u
yazıda belki de hiç kimsenin arzu etmediği bir olgu olan
“Yaşlılık” kavramına
değinmek istiyorum...
Yaşam boyunca
nelerle karşılaşıyoruz,
dostlarımız, düşmanlarımız, sevgililerimiz, kapı
komşularımız..., derken hayat geçip gidiyor.
Kâh orada, kâh burada. Geziyor, eğleniyor, keyfimiz yerinde,
hayatımızı sürdürüyoruz...
Çoğu zaman mistik takılıyoruz, hobi
olarak. Her türlü uyarıya karşın birimselliği de elden bırakmıyoruz...
Bazen üzülüp
duruyoruz. Kıyametleri kopartıyoruz. Kapı kapı dolaşıp
derdimizi anlatıyoruz...
Güceniyoruz, küsüyoruz, uzun dargınlıklar yaşıyoruz.
Bazen geri çekiliyoruz. Bazı eski dostlarımızı
görünce yolumuzu bile değiştiriyoruz.
“ Ben bununla nasıl dostluk etmişim!...” diye iç geçiriyoruz.
Bazen de, bize doğru yürüyenleri, üzerimize üzerimize
gelenleri görüp bir yerlere kaçma gereğini duyuyoruz...
Kimi zaman, kimseyle karşılaşmak istemiyoruz, anılarla yaşamayı
yeterli görüyoruz..
Bazen, insanların
iç dünyasını karıştıracak, düşünce özgürlüğünü
örtecek, engelleyecek şekilde tahakküm ediyoruz.
Şöyle veya böyle bu
hengâme içinde, açıkçası yaşlanıyoruz
farkında olmadan...
Aklımıza gelebilecek bütün duyarlı, duyarsız, olumlu,
olumsuz bakışlar içinde bir de bakıyoruz ki ömür, bilinen
bir hedefe, son kerteğe doğru yaklaşmakta...
İnsan yaşlanınca
normal olarak, yaşayacağı günlerin azaldığını
hissediyor. Yeryüzü de genç ve güçlüyü gayet iyi ağırlarken,
yaşlı olana aynı hassasiyeti göstermiyor.
Onlara misafir gözüyle baktığını söylemek, sanırım
yerinde olacaktır.
Yaşlılığın en belirgin işaretleri; hatırı sayılır
rahatsızlıklar, bedenin belirli bölgelerindeki ağrılar,
hareketlerde önemli şekilde ağırlaşma, nefes alıp vermede
zorlanmalar, zihnin işleyişinde
görülen yavaşlamalar, insanı şaşırtan unutkanlıklardır
diyebilirim.
Yaşlılar belki
güç dengesini yitirmenin neticesinde, polemiğe açık bir
hale gelirler. Yaşam enerjisinin eksikliği nedeniyle, akıntıya
karşı yüzmeğe çalıştıkları için, herkesin normal karşıladığı
şeyleri, aksi yönde algıladıkları bilinen bir husustur.
Pek çok yaşlı insan bu nedenle “ huysuz “ sıfatını almıştır.
Bu yüzden de onlardan aktif olmaları ve dengeli bir tartışma
yapmaları beklenemez.
İş dünyası
bugün, tecrübe yanında aktif düşünebilen genç bireylere
kucak açıyor. Bir işi yaşlı bir insana verme yerine, genç,
zihinsel faaliyetleri yerinde olan birini aktarmak makul görülüyor..
Bu anlayış günlük olaylarda dahi varlığını
hissettiriyor...
Entelektüellik dahi yaşlılık ile bağdaşmıyor.
Bugün yaşlı bir insanın
yapabileceği hiçbir atak, kayda değer dahi bulunmuyor.
Yaşlılar için
artık amaç bitip tükenmiştir.
Artık gelecek pek düşünülmez.
Sadece, “
ölüm” gibi aslında herkesi yakından ilgilendiren bir konu,
onlara daha yakın
plânda bulunmaktadır.
Yaşlı bir insan
bu haliyle dahi cesaretini kaybetmemeli, ufkunu geniş tutmalı,
ancak varoluşunun gerçeğini, yani bedenin mutlak bir yaş sınırı
ile yaratıldığını aklından
çıkarmamalıdır.
Ben kendi adıma
yaşlılığa eleştirisel gözle bakmıyorum. Ancak şunu kabul
etmek gerekir; her insanın etkinliğinin doruk noktada olduğu
devreler var. Zaman içinde ise bunun erozyona
uğrayarak çöküntü devresine gireceği
muhakkak. Bu nedenle insan kendini bazı şeylere alıştırmalıdır.
Aslında her şey istenildiği gibi elde edilse, düşünülebilse,
kısaca bu şartlar devamlılık gösterse, gençlik denen
etkinliğin bir esprisi kalmayacaktı.
Ortalama bir ömrün
yetmiş beş yıl olduğu dünya yaşamında bunun on beş yılı
çocuklukla geçer. Geriye kalan altmış senenin de son on
yılında kafalar bazı şeyleri toparlayamaz, idrak
edemez haldedir. Zira bitip tükenmiştir gücü kalmamıştır.
Geriye, değerlendirilebilecek
elli sene kalır.
İnsan
yaşlılık konusundaki referansları dikkate almalı, ne yapıp
ne edip gençliğin kıymetini bilmeli ve hayatın bu bölümlerini
çok iyi değerlendirmelidir.
Londra
- 24.06.2001
http://sufizmveinsan.com
|