eklamcılık
kavramı yaygınlaştığından beri bazı soruları da akla
getirmektedir:
Reklam, tüketim amacıyla varolduğuna göre ekonomik ve etik açıdan
da faydalı olabiliyor
mu? Yoksa zararları var mı?
Ayrıca, her zaman sağlıklı, doğru bilgiler aktarılıyor
mu?
Sign
Graphic dergisinde yayımlanan Mr. Reklam başlıklı yazımda
bu konulara değinmiştim. Yazının bilimsel niteliği de olduğundan,
daha sonra Popüler Bilim’de yer
aldı.
Evet,
reklam, toplumsal yaşantımızda son derece etkili
yansımaları olan bir araç.
Örneğin,
Web sitelerinin evrimini
anlatmak için zaman zaman reklama ihtiyaç duyulduğunu kolayca
fark eden ajanslar, kolları sıvamışlar.
Bugünlerde hemen hemen herkes Banu Alkan’ın kestaneci ve kokoreççi tiplemeleri ile
oynadığı reklam filmini konuşuyor.
Filmde, Banu Alkan artık internet kurdu haline gelen kestaneci
ile kokoreççinin yoğun ilgisiyle karşılaşıp bir anda
onlarla samimi oluyor.
Bu içtenlikten cesaret alan kestaneci de soruyor:
- Afrodit hanım size “Afrodit” diyebilir miyim?
Ardından asıl soruyu patlatıyor:
- Sizin siteniz var mı?
Yanıt hayli ilginç!
- Ayol ben müteahhit miyim!..
Bu
konuşmalarda dikkât ederseniz geçim zorluğunu yaşayan, ama
bilgi çağını, teknolojik gelişmeyi takip eden bir kesimin,
entel sayılabilecek sınıftan olduğunu sanan bir şarkıcıyla
ve onun temsil ettiği sınıfla nasıl dalga geçtiği gösterilmektedir.
Hafızalarda
kalan bir başka reklâm metni de şu:
“Antrenmandayım!..”
Bu
reklam ile ilgili de oldukça yoğun eleştiriler yapıldı.
Haklı bir şöhrete ulaşmayı başaran bir yazarımız
“Antrenmandayım” sözüne tepkisini bakın nasıl
dile getirdi:
“Antrenman
denilmekle ne kastedildiği net...
Kendisinin
kızlarla oynaşmasına antrenman diyor. Karşı taraftan da
“antrenmandayım” cevabı gelince, aralarındaki bağlantı
çok açık gayet tabii...
Yani sevgilisi de bizim taraflarda bir oynaşma içinde.
Benim sevdiğim kadını
bir reklam çerçevesinde, bir espirili senaryo içinde bile düşünmem
imkânsız. İsteyen, bana eski kafalı desin, isteyen
ihtiyarladığımı düşünsün. İsteyen de ahlak bekçiliğimi
yaptığımı sansın.”
Bence
asıl konu, reklamdaki delikanlının kızlarla oynaşmasından
ziyade, heyecana kapılmaksızın söylediği yalandır.
Kız arkadaşı da bunu fark etmekte ve yalanını yüzüne
vuracak şekilde ince bir üslûpla;
“Ben de antrenmandayım!” demektedir.
Daha
sonraki karelerde, basketbolcu İbo’ nun aldığı yanıtla
irkildiğini, yanında birbirinden güzel kızlar olduğu halde,
bir anda arkadaşının kendisini aldattığı düşüncesine
daldığını izliyoruz.
Sadakat tek taraflı
verilmiş bir söz sanki. Kadını bağlıyor, ama erkeği asla
ilgilendirmiyor. Aslında bu reklam toplumsal yaşam anlayışımızı,
bakış açımızı aynen aktarıyor.
Kişilikleri
şekillendiren manevi değerleri sağlıklı kaynaklardan
yeterince kavrayamamış olanlar,
böyle tek yanlı, bir mantığa oturmayan duygulara kapılmaktadırlar...
Burada
dile getirmek istediğim, reklam düzeyinde de olsa bu toplumsal
anlayışımızın, herhangi bir etik harekete dayanmadığıdır.
İnsani
bir suç olan yalanın bir reklam filminde bile olsa adeta özendirilerek
sunulması ve erkek karakterin karşı taraftan da aynı karşılığı
alınca rahatsız olarak tepki gösterdiği çifte standartlı
bir anlayışın sergilenmesi, ayrıca; sınıfsal yaşamların
getirdiği bakış açılarının, alay konusu olabilecek şekilde
işlenmesi, bizleri
neticede mutlaka bir utanma duygusuna, ya da etik bir sıkıntıya
götürecektir.
Ayrıca
bu tür reklamlar düşündürücü bir nitelik taşımadığı gibi, bilgi verme açısından
da insana bir şey kazandırmamaktadır.
Reklamı,
olup bitenleri izleyen bir gözle seyretmek ve eğlendirici
yanlarını sergilemek marifet değildir.
İstanbul
- 11.10.2000
http://afyuksel.com
|