Mâlûm,
son haftalarda Prisma ile yatıp,
Rainbow ile kalkıyoruz.
Milenyuma girerken dinlerin durumu
ile ilgili yazım İnternet sitemde iki senedir duruyor ve pek çok
yerde iktibas edildi, iznim dâhilinde veya hâricinde yayınlandı.
Psikiyatri ve inanç sistemleri, yeni dinî hareketler, mistik ve
dinî fenomenlerin psikolojik ve psikiyatrik yönüyle ilgili
olarak, ulusal kongreler de dâhil, pek çok konferans verdim,
yazılar yazdım. Geçen ay, Haber Türk kanalında, Prof. Yaşar Nuri
Öztürk’ün de katıldığı bir programda
Matrix filmi vesilesiyle bu konulara
değindiğimiz hoş ve seviyeli bir sohbeti paylaştık
seyredenlerle…
Doğal olarak,
Prisma hikâyesi gündeme düşünce beni
aradılar. Haftalık Dergisi’nden gelen iki genç gazeteciyle
konuştuk. Kişilere hiç değinmeden fikirlerimi beyan ettim ve
ısrarlı bir ricada bulundum: “Benim bu konularda beyanat
vermemin tek amacı halkı bilinçlendirmek. Ne reklâma ihtiyacım
var ne de potansiyel düşmanlara. Sizinle görüşmeyi kabûl ettim
ama, etik dışı veya amacını aşan bir
ifâde yer alması endişesiyle, yayınlanmadan önce mutlaka
röportajı okumak istiyorum” diye... Söz verdiler ve gittiler.
Gidiş o gidiş oldu. Ne aradılar ne de röportajı gösterdiler. O
arada ben de işin gücün arasında olayı unuttum gittim.
26 Haziran
2003’te Hürriyet gazetesini okurken gözlerim
faltaşı gibi açıldı. Meğer mâlûm
röportaj çoktan yayınlanmış, Hürriyet de oradan nakledip
fotoğrafımı da koyarak 22. sayfada yayınlamış. Konu hakkındaki
söylediklerim öz olarak korunmuş ama arada ne benim ne de hiç
bir psikiyatri hocasının ağzına yakışmayacak bir ifâde geçiyor.
Güya demişim ki “KAFAYI YİYORLARDI … Kafayı yemek üzereyken bana
geldiler …”.
Vay ki vay!
Sansasyonel olmak uğruna neler de yapılıyor. Bu gibi lâfları
hastalar söyleyebilir ama biz kullanamayız. Olacak şey mi! Ne
yapsak? Basına demeç vermekten imtina mı etsek? İyi de, bilim
adamının halkı bilgilendirme ve bilinçlendirme misyonu ne olacak
o zaman? Verilen sözlere de güvenmeyeceksek, neye güveneceğiz?
Allah’tan, bütün vidalar gevşek değil. Milliyet’ten Ayça Demet
Atay hanımefendiyle geçen gün aynı
konuda görüştük ve sözünü tutup röportaj metnini bana derhâl
yolladı.
Bu arada, bu “prismatik”
dalga nükleer patlama sonrası şoku gibi etrafı sarsıyor; medya
etiği açısından da kafalar
bulanıyor. Geçen gün ısrar ısrar
üstüne, kabûl ettim, büyük bir kanaldan çekime geldiler. Son
derecede ihtiyatla ve kurumları, kişileri değil vâkıayı (olguyu)
irdeleyen bir konuşma yaptım. Mikrofonu elinde tutan delikanlı
sonunda dayanamayıp ne dese beğenirsiniz: “Hocam, Allah aşkına,
şu Prisma’nın kötü bir şey olduğunu
söyleyen iki lâf edin de gidelim”. Etmedim tabii ve bence son
derecede önemli toplumsal mesajlar içeren konuşmamın bir
kelimesi dahi o geceki haberlerde yer almadı!
Prof.Dr. M. Kerem Doksat
doksat@superonline.com
İstanbul
- 1.07.2003
http://gulizk.com
|