Ölüm her yerde,  ama insanlığa yönelik onur verici çalışmalar da devam ediyor. Son yüzyılda bilimin en parlak dönemleri yaşanıyor. Akıl almaz gelişmeler var. Artık, bırakın sadece Ay’a gitmeyi, özel uzay gezileri tertipleniyor. İnsanlık ileriye, daha ileriye gidebilmek için bir yığın çaba harcıyor.

Ne yazık ki, bu gelişmelerin tümünde  biz yokuz... Sadece seyredip dinlemekle yetiniyoruz...

Toplumsal yaşantı içinde bilimden / evrensellikten nasibimizi aldığımızı düşünürken, bir an için başımızı öne eğip şöyle bir düşünelim ve kendimize soralım:
Birbirimizi sevebiliyor muyuz?

Veya birbirimize saygı gösterebiliyor muyuz?

İlişkimizi kavgaya başvurmadan, diyalog ile çözebiliyor muyuz?

Sadece başkaları ile değil, kendimizle de barışık olabiliyor muyuz?

Yabancıları yücelttiğimiz kadar, kendi insanlarımızı yüceltebiliyor muyuz?

Birbirimize güvenebiliyor muyuz?

Kıskançlık ve şüphecilikten arınabiliyor muyuz?

Hangimiz bunları yerine getirdiğimizi söyleyebiliriz?

O halde, neden yabancıların bizi hâkir görmelerine kızıyoruz ki?..

Bir İslâm ferdi  olarak üzerimize düşen görevi lâyıkı ile yapabiliyor muyuz?..

Yaşanan  olaylara bilimselliğe katkımız olmadığı için utanç duyuyor muyuz?

Kendimizi aşağılanmış gibi görüyor muyuz?

Birtakım insanlar kimilerinin isteklerini yerine getirmek için harıl harıl çalışırken,  ağzından  evrensellik sözcüğü düşmeyen bizler, acaba teslimiyetçi, ödüncü bir hareket yaptığımızı mı zannediyoruz?

Bunlar bizi rahatsız ediyor mu, üzüyor mu?

Veya bu rahatsızlığa katlanmaya değmez diye mi düşünüyoruz?

Yoksa biz de, varoluş gerekçelerini unutup  gelecekten pay kapmaya çalışanlar misali, anlamadan, dinlemeden, sevmeden, utanç, rahatsızlık, onur gibi kavramları bir kenara itip, yeter ki ‘ kendime bir yer edineyim, nasıl olsa kırıntısı bize de düşer ‘ umudunda mıyız?

Geleceğe hazırlıklı olmadan, belirli bir eğitime girmeden, gerçekten bazı şeylerin oluşabileceğine inanıyor muyuz? Kendimizi sorguluyor, özeleştiri yapıyor muyuz?

Sağı solu suçlayıp kendimizi aldatarak,  mutlak doğruyu bulmanın sevinci ile vicdan muhasebesine gerek duymadan  huzur içinde mi yaşıyoruz?

Her olaya sözde teslimiyetçi bir gözle bakarak bireyselliğinden asla taviz vermeyen, Mistisizme aykırı ne varsa yapan, soyunması gerekirken yargılayan, mahkûm eden, rakip gibi gördüğü (aslında ta kendisi ) insanın ölümünü, yok olmasını isteyen, her bunalımda kişiliğini yoğunlaştıran, arttıran, bir daha, bir daha vurma özlemini çeken, özeleştiri yapmak yerine toplumu sorgulayan bizler, başkalarının sırtında yük olmamak için ne çare ki artık biraz düşünmek zorundayız.

Eğer gerçekten güçlü, aslına yakın, varlığı seyreden, insana saygılı, onurlu birisi olmak istiyorsak! ..

Şayet bu halleri yaşayamıyor, saygınlığımızı korumuyor, menfaat uğruna her türlü zillete katlanıyorsak, kimse bize değer ve önem vermez. Kişi olarak onurunu koruyamayan, Allah’ın onurunu da asla koruyamaz.! ..

Bir insan ki, sevmek ve üretmek için çaba harcamaktan hoşlanmaz, insanlık dışı faaliyetini sürdürmeyi yeğler,  daima kendini düşünür, çıkar peşinde koşar, o kişi, insan olma etiğine sahip değildir.

Nerede kaldı ki, “ Allah’ın Ahlâkına “ ulaşsın!..

O İnsan sadece aksiyonel olmayan, bulunduğu düzeyde ve bedensel zevkler peşinde yaşamaya heveslidir.

“Şayet bugünden itibaren  gerekli önlemleri alırsak belki  durumu düzeltebiliriz.'' 

Bu halde kısa sürede sorunlar sona erer, güçlü bir yapıya kavuşuruz. Ve  kuşkusuz, teslimiyetçi, ödüncü, ama hayalci olmayan durumlara geliriz. Terkibiyeti doğrultusunda yaşamaya devam edenler ise  tercihlerinin bedelini, yaşamlarını daha zor koşullarda sürdürmek zorunda kalarak öderler.

Gerçekten sorunları aşmak, utanılacak durumlara düşmemek, onurumuzla yaşamak istiyorsak, yılmadan kendimizi sorgulayalım!..

Utanmak için henüz vakit geçmeden! ...

Bodrum - 08.06.2001
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail