Sevgili
Dostlarım ve Kardeşlerim,
Memnuniyetle
müşahede ediyorum ki, canlar
bir olmaya başladılar;
kimi sağdan, kimi soldan. Kimi devletsiz ve herkesin eşit olduğu
bir dünyâya, kimi filânca dine yâhut falanca ideolojiye veya
teleolojiye inandıkları için emek sarf ediyorlar. Ama, nihâyet
farkına varmaya başladık ki, kısa-orta vâdedeki amaç da
araç da aynı: Millî bütünlüğü
ve vatanın bölünmezliğini müdâfaa ve muhafaza etmek.
Şu
kahredici hayatın yükünü kaldırabilmek için, hayatın bir
anlamı, amacı veyâ kutsal gâyesi olması ihtiyâcı insanoğlunu
muhtelif arayışlara itmiştir, itmeye de devam edecektir. Bu
muazzam suâlin, arayışın cevabı olarak da bu dünyâda ve
başka âlemlerde çıkış yolları türemiştir.
Müstakbel
bir ütopik dünyâyı tahayyül, en azından tasavvur etmeye çalışıyorum:
Hiç savaş ve sınıf farkı kalmamış, kavga yok, sömürü
yok.
-
Böyle
bir hülyânın adı mâlûm-u âliniz, komünizmdir (Marksist olan veya olmayan); saygıdeğer
bir ideolojidir ve gerçekleşebileceğine inanabilseydim eğer,
komünist olurdum. Olanlara da hürmetim sonsuz; yakın
arkadaş muhitimde bu ideolojiden olanlar pek çoktur. Belki
de gerçekleşir, bilemiyorum
(perestişkârı olduğum, eski Marksist, büyük filozof Popper
da bunu söylerdi).
-
Bir
başka böyle hülyânın adı da, mâlûm-u âliniz, cennettir.
Bu dünyâdaki mutlulukların ve eksik kalmışlıkların
projeksiyonlarının yapıldığı metafizik ve dinî bir
mefhumdur, öte dünyâda vaâd edilir. Avamın
cennetten anladığıyla havâssınki
dâimâ farklı olmuştur. Avam hûrilerin peşinden serbestçe koşulacağı, dünyevî
zevklerin ilâhî onayla serbestçe yaşanabileceği bir
muhayyel-fantastik öte âlem tasavvuruyla ahlâklı olmaya,
diğerkâm ve iyi olmaya yönlendirilir.
Havâss ise mes’eleyi çok daha farklı ele alır. Cennet
projeksiyonu için, “komünistçe bir öte âlem
tasavvurudur” diyebilirim bir ruh-bilimci olarak.
-
İbrâhimî
olan ve olmayan ve Tanrı inancının şu veya bu şekliyle
bulunduğu, belli bir tanrı inancının söz konusu
olmadığı (Budizm, Taoizm gibi) dinleri tetkik ettiğimizde
bulduğumuz ortak vasıfta bütün bunların teolojilerinin
tek bir noktada buluştuğunu müşahede ederiz: Kendini
bilmek! Adam gibi adam olmak! Ne güzel söyler
havâsstan Yûnus Emre: “Cennet
cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç hûri, isteyene
ver sen onu, bana seni gerek seni”.
Şekilci ve kurumsal anlamda, avamın dinine mesâfeli bakmışımdır
hep çünkü, tıpkı diğer ideolojiler gibi (Marksizm dâhil),
halkın afyonlanmasına âlet olmuştur târih boyunca. Müslüman,
Hristiyan, Budist ve sâir her disiplinden havasın mistik
sezgilerine ve keşiflerine baktığınızda ise, değil dört
kitabın, bütün kitapların mânâsının “bir
Elif’i bilmek” olduğunu fark edersiniz.
O Elif’e bâzısı Allah, bâzısı God, bâzısı Tao,
bâzısı dürüstlük
ve doğruluk, bâzısı başka şey der. Âilesine,
dostlarına, kavmine, milletine, bütün insanlara ve oradan
da diğer mânevî-kutsî değerlere uzanan sadakât ve
sevgi yolu ise Elif’i bilmenin temelidir.
-
Bunun
sosyal ve davranış
bilimlerindeki karşılığı ise “olgun
ego savunma mekanizmalarını kullanabilen”,
diğerkâm ve sevgiye dayanan yakın ilişkiler tesis
edebilen, “sevebilen ve üretebilen”, moral ve etik değerlere
sâhip, dozunda bir mizah becerisiyle mücehhez, kendisine
ve toplumuna karşı sorumluluklarını yerine getiren adam,
yâni insan
olmaktır.
-
Bu
böyle olduğuna göre, pek hoş bir felsefî vizyon
yakalarsınız: Nihâî amaçları (erek: teleology) her ne
olursa olsun, homo
sapiens sapiens’e
yâni farkında olduğunun
farkında olan adama, yâni kendini
bilen adama, yâni insan-ı
kâmile (kemâle, mânevî olgunluğa erişebilmiş
insana) yakışır davranmak hususunda yıkıcı ve sapkın
olmayan bütün öğretiler, dinler, ideolojiler
(materyalizm de, idealizm de vs.) buluşmaktadır.
Ortak
düstur (motto)
şu: EVRENSELE
GİDEN YOL ULUSALDAN GEÇER! Târih arenasında ulus
(millet) olmayı başaramamış nice kavimler toz olup
ufalanmış, kitaplarda bile kendilerinden bahsedilmez olmuşlardır.
Çöküp târihe karışan Osmanlı Devleti’nin külleri arasından
çağdaş paradigmasıyla bir ulusal-devlet (millî devlet)
yaratmak için çabalayan Mustafa Kemâl Atatürk’ün
bu evrensel insanlık ülküsünü görmemek için kör olmak
gerekir: “Yurtta sûlh, cihanda sûlh” diyen bu adam istese
o dönemde rahatlıkla Hitlerleşebilirdi, müstevlîleşebilirdi
(istilâcılık yapabilirdi) ama yapmadı!
Ben
fakir 45 yaşındayım, kızım evlâdınız 17’sinde (karımınkini
söyleyemememi mâzur karşılarsınız eminim kiJ).
Bugünümüz, yaşlılığımız ve biz fânilik seyahatinde tünelin
sonuna (belki de başına, bilmiyorum) geldiğimizde, onlara bırakacağımız
yârınımız için, öncelikle haysiyetli, şerefli, sevmeyi ve
üretmeyi başarabilen kemâl sâhibi bireylerden oluşan dayanışmayı
gösterelim. Yıkmayalım yapalım, yakmayalım yapıştıralım.
Gelin
canlar, bir olmaya devam edelim.
Edelim
ki evlâtlarımız, torunlarımız da bir ve var olmaya devam
edebilsinler.
Prof.Dr. M. Kerem Doksat
doksat@superonline.com
İstanbul
- 22.12.2002
http://sufizmveinsan.com
|