üm
genel manalı kelimeler gibi, “ölüm“ sözcüğünün
de kuşkusuz birden çok anlamı vardır. Ölüme ait her şey
bilinse ve bilmeme durumu ortadan kalksa, o zaman onun yaratacağı
etkinin, belirli periyotlarda saptanması, seyredilmesi gerekir.
Ancak bu nedenler, bireyin tahammül sınırlarının ötesine
geçer. Dolayısıyla ölüm tarihini ve anını bilmek asla söz
konusu olamaz....
Ölüm, gökyüzüne
bakarak düş kurmak, umuda yolculuğa çıkmak değildir. Ölüm,
olsa olsa Azrail’in
ayak izlerini tanımak
olabilir.
Evrende ve doğada,
zaman içinde değişme ve süreklilik söz konusudur. Bu çok
tabiî olay, bir yerde ölümle nihayete ermektedir.
Toplumsal yaşamda da, tam bir ölme ve öldürme çeşitlerine
tanık oluyoruz. Günlük haberlerde
öldürülmüş, parçalanmış, boğulmuş, yanmış,
trafik kazalarında kolu bacağı kopmuş bedenlerden geçilmiyor.
İşin garibi kültürümüz de, ölümü alabildiğine yüceltiyor..
Birçok halk türküsünde:
"Çıkayım dağlar başına kurt yesin beni!"
"Beni kurtlar parçalasın!"
"Ey kadın, eline bir bıçak al da beni delik deşik
et!.." anlamına gelen sözlere yer veriliyor.
Şarkılarımızda,
türkülerimiz gibi bir
acayip. Sevgilinin ne kadar çok sevildiğini anlatmak yerine,
benliğinde kopan feryatlar var.
" Toprak alsın muradımı ! " ," Seni
kimseye yar etmem ! " gibi tehditlerle, sonu mutlaka ölüm kavramına dayandırılarak
dile getiriliyor..
Futbol maçlarındaki muhteşem slogan, taraftarın kulüplerine
olan bağlılığı, sevdiği takımı kutsaması, "Ölmeye
geldik!.." şeklindedir. Hayat ne kadar ucuz değilmi ?
Mistisizme
duygusal yaklaşımlarda bulunmanın abartılı getirisinin de
bu slogandan pek farkı yok gibi. Ölüm sanki bir kurtuluş
yolu!..
" Ölüm hoş geldi, safa geldi! " pek sefa
getirmeyeceği belli ama yinede söyleniyor.
Dikkât edin her
şeyin altında, temelinde ölüm mesajları yatıyor...
Ölüm, insanı rahatlatır mı?..
Ölüm duygusu bireyde ilk sıralarda mı yer almalı?
Kurulmuş bir zembereğin boşalması gibi bir şey mi ölüm?..
Veya dolu bir pilin bitmesi, enerjisini kaybetmesi gibi mi?
Hayatın dar geçitlerine uzanan
koridorların tükenişi gibi bir şey mi?
Gündelik hayatın bir parçası mı?
Hayat mı, yoksa ölüm mü, acı?
Ölüme tanık olmak neyi değiştirir ki?..
Yas tutmak, dövünmek, görünmez olanı
geri getirecek mi?
Yaşam boyunca debelenmekten kurtulabilmek mi, acaba ölüm?..
Yoksa, hayatı en azılı şekilde tehdit eden bir etkinlik mi?
Bir sabah veya akşam,
gece yarısı veya günün herhangi
bir saatinde ansızın dünyamızı dolduruveriyor. Tam
bir tükeniş. Anlatılamaz bir bitiş misali!..
İsrafil’in kulağa “hoş geldin” diye fısıldaması
yanında, hiçbir yerde uzun
süre sığınmacı
olarak yaşamayacak olan insana, Azrail’in yapageldiği bir
ikaz mı ölüm?..
“ Haydi bakalım... “
“Buraya
kadar!...”
yada “Hazırlan, dönüşü olmayan yolculuğa
çıkıyoruz!” demesi gibi bir şey mi acaba?
Ölüm deyince
akan, coşan her ne varsa duruyor. İtiraz hakkı olmayan yegâne
şey o olsa gerek. Onun yanında kelimeler ağırlaşıyor. İnsanda
sadece, “ öldü” veya “ölmüş”
diyebilecek kuvvet kalıyor. Tabii gücün tükendiği yerde söz
de bitiyor. Belki ;talihsizlik, kader gibi teskin edici
kavramlar ağızlardan zoraki dökülüyor.
Biraz cesaretlenip yıkılmayıp ayakta kalabilen, “ henüz
çok gençti”, “ görünmez kaza işte..”, “
akıl almıyor ” gibi sözcükleri sarfetme gücünü
kendinde buluyor. Hem kendini,
hem de karşısındakini şoktan kurtaracak içtenlikli cümleler
kurmayı becerebiliyor.
Ölüm anında,
hayatın mucizelerine inanış tükeniyor. Yerini gerçeklere
terk ediyor. Ölüm
her cümlenin, her aktivitenin arkasında pusuya yatmış
bekliyor.
“Genç, olgun, körpe, ham, hayata doyamamış, başarılı...”
gibi kavramları pek tanımıyor.
Ölüm ile insan, haklılığını kanıtlayamadan son etaba doğru
yol alıyor. İnançlıyı inançsızı; kişilik sahibi olanı,
olmayanı; tartışmalar için bir başlangıç noktası sunanı
veya ona muhalefet edeni peşine takmış götürüyor.
Sadece götürmüyor, götürdüğü yerde de onu başka şeyler
bekliyor.
Ölüm, insanlık için her zaman kuşku ve rahatsızlık verici
bir olay.
Ölümle birlikte güler
yüzler yerini, makus talihe boyun eğmiş, gergin, üzgün, tanınmayacak
maskelere terk ediyor. İnsan
sevdiklerine değil, ancak acıya doyabiliyor. Karanlığın
sessizliği belirli bir süre de olsa dünyamızı kaplıyor. Bu
arada ölümün yandaşları suç ortakları aranıyor. Ölümün
getirisi korkuyu hatırlatıyor.
Kolay kolay hazmedilemiyor.
Sıranın bir gün mutlaka ama mutlaka kendisini de bulacağını
kişi çok iyi biliyor. Ölüm, olumsuz cesaretlerin düşmanı
oluyor, hızını kesiyor.
Beklentilerin önü belirli
bir zaman için de olsa daralıyor. Ölümle birlikte, çırpınacak
gücü kalmamış olanların fotoğrafları daha iyi tesbit
ediliyor. Ölümü, insan kendine, yakınına pek yakıştıramıyor..
Ölüm haberi ile birlikte kişi
kendini bir yerlerde buluyor. Gözleri görmüyor.
Kulakları işitmiyor. Seçenekleri azalıyor. İstekleri yok
oluyor. Ona ters gelen şeyler doğru gibi algılanıyor. Hatanın üstünde durulmuyor. Bel
bükülüyor. Dizler çözülüyor. O ihtiras dolu
konuşmalardan eser kalmıyor. Kafa tutma ve diklenmeye
de pek rastlanmıyor. Öncesinde yapılmayan dualar, temenniler birbirini takip ediyor. Ölüm, kişinin kendini güvende
hissetmesini engelliyor. Vaadlerin yerine gelmemesi de
pek şaşırtmıyor. İnsan onun yanında aşktan
sevgiden asla bahsedemiyor.
Ölümü yaşayanın beyninde sürekli inançlı, ya da günahkâr,
öte ile ilgili veya ilgisiz, cennet, cehennem
gibi çılgın
uçlarda gezinen kavramlar yer alıyor.
Anlaşılan, bu
koşullarda yaşamak insanın zihnini matlaştırıyor.
Kelimeler kolayca dile gelmiyor. “Ölüm” derken, dil
öylesine suskun, ağırbaşlı, mahcup ve nazenin oluveriyor.
Sanki tekliyor. Yola geliyor. Aslında her zaman olması gereken
olgun bir hale dönüşüveriyor. Gördüklerini ya da zihinden
geçenleri ifade
edemiyor. Doğru yada yanlış,
iyi yada kötü olsun ölümle birlikte duraksıyor...
Bu olguya bir
başka açıdan bakan, ölümü ciddi şekilde yaşayan, yine ölümle
kendini buluyor. Aslına kavuşuyor. O’nu,
Şeb-i Arus kabul ediyor.
Hayat, “var
olmak” denilen bu trajediyi, bizlere maalesef bir “kader" olarak tanımlıyor. Aslında kader
bile ölüme endeksleniyor. Yani kader denince akla ölüm
geliyor. Kadere razı olarak; kaçınılmaz o anın bir gün
mutlaka geleceğinin bilinci içinde yaşamımız son buluyor.
Ölüm geldiğinde, gözyaşlarımızı içimize akıtıp bu
anlatılamaz kopuşu, "varoluşun
bir gerçeği" olarak kabullenerek o dünya misafirini
alıp başka boyutlara götürürken, bizlere yaşananları
olgun bir tavırla sineye çekmemizi öğütlüyor.
Ölüm
insanı zorluyor!...
İstanbul
- 26.01.2001
http://sufizmveinsan.com
Akşam
Gazetesi - 05 Aralık 2001
|