ortekizli
diktatör Salazar, iktidarda kaldığı otuz küsur yılda 3F
formülünü uygulayarak yerini korumasını bilmiş. Yani,
futbol, fiesta ve fado (eğlence ve şenlik) ile...
Bazı rivayetlerde , üçüncü F'nin Portekiz'in Fatima şehrinde
yıllar önce üç küçük kıza kendisini gösteren ve onlara
üç sır verdiği idda edilen Hz. Meryem'le ilgili olduğu söylenir.
İspanyol diktatör Franco’nun da ülkesini yirmi yıl boyunca futbolla uyuttuğu konuşulur.
Salazar ile Franco’nun yoldaşı Arjantinli diktatör Videla
ise ülkesindeki açlık ve sefaleti saklamak, ortamı şirin göstermek
için futbolu ön plana çıkartmıştır.
Öyle ki, Peru ile yapılan
şaibeli bir maçın bedeli olarak bu ülkeye otuz beş bin ton
tahıl ve silah yardımı yapmayı vaad etmiş, ayrıca Arjantin
merkez Bankasında -tabi ki halkın parasından- maç sonrasında
verilmek üzere elli milyon doları bloke etmiş.
Anlaşılan, üç diktatör de insan psikolojisini iyice incelemiş.
İnsanların halledemedikleri problemlerini yansıtmak için
savunma mekanizmalarını kullandıklarını gözlemlemiş.
Tıpkı
beynin azap duyduğu ortam ve durumlardan sıyrılmak için başka
objelere yönelip konsantre olması gibi, futbol da çekilen sıkıntıları
hafifletme işini yapmış o yıllarda ....
Teknolojik
gelişmeler, iletişim
ağının inanılmaz boyutlara uzanması, insanların
hayat tarzını etkileyip en kolay ulaşabilecekleri fantezileri
veri datalarına sokabilmeyi becermiştir.
Bunlardan biri basketbol, diğeri de futboldur.
İlki, özellikle Amerika’da tutulan pahalı bir spor dalıdır,
ikincisi ise serapa sahiplenme ürünü sayabileceğimiz ve tüm
dünyayı avucunun içine alabilen bir oyun...
Bugün
insanlar ya edinimlerin dağılmamasını temin için deşarj
mahiyetinde bir uğraşa yöneliyorlar -ki bu yöndeki aktif hareketler bir kültürün
neticesidir.- Ya da
cehalet batağına düşmüş toplumların
yaradılış amacına uygun olmayan, sapkın yönelişleri
ve anlatılmaz hareketlerini sergiliyorlar..
Şimdiye
kadar daha çok birinci seçenek ağırlıklı gibi gözükse de
son zamanlarda, Taksim’de iki İngiliz
futbol militaristinin öldürülmesi gibi vahim bir örnekle
simgelenen ve ikinci seçeneğin sınırlarına giren davranışlar
da yaygınlaşmaya başladı.
Sözü uzatmaya gerek yok, anlatılanların teyidi, arenaya dönmüş
futbol sahaları ile seyircileri ayıran stadlarımızdır.
Sahalar, ne yazık ki, herhangi
bir spor karşılaşmasının yapıldığı yerler olmaktan çıkmış,
kişisel doyumsuzlukların, bastırılan ve dışa vurulamayan
başarısızlıkla sonuçlanmış arzu ve isteklerin tatmini için
küfürün, saldırgan davranış ve tutumların sergilendiği
alanlar olmaya yüz tutmuştur.
İnsanlar sahip olamadıkları, ama mutlaka olmaları gerektiğine
inandıkları yapay benlik değerlerine, takım taraftarı
olmak,dolayısıyla, kendilerini bir topluluğa ait hissetmekle
erişmek istemekteler...
Yetersiz kapasite ve beyinsel fonksiyonun dışa vurumu gibi
geliyor bana.
Bütün bunların fevkinde bir toplum olarak dengeyi
kurabilmemiz maalesef, pek olası gözükmüyor...
AKM' de
bir müzik resitalini izlemeye giderken, Taksim’den Gümüşsuyu'na
inen öbek öbek insanları
gördüm. Davul zurna eşliğinde halay çeken insanlar...
Her tarafa asılmış, ama artık kanıksanmış Galatasaray
bayrakları arasından geçerek maça gidiyorlardı. Uzun süredir
gülmeyi unutmuş, daha doğrusu
gülme becerisini üretememiş insanlar... Belli ki, deşarj
olacaklardı.
Eve döndüğümde düşündüm, gaye bu muydu? İnsanlık şerefine
layık olması gereken yaşam, bunları ortaya koymayı mı
gerektiriyordu?
Yıllar önce, bir stadyumdayken içimden gelen sesi işitmiştim:
“Senin yaradılış amacın sadece bu değil” diyordu.
O günlerde futbol hastası idim. Mistik alan bana yabancıydı.
Şimdi şükrediyorum. Kısıtlı bir bakış açısı ile, dar
skalalarda yaşamadığım için...
Birden, bu garip insanların son durağa ilerlemeleri gözümün
önüne geldi...
Varacakları nokta, elbette ortaya koyduklarının ötesinde bir
sonucu getirmeyecekti...
Tutku ve duyguların güdümünde yaşayıp sonunda hiçbir
mazeretin geçerli olmadığı, geriye dönüşü
imkânsız bir durakta kendilerini bulan insanların
duyacağı azabı düşündüm...
Herhangi bir formülün, savunma mekanizmasının önleyemeyeceği
yanışı...
Aklı duyguların ve sınırlı kabullerin diktasına veren
herkesin uğrayacağı nokta bu...
İleride
pişmanlık getirmeyecek bir yaşamı oluşturan
davranışlar ortaya koymak dileğiyle...
İstanbul
- 01.6.2000
http://afyuksel.com
|