Son
zamanlarda “entellerimiz” arasında 1000 senelik ceddimizin
hep oğlancı, analarının lezbiyen ve hafif meşrep, milletimizin
de geri zekâlı olduğunu söyleme yarışı var. Pâdişahlar
da elâlemden daha akıllı olduklarını göstermek ve
demokrasiye geçişi önlemek için çok sesliliğe mâni
olmuşlar!
Türk
musıkîsinde
çok seslilik yapısal açıdan gayrı mümkündür:
Batı Müziği’nde
Bach’tan
sonra tam olarak oturan diyatonik sistemde yedi nota
vardır. Bunlardan mi-fa
ve si-do
arası yarım ses, diğerleri tam sestir. Do diyezle re bemol
aynı sestir. Armoni
(âhenk) de tamamen seslerin doğal özelliklerinden doğan bir
bilimdir. İyi akort edilmiş bir piyanoda do sesine bastınız
mı, mi ve sol seslerine ayarlanmış tellerde de otomatik
olarak ihtisaz (titreşim) olur. Bunlara da tonik, median,
dominan gibi isimler verilir. Yâni do-mi-sol sesleri hemâhenktirler
ve kulakta da hoş bir “tamamlanmışlık” duygusu yaratırlar.
Bu sebeple 5 tam, 2 yarım sesten oluşan bu sistemde
polifonizasyon hem kendiliğinden
ortaya çıkar. Meselâ 2 tam + 1 yarım + 1 tam sesten oluşan
akora majör
(do-mi-sol gibi), 1 tam + 1 yarım + 2 tam sesten oluşan
(la-do-mi gibi) minör
denir. Konsonan, disonan ve kırık (artık veya eksik)
akorlarla da müzik zenginleştirilir.
Türk
Müziği’nde
ise iki tam sesin arası 9 eşit sese bölünmüştür, bunlara koma
denir (entellerimizden pâdişahların milleti bu müzikle
komaya soktuklarını filân söyleyebilir). Bunların her
birinin ayrı ismi ve notasyonda da ayrı işâreti vardır.
Bizim musıkîmizde do diyez re bemole eşit değildir, arada
yarım koma fark vardır. Yüzlerce makam da, bu koma seslerin
hangi çıkan ve inan gidişle icrâ edileceklerine göre inşâ
edilmiştir. Bu çok temel ve basit hususiyetten dolayı,
polifonizasyonu en azından muhtemel değildir. Yapısı
itibariyle Batı sistemine benzeyen bir iki makam hâricinde çok
seslendiremezsiniz; kulak tırmalayan bir kakafoniye dönüşür.
Polifonize edilmiş bâzı köçekçeler, Ege ve Rumeli türküleri
zâten diyatonik ve Batı yâhut Grek menşelidir. Hiç kimse
meselâ 3. Selim’in Sûzidil 2. Bestesi’ni çok sesli
yapmaya cür’et bile edemez. Bizim pek övündüğümüz Büyük
Türk Beşleri’ni Batı’da pek tanımazlar.
Saygun’un köçekçelerini dinlerken fenalık hissederim; aslı
çok daha güzel ve hâlistir (otantiktir). Bizdeki usûl
zenginliği ve aksak ritmler Batı’da yoktur.
Batı
müziği kiliseye
benzer; ufkî, çok sesli ve dünyevîdir. Türk Müziği ise minâre
gibi şâkûlî, semâvî, tek sesli ve ilâhîdir. Emevîler’den
kalma etkiyle çoğu nota bile bilmeyen flamenkocular, şarkılarında
ve gitarda da telleri gererek koma ses kullanırlar. Klâsik eğitimden
geçen Pepe
Romero
gibilerinin çaldığı flamenkonun flamenkoya benzememesinin
sebebi de budur. Tasavvuf musıkîsiyle flamenkoyu birleştiren
çok hoş yeni çalışmalar mevcut.
Musıkîmizi
bizden başka kimsenin dinlemediğini iddia edenler var. Bilâkis,
gerek devlet koroları gerekse özel vakıflar (ki, bunların
bir kısmı tasavvuf ehlidir) Batı’nın her yerinde konserler
vermekte ve büyük kitleleri hayranlığa gark etmektedirler.
Her sene Mevlânâ törenlerine dünyanın dört bir köşesinden
gelenler de rock veya jazz dinlemek için onca yolu
tepmiyorlar herhâlde! Fakât, “necip” Türk basını
bunlara pek yer vermez. Kendini küçük ve aşağılık görme
kompleksi maâlesef büyük medyamızın köşelerini tutan eski
tüfeklerin de beynindedir. İşin trajikomik tarafı, çoğunun
kolejlerde okumuş, yurtdışında tahsil etmiş ve kendi harsına
tamamen yabancılaşmış burjuvalar olmasıdır. Ben de
onlardan olabilirdim ama âilemin verdiği temel sâyesinde “yırttım”.
Giriftzen Âsım Bey'in torunuyum. Nihâl Erkutun teyzemdi, Musa
Süreyya Bey büyük dayımdı vs...
Aman
yanlış anlaşılmasın. Bizim veya başka birinin müziğinin
polifonize edilmesine karşı filân değilim! Eğer
becerilebilirse ve güzel olursa, niye itiraz edeyim ki? Bütün
arayışlara açığım. Yeter ki güzel olsunlar.
Prof.Dr. M. Kerem Doksat
doksat@superonline.com
İstanbul
- 18.03.2002
http://gulizk.com
|