Öylesine
bir toplumuz ki, kötülükleri ortaya koyarken asla arkamıza
bakmadığımız gibi, iyilikleri saklamayı da maharet kabul
ediyoruz.
Birbirimize
enerji alanı oluşturacak basit bir sözü, hatta bir selâmı
dahi esirgeyebiliyoruz. Aile içinde ve çevremizde gerekli
olacak anlarda dahi birbirimizi motive edecek sözleri nedense söylemekten
kaçınıyoruz.
“Övgü“
sunulması
gereken
bir durum olduğunda, duygularımız bunu engellemekte
gecikmiyor.
Birbirimize
saygımız ve sevgimizden eser bile kalmadı. Bırakın aynı
mahalleyi, yakın bir komşumuzu, hatta aynı yerde oturduğumuz
kimseyi dahi tanımıyoruz.
Bir dost meclisinde sohbet ettiğimiz birinin hemen yanı başımızdaki
apartmanda oturduğunu öğrenirsek, küçük dilimizi yutacak
gibi oluveriyoruz. Zira, sevecenlikle konuşmaya daldığımız
insan karşı blokta oturduğunu, tanışmak istediğini, ama
bir türlü cesaret bulamadığını söylüyor.
Birbirimize
“
günaydın ”,“ iyi sabahlar “veya “
hayırlı işler “ dilemek bizler için nedense bir yük
oluyor. Halbuki bu temennilerde nice hayırlar var, farkında
bile değiliz.
“Özür
dilerim“ ya da “lütfen“
diyenimiz parmakla sayılabilecek kadar azaldı. Bu gibi ince sözler,
yerini kabalığa bıraktı.
Daha
da garibi, hangi konu olursa olsun bir meseleyi uzmanından çok
daha iyi biliyor ve değerlendirebiliyoruz. Ukalalığımız had
safhada. Ağzımızdan “bilmiyorum
“ gibi bir kelimenin çıkması çok güç oluyor.
Toplumsal
yaşantımızı yönlendiren en belirgin etmenlerden biri de “ Korku “...
Son
derece insani olan bu duygu benliğimizde yer etmekte.
Korku geni açık olan bir insanın bir olaydan endişe duyup
gerilime girmesi, bir anlamda beynin o yöndeki duyarlılığını
garip bir şekilde ortaya koymaktadır.
Korku;
bilgisizliğin, kendini, aslını tanımamanın, kısaca
cehaletin yan ürünlerinden biridir.
Korkmak
ayıp sayılır mı ?
Nedenleri
üzerinde siz durun ve tartışın. Korkmanın gerekli olduğu
yerleri tesbit edin.
Korku
ile özdeş duyguları içeren ve
yine toplumda göreceli şekilde
yaşam bulan “Ayıp
“kavramı da, bir
bakıma korkunun mayası konumuna geçiveriyor. Şayet bir
insanda ayıp mevhumu varsa, korku da onu yakın planda takip
ediyor.
Bu
konuya ışık tutacak bir olayı ve akabinde Hz. Peygamber’in
konuyu değerlendiren sözünü nakletmek istiyorum:
Hz.Resulûllah
yanında Hz.Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Ali
olduğu ve bacakları baldırı gözükecek bir halde yatarken,
odaya birden Hz.Osman
girer,
Hz.
Peygamber
bir anda doğrulur ve açık baldırını örter, Hz. Osman gerekli olan bir durumu anlattıktan sonra, izin
isteyerek onların yanlarından ayrılır.
Sonrasında
Hz.
Peygamber’e şu sual tevcih edilir :
“Ya
Resulûllah, neden Hz. Osman geldiğinde doğruldunuz ve çıplak
olan baldırınızı örtmeye gerek duydunuz?”
Allah
Resulü’nün
yanıtı şöyledir.
“
Meleklerin bile haya ettiği bir insandan ben ne diye haya
etmeyeyim ki!”
Şimdi
bu hadisin tartışmasına girmiyorum. Değerlendirmesini
konumuz ile bağlantısını sizlerin yapmanızı istiyorum.
Toplumsal
yaşantı içinde insanlar birçok noktalarda hatalı davranışlar
içine giriyor. Yanlış bir hareket veya sonrasını düşünemeyeceği
bir sözle dipsiz kuyuya düşeceğini bilemeden yaşıyor. Yapılması
elzem olan işi yapmamayı, yapılmaması gerekeni de yerine getirmeyi
adeta bir görev sayıyor.
Kur’an’ın
en önemli verilerinden biri olan “
Haşyet “ kavramını korkuyla karıştırıyor.
Kendini kesinlikle frenlemesi gereken bir durumda, olanı biteni
anlamadan paniğe, ayıplamaya ve arkasından da korkuya düşüyor.
Ve
hata üstüne hata yapıyor.
Hz
Resulûllah’ın
“ümmetimde Hata kabul etmem “ sözlerini
ise hiç dikkâte almıyor.
Toplumu
bugünkü duruma sokan şeyler üzerinde durmadıkça,
beklentilerimiz de boşa gidecek gibi görünüyor.
İstanbul
- 30.5.2001
http://afyuksel.com
|