aşam
ağır ağır kapımızdan çekip gidiyor.
Fotoğraflar ve aynalar, kişisel gücün azalması bunun en iyi
kanıtı.
Bu görünümü almamak, yaşını göstermemek için insanoğlu
bir dizi çaba sarfediyor.
Serin,
puslu sabahlar, değişimlere uğrayarak yerini sert rüzgârlara,
yağmura bırakıyor.
Erken saatlerde başlayan trafik, yine erken saatlerde tıkanıyor.
Yaşam yolda başlıyor. Trafiğin ters istikametleri bile
doluluğu yaşamaya çalışıyor.
Tüm caddeler, ara sokaklar tıkanıyor.
Kendinden
dünyalar kadar emin, her şeyi ama her şeyi kendine hak görmeye
alışmış olan insanlar, günün ilk saatlerinde sıkıntıya
giriyor, stres adeta gecikme
ve geçinmenin sırtına biniyor.
Hayatın
tanımladığı bu karmaşa, işi gücü olmayanı evde oturmaya
mahkum ediyor.
Maalesef, onları bir karamsarlık bürümüş. Ekmeğin aslanın
ağzında oluşu, şimdi daha iyi anlaşılıyor. Ümitle, bir
yakınlarından haber alacakları günü bekliyorlar.
İş
için...
Uzun,
yorucu çalışmalardan, yılların getirdiği aşınmadan bir
nebze kurtulabilen
emekliler ise memnun. Mütebessim
bir çehre ile yola koyulanları izliyorlar.
Hiçbir güç onları yatağından, penceresinden baktığı sıcak
odasından, kahvaltı masasından veya geçici heyecanları
takip ettikleri TV’den, gazeteden ayıramıyor.
Belki bu yaşamdan memnunlar, mutlular; ama akıllarına
getirmek veya düşünmek istemedikleri bir şey var:
Ötenin
yaklaşmakta olduğu kaygısı...
Anlaşılan, sonun yaklaştığının farkındalar.
Onlardaki durgunluğun asıl
sebebi bu olsa gerek.
Bunları
düşünürken, bir an gençlik yıllarıma döndüm. Belleğimin
en ücra köşelerini yokladım. Yaşamımda geçen olayları
bir bir, tüm ayrıntıları ile hatırlamaya başladım
Zafer çığlıkları atasım geldi.
Anılarla renklenmiş fotoğraflar birbirini takip etti
Kendimi çok az ve kısaca eleştirisel bir süzgeçten geçirdim.
Uygun bir anlatımla şunları söylemek zorundayım:
Kuşkusuz, bugün başkaları tarafından eleştirilen noktaları
kendimle özdeş bir biçimde benimsemişim.
Ve öğrendiklerime laf olsun diye bakmamışım.
Anılar
bir yana, şimdi artık el ele oynaya zıplaya çimlere doğru
adımlarını sıklaştırarak yürüyen,
coşan, keyiflenen, anlamadığım ve bilmediğim şarkıları
mırıldanan ve yaklaştıkça sesleri daha iyi duyulabilen
sevgilileri bile fark edemiyorum.
Yıllar
insanı ne kadar da güçsüz yapıyor ve bu hale getiriyor.
Şuurun
yaşı yok derler, ama maalesef, bedenin yaşı var bu su götürmez
gerçek, uygun atmosferlerde kendini daha iyi gösteriyor
Galiba hayatın sonbaharı, kıvrımlarındaki ince zarif
hareketleriyle yaşamı
terk ediyor...
Hava
soğumaya başlıyor
Az
ilerimde bir dede
kendisine emanet edilen torunlarına bakıcılık yapmakla meşgûl.
Bu işi görev edinmiş. Sanki torunları kendisi için bir yaşam
enerjisi. Belli ki onlar bir teselli kaynağı...
Gözümün
önünde yolları temizleyen çöpçü itina ile işini
yapmaya çalışıyor.
Sonra, arkamda duran
naylonlarla çevrilmiş küçük kulubemsi yeri fark ediyorum.
Pardösümün yakalarını kaldırarak bu tabloyu görmemeyi, içindekilerin
yaşam biçimini aklımdan geçirmemeyi diliyorum.
Sabahın
bu saatlerinde berduşlar,
bucak bucak kaçılacak serseriler, ellerinde şişelerle malum
kuytu yerlerine gidiyorlar.
Anlaşılması hayli zor.
İnsanın
kendini bu derece yıpratmasının ne esprisi var, bilemiyorum!
“Nasıl oluyor bu!” demeye insanın dili bile varamıyor
Kuşluk
vakti, sahilde oturduğum bankta benim kuşağım ve
bir sonraki kuşağın düşünceleri içerisinde yakın
çevremi, hani herkesin tanık olduğu, bazılarımızın ise
fark edemediği bu gerçekleri seyrediyorum.
Zaman
akıp gidiyor martılar
da kulağıma yeni bir sonbaharın
geldiğini fısıldıyor.
İstanbul
- 11.10.2000
http://afyuksel.com
Not:
Ocak 2001 Yedi İklim dergisi
|