ugünün Türkiye’sinde bir ailenin temel yaşamsal ihtiyaçlarının bedeli, bir milyar liraya ulaşmış durumda.
Temel ihtiyaç maddelerinden kasıt, ev kirası, ısınma, yiyecek ve giyecek harcamaları ile eğitim giderleridir. Bu ihtiyaçların dışında, insan için düşünülecek bir nimetten faydalanmanın getirebileceği maliyet  ise, söz konusu ücrete dahil edilmemiştir.
Gerçekten vicdanları sızlatan ve nedenlerini düşündüren  bir konumla karşı karşıyayız.

Toplum içinde bireylerin olaylara farklı yaklaşımlarının olması normal bir haldir.
İman ehlinin böyle bir  tabloya bakış açısı, “ Başımıza gelen bu olay, Allah’ın bizler için takdir edegeldiği şeylerden biridir” şeklindedir. Onlar sabır ve metanetle yaşamına devam edenlerdir.
Entel takımı ise biraz farklı düşünceler taşıyor, siyasetten mistisizme kadar. Nedense bu aralar  kafayı “ Hacca gidenlere “ takmış durumdalar.
Ve bu koşullar altında Hacca gitmenin mantıksızlığını şöyle dile getiriyorlar:

Bu yıl 85 bin kişi hacca gidiyor. Yoksulluğun sınırında olan ülkenin yurttaşları, milyonlarca doları Arap şeyhlerine akıttığı gibi, bir o kadar dövizi de petrol milyarderi Suud’un çölünde telef olan ve hiçbir işe yaramayacak hale gelen kurbana harcıyor. Dünyada en az 1.5 milyar insan, açlık savaşı verirken, dindar kişiler Arap prenslerinin kesesini dolduruyor.” Bence, mistik görevlerini yapan insanlara,  kendilerince açık buldukları noktalardan ötürü böyle alabildiğince yüklenmeleri  doğru değil.

Ülkemizin içinde bulunduğu koşullar,  vatansever her insanın en büyük problemi. Ben ülkesini sevmeyen bir insanı bugüne kadar tanımadım. Zaten kimse de aksini düşünemez.
Ama özgürlük kisvesi altında bazı kesimlerin, hem bu dünyaya hem de ahiret boyutuna hazırlanmak için gelmiş olanların eğilim duydukları Hac veya diğer mistik konulara yaklaşımları çok farklı ve bilinçsizce...

Şayet Mistisizm, Hac görevini  bireye yaşamında bir kere farz kılmışsa, imanlı bir  kişinin Hacca gitmesi kadar normal bir şey olamaz. Şartlar ne olursa olsun, kimse insanları ibadetinden ayıramaz. Yaşamın güç koşulları başka, inanç hürriyeti başkadır. İman eden bir insan, neyin ne için olduğunu bilmese de gereğini yapmakta tereddüt etmez. Samimi bir Müslüman, borcunu bu şekilde ödediğini düşünür. Ayrıca bu ibadeti sırasında  ondan kurban kesmesi istenmiş ise bunu yapmakta asla tereddüt etmez. Ve Arap şeyhlerinin kurbandan kazandıkları parayı har vurup harman savurduğunu aklının ucuna bile getirmez.
Şayet bir Arap şeyhi, söylenildiği gibi, kazandığı parayı istekleri arzuları istikametinde kullanıyorsa bu onun bileceği iştir. Hesabını Allah’a verir. Yine Allah Resulü’nün “ Komşunuz açken siz tok olarak yaşıyorsanız bizden değilsiniz “ uyarısına karşı, kesilen kurbanı elindeki imkânları kullanmayarak aç ve muhtaç insanlara ulaştırmıyor ve bu konuda yapılması gereken şeyden imtina ediyorsa, maalesef yaptığı işten yine kendi mesuldür. Hac görevini ifa eden değil.

Diğer yandan, kurban kesimini barbarlık olarak kabul eden ve bu nokta da takılarak mütemadiyen gündeme getirenler, AB üyesi İspanya’daki Boğa güreşlerine bir göz atsınlar. Tahmin ediyorum, vahşet olarak düşündükleri kurban kesimine belki de razı olacaklardır.

Önemli bir ayrıntı bu eylemin neden yapıldığıdır. Acaba bu hiç düşünüldü mü?
Bu kadar kan boşa mı akıtılıyor? İsrafın önlemesini isteyen Allah Resulü’ nün bu konuyu değerlendirmediği mi sanılıyor.! Kurban kesimi bir hüküm olduğuna, hükümler de insanlar için var olduğuna göre, ya neden kesildiğini bileceksin, araştırıp bulacaksın veya susup “böyleymiş” diyerek üzerine düşeni ifa edecesin.

Sonuçta  anlatmak istediğim şu: Eğer bir kısım önlemler varsa ve sadece “ ülke “ deniliyorsa, toplum olarak seve seve uymak görevimiz; ama bazı yerlerde uygulanması isteniyorsa bu yanlış olur. Yani mantıklı olmaz.

Evet, ya hep, ya hiç olmalı!
Sizce de öyle değil mi?..

İstanbul - 05.02.2002
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail