eçtiğimiz
dönemlerde içinde ’Duyguların Ölümü’ başlıklı
yazımda konuyla ilgili ayrıntılara epeyce değinmiştim. Ama
yine üzerinde durmak zorundayım. Muhakememiz ve davranışlarımız,
bizim gibi düşünmeyenleri, aynı kanıda olmayanları da içermek
istiyor. Sebebi bu.
İstemediğimiz
halde bizle yoldaş olan duyguların terki konusunda en fazla
hassasiyet gösteren alanın
mistisizm olduğunu söyledim. Zira, birey
uzun süren uygulamalara ve yaptığı bütün çalışmalara
karşın ikincilleşmeyi terk etmeyip, sonunda yine kendini azap
içinde bulabiliyor ve dış planda kalabiliyor.
Kişilerin tavır ve tutumlarında duygusallık söz konusu olduğunda,
kesinlikle özel bir uygulamaya ihtiyaç var.
Farkında
mısınız bilmiyorum,
Nerede olursak olalım,
bizi olumsuz yönde etkileyen herhangi bir olaya, yansımaya bakış
açımız,
hep duygularımızla, duyu organlarımızın istikametinde
oluyor. Bu yeni bir bireycilik akımı değildir. Kökeni çok
eskilere dayanıyor. Kendi yapılanmamız doğrultusunda
veya genetik kalıntılarla peydah olan duyguların en büyük
kozu tezlerini bizlere kabul ettirmek.
Duyguların yoğun olmadığı veya duygusuz denilebilecek bir dönemimizin
ardından, adeta onu tekzip eder bir hadise bizleri kıskıvrak
yakalayarak tüm berraklığı ile
bu olguyu yine gözler önüne seriveriyor..Sanki
beklemeye tahammülleri olmayan bir hal içindeler.
Örneğin çocukluk hayallerimizin yoğunlaşması duygu şeklinde
yansıyor;
Korkmuyor bizden.
Sanki istemediğimiz bir yoldaş, arkadaş, kahrından bunaldığımız
bir yük gibi !..
İşlevleri ise asla sınırlı değil.
Bütün sorun da bu!..
İnanılmaz doğallıkla, “içgüdü” adı altında yıllar
geçse de, istediğini yapıyor.
Ve hırçınlıklarımızın
tümü ona dayanıyor. Benliğimizi mesken edinmiş bir
duygunun enini
boyunu ölçebilmek, tartabilmek mümkün değil ama ağırlığını
hissetmek olası.
Bugün
durduğumuz yer itibariyle
yaşama adım atmak gerekiyor. Bu en tabii hakkımız.
Ama duygular elverdiği sürece geçerlilik kazanabiliyor.
Duygular, biz var oldukça yaşayacak. Varoluşumuz sonsuz olduğuna
göre de bizimle
beraber bu yolculuğa hazır olmaları muhtemel...
Terk edilmeleri gerekiyor mu?
Kesinlikle
evet!..
Yoksa
peşimizi bırakmayacak, bizi durmadan takip edecek.
Belki duyu organlarımızın azizliğinden olacak, tam olarak
onları tanıma imkânından yoksunuz.
Ancak ruhsal boyutta onları net bir şekilde görebileceğiz.
Yanımızda, başucumuzda, önümüzde, arkamızda, sağımızda
solumuzda olacaklar.
Vücut bulmuş bir halde, canlı
ve diri olarak yaşayacaklar. Duygularımızı, yani bir anlamda
yoldaşlarımızı acaba tanıyabilecek miyiz.?
Evet onlar,
Eşek,
Karınca,
Tilki,
Aslan,
Ayı !....suretinde
olacaklar daha bir çok hayvan suretine bürünecekler. Sanal
alemlerde bizi zorlayacaklar.
Mistisizm,
bireye, gideceği ortamda onların her zaman yanlarında olacağını
ve azap
vereceklerini bildiriyor.
İnsanı aslından perdeleyen olumsuz yönlerini, konumlarını
bildiren Allah Rasûlü, “ölmeden evvel ölünüz”
uyarısında bulunarak, hayata bakış açısında subjektif değil,
daima objektif olmanın yararlarını vurguluyor.
Kendi yaptığı işin neticesini bizden daha iyi bilenlerin
görüşü, böyle...
Duygusallık
üzerine kurulu bir yaşamla, bireyin kendini kendisiyle özdeşleştirebilmesi
mümkün değil.
Bu halde, insan mutlu olamıyor.
Kendisi ile bile arasında bir geçimsizlik, nifak,
kelimenin tam anlamıyla “hır” çıkıyor.
Kafa karıştıran bu olumsuz yoldaşlardan mutlaka, er veya geç
kurtulunması, tıpış tıpış onlardan uzaklaşılması şart.
Aslında bir olay karşısında tepkili ve tepkisiz kalmanın
farkı burada yatıyor.
Bireyin meşruîyeti de ancak bundan sonra başlıyor!...
Cihad sözcüğü
hemen hemen her zaman “ kutsal savaş “ olarak tercüme
edilir. Ama cihadın tek anlamı bu değildir. Cihad;
“ mücadele etmek “ manasına gelen arapça
bir sözcüktür. İki türlü cihad vardır. Küçük cihad ve
büyük cihad. Küçük cihad,savaşlarda yapılanıdır. Büyük
cihad ise; kişinin kendisiyle tutkularından, tabularından, şartlanma
ve değer yargılarından kurtulmanın mücadelesidir. Şayet
bizler bu mücadeleyi esas olarak alıyorsak duygularımızı,
bir bakıma yoldaşlarımızı zamanla sabırla ve inatla terk
etmesini bilmeliyiz.
Başka
çıkar yolu yok.!
İstanbul
- 23.10.2001
http://sufizmveinsan.com
Akşam
Gazetesi - 28 Kasım 2001
|