanın
ne kadar hassas ve kırılgan olduğunu gösterir.
BUCKINGHAM PALACE:
Şu anda ziyarete açık olan
Londra evlerinden en ilginci ve büyüleyici olanı, Kraliçe’nin yılın
büyük bir kısmını geçirdiği kendi evidir. Bir kral veya kraliçenin
kişisel sanat koleksiyonunu, resim odalarını ve atlarına takılan
gemleri başka nerede görebilirsiniz?
İngiliz
kralları yıllar boyunca Londra’nın Westminster’dan
Whitehall’a Kensington ve St James’e kadar çeşitli yerlerinde
ikamet etmişlerdir. Buckingham Sarayı bunların sonuncusudur.
1762’ de III. George özel bir malikâne olan Buckingham
Evini yeni evlendiği eşi için aldı ve on yedi yaşındaki Kraliçe
Charlotte, St. James Saray’ından ayrılarak buraya resmi kraliyet
ikametgâhı olarak yerleşti.
Regent
Prensi, en sonunda IV. George olarak Kral olunca , mimarı
Jon Nash ile birlikte burada büyük değişiklikler yaptılar.
Bal rengi Bath taşı kullanarak Edward Blore’nin Kraliçe Viktorya
için yaptığı ön cepheyi kapladılar. Bugün altı yüz
oda ve on altı hektarlık (kırk acre) bahçesi vardır. Burada Kraliyete
ait özel daireler, Kraliyet personeline ait ofisler, bir sinema
salonu, yüzme havuzu, Kraliçe’nin yeşil parka bakan özel odaları
bulunmaktadır.
Kraliçe
II.Elizabeth evini açıyor … Kendisine dünyanın en güzel özel
sanat koleksiyonu miras kalmıştır. Kraliçe’nin Galerisinde (ki
2003 yılındaki altın jübilesi için genişletilmektedir) sahip
olduğu zenginliklerin bir kısmı sergilenmektedir.
Kraliyet çayırları üzerinde Nash’in inşa ettiği ahırlar
ve depo odalarında sanki
bir masaldaki gibi pırıl pırıl parlayan saltanat arabaları, at koşumları
ve Kraliyet törenlerinde kullanılan diğer malzemeler bulunmaktadır.
Buckingham Sarayı’nın yaz açılışını kaçırmamanızı
tavsiye ederiz. Bu dönemde ziyaretçiler, güzel resimler, altınlar,
porselenler, halılar, kumaşlar ve de tabii ki taçlarla dolu muhteşem
odalarda rahatlıkla dolaşabilirler.
St.
JAMES Parkı
:
St.James
Parkına sadece bir sandviç yemek veya şezlonglara oturup müzik
dinlemek için bile uğrasanız, karşınızdaki ördeklerle dolu gölün
arkasında ve ağlayan söğüt ağaçlarının tepesinden bir saray
triosu görebilirsiniz.
Kraliyet,
gene kraliyet :
Dokuz kraliyet parkından en eskisi ve özgünü olan St.James parkını
Westminster Sarayı, St. James’s sarayı, Buckingham Sarayı ve
Whitehall Sarayının kalıntıları çevreler.
Krallar
ile çevresindeki kişiler, 1532’ de VIII. Henry’nin bu parkta bir
geyik parkı ve daha sonra St.James Sarayı olacak bir av evi inşa
etmesinden beri dolaşmaktadırlar.
I. James, içinde pelikanlar, timsahlar ve günde bir galon şarap
içen bir filin bulunduğu hayvanat bahçesini kurmuştur.
Fransız
Stili : II
Charles, Paris yakınlarındaki Versay’dan etkilenerek parkı
yeniden dizayn ettirip içinde yüzdüğü bir kanal yaptırdı.
Bunlara ek olarak Kuş
Kafesi Yolunu (burada pek çok kuşu barındıran büyük kuş
kafesleri vardı) ve de çakıl taşı döşeli ,
mell oynadığı kapalı alanı inşa ettirdi. Bu bir Fransız
oyunudur ve krikete benzer. Daha sonra IV. George, Humphry Repton’un
etkisi ve John Nash’in yardımı ile bahçenin keskin Fransız
hatlarını İngiliz tarzına uyacak şekilde yumuşattı. Sonuçta
burası, yedi hektarlık
(doksan üç acre), içinde çok dallı, tomurcuklu, yayvan
bitkilerin, kıvrımlı patikaların bulunduğu, tüm romantiklerin
favorisi olan bir park haline dönüştü.
Tabiatın
egemenliği : Bu
park, kuşlar için önemli bir göç hedefi ve yaşam noktasıdır.
İki adet full time çalışan ornitologist (kuşlar üzerinde
çalışan bilim adamları) kırk beş türde, binden fazla kuşla
ilgilenmektedirler. İncir ve söğüt ağaçlarının arasında Ördek
adasında yaşayan pelikanları ararlar ki, bu gelenek Rus Sefirinin
II. Charles’a pelikan hediye etmesiyle başlamıştır.
TATE
GALERİLERİ :
Galeri Müdürü tarafından yıllık
Tate resimlerinin yeniden asılması, kış mevsiminin önemli
aktivitelerindendir. Genellikle
tanıdık resimler, değişik yerlerde tekrar karşımıza çıkarlar
ve bu arada görülecek hem İngiliz tarzında hem de modern
pek çok yeni resim karşımıza çıkar.
İkiye
bir: 1897’de
açılan Tate, ismini şeker milyoneri Henry Tate’den almıştır.
Bu şahıs tüm binayı inşa etmiş ve Viktorya dönemine ait
kendi resimlerini buraya konmak üzere bağışlamıştır.
Bugün, içindeki İngiliz ve diğer uluslarası
sanat eserleri ikinci bir binaya taşmıştır. İngiliz koleksiyonu Millbank’te kalmıştır. Uluslarası
koleksiyon, Bankside Power Station’da sergilenmektedir. Burası
Thames’in öbür yakasında
St.Paul Cathedrali’nin karşısında Giles Gilbert Scott tarafından
değiştirilmiş bir yerdir. Yıllık olarak yapılan yeniden resim asılmaları
her iki koleksiyonun da değişik yönlerini vurgular.
İngiliz
Sanatı : 2002’ye
kadar yeniden dekore edilecek salonlarda, Nicholas Milliard tarafından
yapılmış I. Elizabeht’ in portresini ve Tate’e ait, en eski
tarihli , John Botte tarafından 1545 yılında yapılmış olan Siyah
Pelerinli adam isimli resmini görebilirsiniz.
Ayrıca Van Dyck, Hogarth, Gainsborough ve Reynolds tarafından
yapılmış portreleri, Constables tarafından yapılan manzara
resimlerini ve 9 no.lu odada Pre-Raphaelite döneme ait
resimleri görebilirsiniz. Turner
Koleksiyonu, James Stirling tarafından dizayn edilen Clore
Galerisinde sergilenmektedir.
Uluslarası
Modern Sanat: Empresyonist
dönemden kalma parçalar, ışık dolu, muhteşem şehir manzarasına
sahip olan geniş
galerileri doldurmaktadır. Buralarda
Monet, Matisse, Picasso’nun eserlerini
ve daha yakın dönemlere ait Marth Rothko ve Jasper John’un
veya İngiliz santçılar David Hockney ve Peter Blake’in eserlerini
görmek mümkündür. Dışarıda ise, yayalara ait Millennium Köprüsü,
Londra’nın yeni bir yüzyıla ilk uzantısıdır.
WESTMINSTER ABBEY :
Buraya
ulaşmak ciddi bir çaba ister; ancak bu eski rahip ve keşişlerin yaşadığı
yere gitmek için en uygun zaman, sabah saat sekizdir. Bu saatte küçük
St.Faith kilisesinde sabah duası vardır. Bunu dinledikten sonra,
koltuk gruplarının arasındaki sessiz boşlukta ve diğer
kapalı bölümlerde, gürültülü tur grupları gelmeden önce dolaşabilirsiniz.
Burası
Londra’nın gerçek çekirdeğidir.
II.asırda Edward the Confessor, St Peter’in mütevazi
Benedictine mabedini yeniden inşa etmeye başladı.
Bu
mabed 1065 yılında kurulmuştu. Burada 1066 yılının Christmas gününde
taç giyen ilk kral William the Conqueror olmuştur. Onu takip
eden tüm krallar, buraya sürekli destek vermişlerdir. III.
Henry,
kilisenin
yeniden inşası için Henry
de Revns’i
görevlendirdi.
Böylece, şimdiki Gotik kilise meydana geldi. Daha sonra
VII.
Henry (1485-1509) küçük
Tudor kilisesini ve zarif bir
işçilikle havalandırma koridorunu inşa ettirdi. Birinci
William’dan itibaren bütün krallar burada taç giydiler. Hatta
1533 yılında VIII. Henry’nin Roma’dan ayrılarak kendisini İngiliz
Kilisesinin başı ilan etmesinden sonra bile bu gelenek devam etmiş
ve II.George’a gelene kadar bütün krallar buraya gömülmüştür
(daha sonra Windsor Kraliyet mensuplarının gömüldüğü yer olmuştur.)
Zenginlikler
…
Westminster
Abbey, baştan başa anıtlarla dolu olup çok popülerdir. Batı Kapısında
Usta Henry’nin başarısını ve manzarayı zevkle seyredin. Daha
sonra Viktorya-Gotik tarzı koro sahnesinden V. Henry’nin ölümünün
ardından rahiplerin
kendisine dua etmeleri için yaptırdığı küçük mabedi seyredin.
Mabedleri gördükten sonra da kraliyet mezarlığını, Şair’in
Köşesini (Poet’s Corner) izleyin ve diğer huzurlu bölümler için
kendinize zaman ayırın.
PARLAMENTO (Parlamento Binaları)
Pek
çok kişi için Big Ben, Londra’nın sembolüdür; onun kulesini,
kocaman saat kadranını ve de bütün kuleye ismini vermiş olan her
saat başı şimşek gibi sesini duyuran çanını herkes çok sever.
Ayrıca, gece ışıklandırıldığında bütün kule, güven veren
bir rehber gibi parlar ki, bu da insanların onu sevmeleri için başka
bir nedendir.
Hanedanın
ve Devletin güç evi…
William
the Conqueror Westminster’ı yönetim
merkezi haline getirdi, böylece Londralı tüccarları daha kolay
denetleyebilecekti (ayrıca Londra Kulesini de inşa ettirdi). Daha
sonra burası İngiliz Hükümetinin, bunu takiben de tüm
Britanya’nın dünyayı çevreleyen imparatorluğunun merkezi haline
geldi. Burası aynı
zamanda VIII. Henry Whitehall’a taşınana kadar imparatorların
resmi ikametgâhı idi.
Tüm
Parlamentoların Anası… Burada I.Edward’ın modeline göre, 1295
yılında ilk parlamentonun temeli atılmıştır. Parlamentonun üyelerini
de şehir halkı tarafından seçilmiş kişiler, lordlar ve din
adamları teşkil etmekte idi. Daha sonra bu sistem Avam Kamarası
(Parlamentonun seçilmiş üyeleri) ve Lordlar Kamarası (seçim yolu
ile gelmeyen devletin ve kilisenin üst düzeydeki kişileri) şekline
dönüştü. VII.
Henry’nin Reformist Parlamentosu
(1529-36), parlamento üzerindeki
kilise hakimiyetine son verdi ve Avam Kamarasını Lordlardan daha güçlü
bir hâle getirdi.
5
Kasım 1605’de (Guy Fawke’nin gecesi olarak anılır) bu
imparatorluk ve binası Parlamentoyu yok etmeyi hedefleyen katolik
suikastini yaşadı.
1834
yılında ise, hemen hemen tüm binalar bir yangın sonucunda harap
oldu. Daha sonra Charles Barry’nin planları ve A.W.Pugin’in
detaylı dizaynı ile Victoria-Gotik tarzının en muhteşem eseri
yaratıldı. Nehrin arkasında tüm cephe, yöneticilerin heykelleri
ile donatıldı. Lordlar sol Avamlar da sağ tarafta yer aldılar. Şayet
Parlamentoda bir oturum varsa Victoria kulesinde bir bayrak asılıdır
veya oturum gece ise, Big Ben’in üstünde bir ışık görülür.
BANQUETING
HOUSE
– Ziyafet Evi
I.Charles’ın
St.James sarayından çıkıp babası tarafında inşa ettirilen ve
kafasının kesileceği bu muhteşem salona sakin bir şekilde yürüyerek
gelişini düşünmek insanın tüylerini ürpertir.
Buranın harika tavanı Charles için Peter Paul Rubens tarafından
resimlendirilmiştir.
Burası
Londra’daki en görkemli salondu. Ayrıca meşhur Whitehall Sarayından
geriye kalan tek kısımdı ve Londra’nın beyaz Portland taşı ile
kaplanmış ilk binası idi. 1619-1622
yılları arasında inşa edilen bu binanın dizaynı Inigo Jones
tarafından yapılmıştı. Burası,
I. James’in eski ve hoş
olmayan bir şekilde ortaya yayılmış olan Tudor Sarayını 2000
odalık bir şaheserle değiştirme rüyasının başlangıcı idi.
Aslında
inşa edilen sadece ziyafet salonu idi. Buranın altında, Kral küçük
toplantılar yapar, üstte de abartılı törenler düzenlerdi.
Rubens’in
Tavanı… Bu muhteşem tavan, James’in oğlu Charles tarafından
yaptırılmıştır. 1634-1636 yılları arasında Antwerp’ te yaşayan
en önemli barok sanatçı Peter Paul Rubens tarafından resimleri yapılmıştır.
Paneller aynı zamanda İskoçya’nın da VI. James’i olan
birinci James’i kutlamak içindir. Dokuz adet resim, sembollerle İskoçya
ve İngiltere’nin birleşmesini ve akıllıca bir yönetimin zevkli
faydalarını gösterir. Bu iş karşılığında Rubens’e 3000
Sterlin ödendi ve şövalye ünvanı verildi.
Whitehall
Sarayının ölümü…
Bu
saray sahiplerine biraz da kötü şans getirmiştir. Cardinal Thomas
Wolsey o denli gösterişli bir yaşam sürdü ki, sonunda VIII.
Henry’ nin gözünden düştü. Henry, buraya taşınıp burasını
kendisinin ve kendinden sonra gelecek kralların resmi ikametgâhı
haline getirdi. İşte I. Charles’ın kafası burada kesilmiş ve
III.William burada nemli nehir havasından kaynaklanan sağlık
sorunları yaşamıştır.
1698’
de bir yangın Tudor binasını yok etmiş ve geriye sadece ziyafet
salonu kalmıştır.
MİLLİ PORTRE GALERİSİ
Meşhur
birinin nasıl göründüğü ve portresini ne şekilde yaptırmayı
tercih ettiği her zaman merak konusu olmuştur.
Mesela, siz Francis Drake’ i
hiçbir zaman denizci üniforması yerine, kırmızı saray
giysileri içinde göreceğinizi tahmin edemezsiniz.
1856
yılında başlatılan kayıtlara göre, muhteşem ve güzel İngiliz
yaşamını yansıtan portreleri toplamak, böylece diğer kişilere
de büyüklük konusunda ilham vermek amaçtı. Şimdi bu fevkalade
zengin koleksiyon dünyada bulunan
aynı türdeki benzerleri arasında amacını en güzel ifade
edendir. İçinde yağlı boya tablolar, suluboyalar, karikatürler,
siluetler ve fotoğraflar bulunmaktadır.
Yukarıdan
başlayın… Galeriler
en üst kattan başlayarak kronolojik sıraya göre düzenlenmiştir.
Buraya merdiven veya asansörle çıkmak mümkündür. VIII. Henry ve
eşlerinden bazıları İngiliz tarihinin görsel bir ‘’Kim
Kimdir?’’ kaydını başlatmışlardır. Burada mucitler, tüccarlar,
mühendisler, kâşifler, imparatorluğu inşa edenler, modern
politikacılar yer alır ve onlara her zaman gözlemcileri olan
yazarlar eşlik eder.
Isambard
K Brunei ve Edward Jonner da burada yer almıştır; tabii ki
koloniciliği savunan Robert Clive ve Hintli Warren Hastings, ayrıca
Winston Churchill ve Margaret Thatcher da buradadır.
Chaucer,
başındaki geniş, yumuşak şapkasıyla, Kipling çalışma masasında
otururken, A.A. Milne de Christopher Robin ve Winnie-the-Pooh dizinde
otururken resmedilmişlerdir. Daha az bilinen kişilere ise biraz daha
dikkâtle bakmak gerekir; mesela 18.yüzyılda yapılmış geniş
Sharp ailesinin fotoğrafı gibi. Bu aile, o dönemde bir orkestra
kurmuş ve her Pazar Fulham’da çalmayı âdet haline getirmişlerdi.
Burası
aynı zamanda modern bir kayıt sistemidir. Başlangıçta, Viktorya dönemi
mensupları, buraya dahil olmak için kişinin ölmüş olması
gerektiği hususunda ısrarcı olmuşlardır, fakat artık o kural yıkılmıştır.
Şimdi Kraliyete mensup Prensesi, Beatle Sir Paul McCartney’i,
futbolcu Bobby Charlton’ı, Maggie Hambling’ in Stephen Vry’ ını
ve Andy Warhol’un Joan Collins’ini görmek mümkündür.
NATIONAL
GALLERY -MİLLİ GALERİ-
Cepheler
çok heyecan verici olmamakla birlikte, burada çok düzgün bir
koleksiyon vardır ve ücretsizdir. Böylece, biraz huzur bulmak için
Leonardo da Vinci'nin Sainsbury Winy’deki resmine veya Rubens’in
muhteşem Samson ve Delilah’ sının önüne gidebilirsiniz.
Bu
kaliteli koleksiyon 1824 yılında, sadece otuz sekiz
resimle başlamıştır. Şimdi ise, Milli Galeride yaklaşık
iki bin resim vardır. William
Wilkinsin’in neoklasik binasında ve 1991’ de açılan yeni
Sainsbury ilave kanadında yaygın bir şekilde yer alırlar.
Giotto’dan Cezanne’a kadar Avrupa resminin son derece
kaliteli bir panoramasını
yansıtırlar. Daha modern ve İngiliz resimleri, Tate
Galerilerindedir.
Başlangıçtan
beri serbest… Milli resimler için pek alışılagelmemekle
birlikte, koleksiyonun çekirdeği kraliyet değil, John-Julius
Angerstein isminde bir finansördür. Her zaman çocuklar dahil, ücretsiz
olarak herkese açık olmuş (ücret almayı ilk British Museum başlatmıştır)
ve çok geniş bir yelpazede İngiliz
resimlerini Avrupa çerçevesi içinde bünyesinde bulundurmuştur.
Halen bu tarz muhafaza edilmektedir. Yeni gelenler arasında,
klasiklerin ustası “Bakire ve Çocuk”
isimli tablo vardır.
İlk
Ziyaret...
Artistik
panoramadan mümkün olduğu kadar faydalanabilmek için, neden
kronolojik şekilde sıralanmış dört bölümden birini seçmeyesiniz?
Sainsbury Kanadını Duccio di Buoninscga, Jan van Evck, Pierro
della Francesca ve diğer eski ressamların tabloları doldurur.
Batı
kanadında 16. yüzyıl resimleri sergilenmektedir. Bunların arasında
Michelangelo’nun meşhur Entombment isimli tablosu da vardır.
Kuzey kanadı ise, Van Dyck, Rubens, Rembrandt, Velazquez ve
Hollanda ekolünün diğer ressamlarından oluşan 17. yüzyıl sanatçılarına
tahsis edilmiştir. Son olarak, Kuzey kanadında Chardin’den başlayıp
Gainsborough, Matisse ve
Picasso’ya uzanan tablolar yer alır…
COVENT GARDEN PIAZZA
Bu
meydandan geçmek, her zaman için eğlenceli olmuştur. Belki St.Paul
Katedrali önünde danseden bir palyaço ailesine rastlanabilir, tezgâhların
üstünde neşe ile bağıran bir komiğe ve şehrin keyfini yaşamak
için bir araya gelen insanları da görmek mümkündür.
Londra’nın ilk meydanı…
Birinci Charles, şehir dışına doğru genişlemeye karşı idi,
fakat Bedford Dükü Francis Russel, batıda çok özel bir araziye
sahipti. Tahminen 1630 yılında
Dük, Krala inşaat izni için 2000 Sterlin ödedi ve Inigo Jones’u
kullanarak Londra’nın ilk residansların bulunduğu meydanının
planını yaptırdı. Başarı
hemen geldi ve burası Londra’nın seçkin bir özelliği haline dönüştü.
Covent
Garden… Sosyete terk edince, buraya tavernalar, kumarhaneler ve
hayat kadınları ile birlikte sebze hali yerleşti. Fowler’ın Merkez Pazarı (1831) buraya, Çiçek Pazarı, Flower
ve jubile bölümleri ile bir düzen getirdi ve 1974 yılına kadar
burayı Londra’nın merkez sebze ve meyve pazarı haline dönüştürdü. Halk bu alanı yıkılmaktan kurtardı. Bugün restore edilmiş
bölümler ve yeniden inşa edilmiş Opera kompleksi bu meydanı
tekrar ışıltıya boğdu.
Londra
Ulaşım Müzesi…
Burası
dünyanın en geniş yerleşim alanlarındaki 800.000 km den (500.000
milden) fazla uzunluğu olan kamu ulaşım sisteminin hikayesini anlatır.
Basılacak pek çok düğme ve bir o kadar da vasıta vardır.
En ilgi çeken atraksiyon yeraltı simulatörüdür. Dokunmatik
ekranlar, altı lisanda hizmet verirler, araçların üzerinde aktörler
ve bir de dükkân vardır.
COURTAULD GALERİSİ
Bu lüks dekore edilmiş
galerilerde Empresyonist eserler vardır. Mesela Renoir’ın La Loge,
Manet’in Follies-Bergere’
deki Bar, gibi resimlerinin yanı sıra Cezannea, Gaugins ve daha pek
çokları vardır. Bu eserler aynı zamanda gri, bulutlarla kaplanmış
Londra havası için mükemmel panzehirdir.
Bir
kişinin vizyonu… 1921 yılında sanayici Samuel Courtauld, Fransız
Empresyonist ve Post-Empresyonist tablolarını toplamaya başladı.
On yıl sonra da Courtauld Sant Enstitüsünü kurdu. Bunun içinde
Portman Meydanındaki Robert Adam tarafından dizayn edilmiş olan
kendi malikanesini seçti. Umudu, sanat tarihi öğrencilerinin, ince
bir mimari ve eşyaların bulunduğu ortamda, tablolar hakkında,
bilgi alması idi.
Courtauld, Strand’daki yeni
evinde bu amacına en güzel şekilde ulaşmış oldu.
Saray
gibi bir ev… Sir
William Chambers’s resmi yönetim (1776-86) ofislerine sanki
saraylardaki gibi üç sütunlu (triple arched ) bir bahçe kapısından
geçerek gidilir. Öndeki büyük bahçe açık hava tiyatrosu olarak
kullanılır. Nehrin kıyısına cephesi olan evlerde ise gümüş,
altın ve mozaiklerden oluşan Gilbert Koleksiyonu sergilenir. Sağa doğru mütevazi bir
kapıdan içeri girildiğinde Courtauld Koleksiyonun on iki tane son
derece gösterişli bir şekilde döşenip restore edilen odaya yerleştirildiği
görülür. Burası bir zamanlar Kraliyet Akademisine ait idi.
Altı
koleksiyon tek bir koleksiyon içinde toplanmış…
Courtauld’dan sonra başka beş koleksiyoner daha ellerindeki
sanat eserlerini buraya bağışladılar.
Karcham Lordu Lee, eski İngiliz eserlerini,
sanat eleştirmeni Roger Fry ise kendi koleksiyonunu verdi.
Sir
Robert Wing resimlerini (şimdi Witt kütüphanesi) bağışladı.
Mark Gambier-Parry Bequest koleksiyonunda İtalyan Rönesans dönemine
ait paneller, Kont Antoine Seilern’e ait Prince Gate Kolleksiyonunda
ise Rubens, Tiepolo ve Van Dyck gibi barok ressamların eserleri vardır.
Küçük,
güzel odalar, ziyaretinize bir samimiyet ve sıcaklık katar.
SIR JOHN SAONE’nin MÜZESİ
Soane’nin iki evinin son
derece gösterişli odalarında dolaşırken (biri yetmediği için
bitişiğine bir tane daha inşa ettirdi ) ve üst kattaki sakin yazı
odasında güçlü bir şekilde onun varlığını hissetmek mümkündür.
Öyle ki orada karşınıza çıkıp sizi karşılasa bile şaşırmazsınız.
Mimar
Soane… Bir hazine olan bu ev, Merkezi Londra’nın en geniş meydanı
olan ağaçlıklı Lincoln’s Inn Fields meydanında yer alır. İşte
burası, neo-klasik mimar Sir John Soane’nin yaşadığı yerdir. Önce
12 No.lu evi dizayn etti ve 1792’den itibaren orada yaşamaya başladı.
Daha sonra bitişikteki 13 no.lu evi alıp yeniden çok akıllıca
oranlanmış odalar halinde inşa etti .1813’ten, öldüğü yıl
olan 1837’ye kadar burada yaşadı.
Bu dönemde Marylobone Caddesi üzerindeki Kutsal Üçgen
dizaynını (1824-8),
hazinenin bazı bölümlerini ve Whitehall’u yaptı. En önemli eseri, şimdi yok olan Bank of England’dır. Yeniden yaratılan salonlar, bugün bankanın
müzesini oluşturmaktadır. Ayrıca
14 numarada Adam Çalışmaları için bir merkez olarak 2004 yılında
açılacaktır.
Koleksiyoner
Soane…
Soane,
çok hevesli bir koleksiyonerdi. Ona göre her bir sanat objesi, işi
için bir ilham kaynağı idi. Bu yüzden bütün salonları görsel
bir referans kütüphanesi olmuştu. Hogarth’ın yaptığı
resimler, tabakalar halinde üst üste duvarlara konmuştu. O kadar çok
heykel, resim ve antika vardır ki, çok dikkâtli bakmadığınız
takdirde bir Watteau resmini, bir Yunan vazosunu veya daha değerli
bir şeyi gözden kaçırmanız mümkündür.
Soane’nın
hayaleti…
Sir
John’un dizaynları koleksiyon tutkusu ile ilgili hikâyelerle
birlikte her odayı doldurmuştur.
Mesela, Mısır’dan bir
lahit geldiğinde, bunun
şerefine üç gün süren bir davet vermiştir.
BRITISH MUSEUM
British Museum’da kendiniz
karar verip dünyanın size göre yedi harikasını seçebilirsiniz.
Hintli Chola hanedanından gelen bronzlar, bir zamanlar bir
Asur sarayını süsleyen arslanlarla dolu rölyefler herkesin
listesinde olabilir.
Kurucusu
Fizikçi… Sloane Meydanına adını veren Sir Hans Sloane çok revaçta
Londralı bir fizikçi idi. İnsan bilgisinin tümüyle ilgilenir ve
bitkilerden baskılara her şeyi koleksiyonu için büyük bir hevesle
toplardı. 1752 yılında
92 yaşında öldüğünde 80.000 den fazla objeden oluşan
koleksiyonunu milletine muhafaza edilecekleri devamlı bir yer sağlanması
amacı ile bağışladı. Böylece British Museum başlatıldı. 1759
da bir 17. yüzyıl malikanesinde İngiltere’nin ilk halk müzesi
olarak açıldı. Şimdi ise 5.5 hektarlık alanı ile en geniş müzesidir.
Büyüdükçe
büyüdü…
Sloane’nın koleksiyonuna pek çok yeni ilave oldu. Krallardan II.
III. ve IV. George muhteşem hediyeler verdiler. Bunu diğerleri takip
etti. Bütün bunlar Townley ve Elgin mermerleri ile birlikte binanın
dışına taştı. Mimar Robert Smirke daha sonra oğlu Sydney tarafından
1857 yılında tamamlanacak olan yeni bir müze projesi yaptı.
Buna
rağmen kazı ve sergilerden çıkan eserler gelmeye devam etti;böylece
Milli Tarih koleksiyonları Güney Kensington’a gitti. 1998’ de British Library (İngiliz Kütüphanesinin de )
ayrılmasıyla merkezdeki büyük avlu yeniden geliştirildi ve Afrika
koleksiyonları için Sainsbury galerileri inşa edildi.
British
Museum’u iyice tanımak… Great
Russel sokağındaki ‘’bu eski meraklı dükkânını’’ keşfetmek
için en iyi yöntem Büyük Avlu’dan bir plan alıp özel
aktivitelerin neler olduğunu görmektir. Daha sonra
en fazla üç salon seçip bunları aramaya koyulmak en iyi yöntemdir.
Huzur ve sessizlik için erken gitmekte fayda vardır.
DICKENS’ın Evi
Charles
Dickens’ın Londra’daki pek çok evinden ancak bu ev ayakta
kalabilmiştir. Kendisi evlendikten sonra burada 1837 ve 1839 yılları
arasında yaşadı. Ondan önce Hollborn’da Fnrnival’s Inn de yaşıyordu.
Daha sonra ailesinin Devonshire Terrace’da
daha büyük bir eve geçme konusundaki ısrarı üzerine
buradan ayrıldı. Doughty
Sokağındaki ev, tipik,düz cepheli
Regency terasıdır. Güzel ve geniş Georgia tarzı bir
bulvarda yer alır. Yakındaki Bloomsbury Meydanında olduğu gibi
hammallar, hizmetliler ve servisler
için her iki
tarafında kapısı vardır.
Dickens
Doughty Sokağında…
Dickens
burada, ‘Pickwick Papers’ isimli kitabını tamamladı ve
‘Oliver Twist’ ile ‘Nicholas Nickleby’ isimli kitaplarını
yazdı. Ayrıca, burada lakabı olan ‘’Boz’’ dan sıyrılarak
edebi açıdan önem kazandı.
Dickens
Fellowship… Dickens’ı sevenlerden oluşan bu dernek, evi 1924 yılında
aldı ve çalışma odasını orijinal şekline göre dekore etti.
Burada dünyanın en geniş kapsamlı Dickens Kütüphanesi ve onunla
ilgili pek çok portre, mektup ve taslak
vardır. Ayrıca
Harlot Knight Brown’a ait ‘Phiz’
çizimlerini,
yeni temin edilmiş yazı masası ve üç adet portreyi mutlaka görün.
Şayet Dickens’a iyice nüfuz etmek istiyorsanız, evi
ziyaret edin sonra da rehberli bir yürüyüş turu alarak onun
Londra’sının bir kısmın keşfedin.
ST. PAUL KATEDRALİ :
St. Paul’den içeri öğleden
sonra girip ayini dinlerken, korodaki seslerin arasında mozaikleri
seyretmek mutlak huzur ve güzellik dolu bir andır.
Wren’in
Londrası… 1660’da monarşideki ‘restorasyon’dan sonra II.
Charles döneminde sanata destek vermek bir patlama halinde ortaya çıktı.
Daha sonra 1666 ‘da şehrin beşte dördü yangınla harap olunca,
Christopher Wren, 1669’da, daha otuz yedi
yaşında kralın
gözlemci generali olarak görevlendirildi. En önemli eseri olan
St.Paul’u şu anda yirmi üçü hâlâ ayakta olan, inşa ettiği
elli bir yeni kilisenin kuleleri, kubbeleri çevrelemektedir.
Beşinci
St. Paul… Bu katedral kilise, M.S 604 yılında Kent Kralı
Ethelbert tarafından kurulmuştur. İlk dört kilise daha önce yandığı
için Wren’in bu kiliseyi taştan yaptırdı ve özel bir kömür
vergisi ödedi. Burası
sadece bir mimar tarafından yapılan ilk İngiliz katedrali idi.
Aynı zamanda bir kubbeli olan ve de İngiliz-Barok tarzında
yapılmış tek katedraldir.
Amiral
Lord Nelson, Wellington Dükü, Sir Winston Churchill gibi şahısların
cenaze törenleri burada yapılmıştır. İçerisi İngiltere’nin
meşhur kişilerinin heykelleri ve anıtları ile doludur.
Büyük
tırmanış…
Yukarı
ulaşmak üzere tırmanılması gereken 530 basamağı çıkmak için
verilecek uğraş boşuna değildir.
Yayvan basamaklar sizi Galeriye Thornhill’in kubbede yapmış
olduğu freskleri, Richmond ve Salvati’nin Viktorya tarzı
mozaiklerini görmeye götürür.
Dışarıdaki
taş galeride teleskoplar ve oturacak banklar vardır. Üst katta ise
Altın Galeri yer alır. Kalabalıktan kaçmak için erken veya geç
gidin.
Büyük St. Bartholomew :
Burada geçirilecek bir pazar günü,
gerçekten hatırlamaya değer olacaktır.
Bir taraftan kamyonlar Smithfield’in et marketine gelirken,
diğer taraftan siz çalan çanlara cevap verir ve büyük taş arkın
altından geçerek gizli
bir ortaçağ dünyasına girip akşam ayininde söylenen ilahileri
dinlersiniz.
Bir
Kraliyet Palyaçosu…
I.Henry’nin
palyaçosu Rahere, Roma’ya hacca giderken sıtmaya yakalandı ve
tedavi oldu. Tedavi sırasında St. Bartholomew’in hayalini görüp
bir yemin etti. Dönüşünde Kral ona St.Bartholomew hastanesi ve küçük
manastırı kurmak için arazi verdi.
Burası
Londra’nın ilk hastanesi ve o bölgedeki dört manastırdan
birisidir.
Londra’nın
en eski Kilisesi…
Rahere’nin
1123‘te inşa ettiği küçük manastır-kilise bugün Londra’nın
yaşamını devam ettirebilen en eski kilisesidir.
Şehrin 12. yüzyıldan kalma tek kilisesi ve aynı zamanda
Romanesk mimari tarzına sahip en büyük binasıdır. Kalıntılar
(kilisenin ortası ve yan boşlukları yok olmuştur) Londra’nın
hemen hemen bir düzine olan muhteşem ortaçağ manastır /
kiliseleri hakkında bir fikir verir.
Değişik
bir dünyaya adım atmak…
Kiliseye
13. Yüzyıla ait taş bir arkın altında yer
alan Tudor stili bir bahçe kapısından geçilerek girilir. Bu
kapı bir zamanlar büyük manastır-kilisenin batı kanadına açılıyordu.
Bugün, şimdiki batı kapısına kadar kilisenin tam orta boşluğu
boyunca bir yol vardır. Burada koro, ambulatory ve Rahe tarafından
yaptırılan Lady Chape yer alır. Çatıları bal rengi duvarlar ve
yuvarlak büyük sütunlar üzerine kurulmuştur.
Minimal dekorasyon, etkiyi daha da güçlendirir. İki mezar
yan yana biraz rahatsız bir şekilde durur.
Birisi
kurucu Rahere (1143-1404), diğeri de harap eden Richard Rich’e
aittir. Bu şahıs binayı VIII. Henry’den manastırlar kaldırıldıktan
sonra satın almıştır.
Londra Müzesi :
Burayı ziyaret etmek demek,
Londra’nın 2000 yıllık tarihine yelken açmak demektir. Ziyaret sırasında
eski bir Roma ayakkabısını, Lord Mayor’un makam arabasını, eski
bir dükkan tezgâhını görmek mümkündür. İnşaatı bile
Londra’nın Batı Kapısında eski Roma kalesi üzerine yapılmıştır.
Londra
için bir müze…
Burası
dünyanın en geniş ve kapsamlı şehir müzesidir. 1975 yılında
Powell ve Mova tarafından yapılan bir binada açılmıştır.
Koleksiyonda eski Guildhall müzesinin
şehre ait antikaları, Londra Müzesinin kostümleri ve diğer kültürel
objeler bir arada bulunur.
1980’lerde
Londra Şehrindeki çok sayıda inşaat ve yeniden yapılanma işleri
eskinin muhafazası konusunda yeni bir anlayış doğurmuş ve
koleksiyona arkeolojik kalıntıların çok miktarda gelmesini sağlamıştır.
Londra
hakkında bir müze… Londra’nın hikâyesi uzundur ve biraz da akılları
karıştırabilir. Bina,
Roma kalesinin müdafaa kulesindedir ve salonların yerleşimi
kronolojik olarak yapılmıştır. Başlangıç prehistorik ve Roma
devirleri ie yapılmıştır. (Bu arada gözetleme camından ikinci asırdan
kalma savunma kalıntılarına bakmayı unutmayın.) Daha sonra ortaçağ,
Tudor ve Stuart dönemleri gelir. Buradaki önemli bir husus 1666 yılındaki
Büyük Londra Yangının tekrar canlandırılmasıdır.
George, Viktorya ve 20.yüzyıla ait odalar alt ve üst tabaka
yaşamı kaynaştırır. Burada Newgate Hapishanesinden, Blitz
Experience, Spitalfield ipeklerine lüks moda dükkanlarına kadar her
şey vardır. En sonda ise ‘’Şimdiki Londra’’ isimli galeri
vardır.
Londralılar
ile ilgili bir müze…
Bir
şehri insanlar meydana getirir.
Bir odanın içinde dahi olsa esas hikayeyi Londra’lılar
Roma devrinden kalma küpleri, Tudor dönemi deri giysileri veya
Suffragette posterleri ile anlatmaktadırlar.
HM
TOWER OF LONDON (Londra Kulesi)
13.
yüzyılın sonunda içinde I. Edward’ın yaşadığı bu ortaçağ
sarayı Kuleyi bir Kraliyet sarayı ve görkemli kraliyet törenlerinin
yapıldığı yer olarak canlı tutmaktadır. Bazıları ise burası
Kraliyet mücevherlerinden bile daha ilginç bulur.
Bir
Ortaçağ Kalesi …
Londra
Kulesi İngiltere’nin en güzel ortaçağ kalesidir.
William the Conqueror(1066-87) burayı bir güç gösterisi
olarak başlattı ve I. Edward (1272-1307)
tamamladı. William
Caen’in, Romalılardan kalma duvarlar
içine inşa edilmiş bembeyaz taş kulesi, mükemmel savunma şekli
idi. Yüksekliği 27metre (90ft), kalın duvarları da 4.5metre
(15feet) idi. İçinde askerler, hizmetliler ve asiller için yerler
vardı. III. Henry,
iç duvarı, çukurları, kendi su
yolunu ve de
kraliyet hayvanat bahçesini yaptırmaya başladı. I. Edward İç
Duvarı tamamladı, dış duvarı ve pek çok kule ile birlikte
Traitor Kapısını inşa etti. Daha sonra kraliyete ait para
imalathanesini ve Kraliyet mücevherlerini Westminster’den buraya taşıdı.
Görkem
ve vahşet görüntüleri…
Burada
yaşayan ilk kral Stephen’dır . (1135-54) I. James (1603-25) ise
sonuncu kraldır. I. Edward buradan yürüyerek taç giymeye gitmiş
ve VIII. Henry altın bir elbiseyle buradan çıkarak şehri dolaşmıştır.
Baronlar burada Kuleyi kuşatarak Kral olan John’a, Magan
Carta’ya mührünü basmak için baskı yapmışlardır (1215). Gene
burada amcaları III. Richard olarak
taç giyerken iki prens öldürülmüştür. 1485’ten beri
Yeoman Warders veya ‘Beefeaters’ tarafından korunmaktadır.
Yedi
Asırlık bir Tarih…
Bu
kule hem bir saray, hem bir kale, hem de devlet hapishanesi ve idam
yeri olmuştur. Görecek çok şey vardır. Erken gidip Kraliyet Mücevherleri
ile Taç ve Elmas sergisini görün daha sonra da uzun rıhtımda bir
mola verin...
Londra’ya
gitiğinizde yukarıda bahsi geçen yerlerden hiç değilse bir kısmını
görmenizi öneririm…
Ahmet F. Yüksel
& Tuncay Yılmaz
İstanbul
- 04.4.2000
Kaynakça:
City Pack London
|