Gençken
Mustafa Kemal’in kendisine meclis kararı ile Atatürk
denmesine müsaade etmesinin megalomanyaklığından kaynaklandığını
düşünür, şanlı tarihimizde niceleri, kendini ata olarak
gören bu sarışın mavi gözlü adama içerlerdim.
Şimdi, 45 yaşın olgunluğu ve güncel gelişmelerin vahâmeti
karşısında itiraf ediyorum ki, az bile yapmış. Gâzi, ümmetlikten
başka âidiyet duygusu bulunmayan, feodal ve Türklüğünün farkında
olmayan bir avamdan çağdaş bir millet yaratmak istiyordu, böyle
geçiş dönemlerinde her toplumun perestiş edeceği bir lidere
ihtiyacı olduğu vâkıasının şuûru içerisindeydi. Keşke
demokrasiye bu kadar hızlı geçmeseydi ve inkılâpları iyice
yerleştirseydi, kurumsallaştırsaydı. Bakın ne günlere geldik!
Voleybol şampiyonasında başbakanımız bir millî maçı teşrif
ettiler; spiker beyimiz de onun nasıl “heyecanla maçı
izlediğini” anlatırken kamera kendilerini gösterdiğinde güldüm.
Bırakın en ufak bir heyecan belirtisini, son haftalarda artarak
müşahede ettiğim duygulanım (teessüriyet: affect) mevcuttu:
Donuk, ifâdesiz, âdeta ortamdan kopuk ve kafası meşgûl, hâtta
biraz rahatsız sanki… Kimbilir, belki de kızlarımızın
şortlarından filân da tedirgindi. Hülâsa, hiçbir millî heyecanı
filân yoktu ama popülizm için oradaydı.
Peki, neler yapıyor bu ekip? Sâyelerinde Türkiye, 8.5 milyar
Dolarlık kredi alabilmek için Kuzey Irak’a girmemek konusunda
ABD’ye yazılı taahhüt verdi. Üstelik, kredinin tek şartı
üzerinde fiilen Kürdistan kurulmuş bulunan ve yakında
Türkiye’nin 20 ilini doğrudan, tamamını da dolaylı olarak
etkileyecek olan bu oldu bittiye rağmen Kuzey Irak’a girmemek de
değil; ayrıca, “insanî yardım dâhil olmak üzere Irak’ta
ABD ile işbirliği yapmadığı” ve “Irak’ın yeniden inşâsı ve
istikrarının sağlanmasında ABD’yi desteklemediğinin
belirlenmesi” hâllerinde de anlaşma askıya alınabilecek! Bu,
Cumhuriyet tarihinde, Türkiye’nin alacağı bir kredi için
siyasî şart kabûl etmek zorunda kaldığı tek anlaşma metni.
Yâni, Kuzey Irak’ta nâhoş gelişmeler ortaya çıktığında seyirci
kalacağız; tıpkı Mehmetçiğin kafasına çuval geçirildiğindeki
gibi! Sorulduğunda Mâliye Bakanı topu Dışişleri Bakanı’na,
Dışişleri Bakanı da taca atıyor. Bu kredi ABD Hazinesi,
Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı üçlüsünün birlikte
onayı ile kullanılacak, dilimleri almak için IMF politikalarını
uygulamayı sürdüreceğiz, üstelik kredi dilimlerinin ne zaman,
nasıl verileceği ve fâizinin ne olduğu da belli değil.
Bu anlaşmada görünmez mürekkeple yazılı olan ama alenî bir başka
dayatma da, hemen altımızda Kuzey Irak’taki terör yuvalarıyla
mücadele etmemize izin verilmez, Türkmenler öldürülür ve
nüfus kayıtları yok edilirken, ABD’nin Merkezî Irak’a bir tümen
Türk askeri istemesi. Böylece Coniler Irak belâsından
sıyrılacak, Mehmetçiğin kanı dökülecek. Analar bacılar ağıt
yakacak, Türk gençleri, subayları şehit düşecek, bu arada da
insan hakları temsilcileri geçinen mâlûm kişiler hiç oralı filân
olmayacaklar!
Bunlar kapitülasyon değil de nedir? ABD gibi AB de benzer
talep ve dayatmaları epeydir tezgâhlamakta ve bir yandan da
Kıbrıs’ı bırakmamız istenmekte. Bir kısım kalemşorlar ve medya
cambazları ise bunları hararetle desteklemekte.
Belki de derinden derine duyduğu bâzı vicdanî rahatsızlıkların
yansıtması içerisindeki haşmetli azâmetli başbakanımız ise önüne
geleni, bu arada bâzı rektörleri filân fırçalıyor, dâvâ ediyor.
Ben bütün AKP mensuplarının bu derece millî şuûrdan uzak
olduklarını sanmıyorum, öyle olmadıklarına inanmak istiyorum.
Fakat, hazin bir tesbit olarak, bir milleti ve memleketi bu
kadar alenî peşkeş çekenlerin ulusal bilinçlerinin (millî
şuûrlarının), âidiyet ve mensubiyet duygularının bulunmasının
imkân dâhilinde olamayacağını da düşünmekteyim.
Yazımın başlığına gelince, hâlâ bölünmeyi beceriyoruz ya, onu
hicvettim: “Ulusalcı” deyince “solcu”, “millîci” deyince “sağcı”
oluyoruz. Fransızca’dan devşirme “onuru” kullanınca “solcu”,
“eski Türkçe” “haysiyeti” kullanınca “sağcı” oluyoruz. Aşalım bu
kör ve kısır çekişmeleri Allah aşkına. Gelin canlar bir olalım.
Bakın, önce ulusal bağımsızlığımız elden gidiyor, akabinde
vatanımız parçalanacak. Esasta anlaşalım, usûlü sonra kendi
aramızda aşarız; aşamazsak da, beraber yaşarız ama hür,
bağımsız ve haysiyetle!
Prof.Dr. M. Kerem Doksat
doksat@superonline.com
İstanbul
- 28.09.2003
http://gulizk.com
|