Gezegenimizin döngüsüne göre
hazırlayıp sınırları olduğunu varsaydığımız zaman kurgusunda bir
takvim yılını daha eskitmiş bulunuyoruz. Bir vakit, 2000 senesi
için "Acaba görebilecek miyiz?" "Nasıl bir şey olacak!?"
diyenlerimiz, 2005' i karşılarında bulunca muhtemelen, "Vay vay,
ne günlere vardık; ancak hiç de hayal ettiğimiz gibi olmadı!"
düşüncesine kapılmış olabilirler.
Öyle ya... Neler
planlamıştık 21. yüzyıl için. Uzay gezintilerinden, hareket
etmeksizin seyahate; sınırsız, her duyuya hitap eder
iletişimden, hap boyutlarına indirgenmiş, zahmetsiz beslenmeye
kadar... Oysa çoğumuz hâlâ bakkaldan aldığımız ekmeğin etrafında
kurulan kahvaltı masalarında izlediğimiz televizyonlardaki
kurgu-bilim filmlerinde görüyoruz o sahneleri. Aslında, mahdut
sayıda beşer için, çağın "o" nimetlerini yaşamak hayal değil,
ama âdetlerinin getirdiği rehavet içinde "armut piş, ağzıma düş"
havasındaki çoğunluk, daha uzun bir süre değişim namına, sadece
Yeni Türk Lirası' na talim etmek zorunda kalacak galiba.
2005 yılının kapalı kutusu
için birkaç tahmine birlikte geçmeden evvel, isterseniz 2004 ve
daha önceki senelerin muhasebesini kendimizi kandırmadan,
objektif gözlerle yapalım. Neler ummuştuk, neler bulduk ve
bulduklarımızı ne yönde değerlendirmeyi seçtik? (Ya da bizim
için seçilenleri ne ölçüde seyredebildik?..)
Muhtemelen bizlere,
yaşandıkları an itibarı ile etkin duygular hissettiren vakaların
hemen hepsi, bugün sadece "seyri hoş, gerisi boş" birer fotoğraf
karesi gibiler. Eğer acı-tatlı, sevinçli-hüzünlü baharatlarından
arındırabilmiş isek (ki "zaman" bunu genellikle bizler adına pek
güzel becerir.) belki de "Bugünkü aklım olsa idi, o noktada öyle
bir havaya kapılmaz, şöyle şöyle davranırdım" diyeceğiz. Ama,
pişmanlığın hiç lüzumu yok. Belli ki "bugünkü aklımız" başımızda
iken daha çok günler var yaşayacağımız. Hem bugünkü aklın ortaya
çıkışına veya etrafındaki kirlerden durulanmasına vesile o
olaylar değil mi idi? Biraz olsun ders alabilmiş isek...
Dün yaşananlar açıkça
gösteriyor ki, yarın yaşanacaklardan çok daha önemlisi,
yaşayacak olanların, gören gözlerin, işiten kulakların ve
düşünen beyinlerin o olaylara yükledikleri anlam olacaktır.
Seyir, hep seyredenin etrafında kurulur. Hatta, seyreden
olmadıkça seyredilenin varlığından dahi söz edilemez. Hele bir
de kendi seyirgâhındaki perdeleri kaldırıp o haliyle seyretmeyi
dilemiş olsun.
Dünün getirdikleri, bugüne
bir ayna olabilir mi? "Bulutları gördüğünüz vakit, yağmurun
yağacağını anlarsınız" diyen İsa a.s.'a kulak verecek olursak
elbette... "Kill your idol" (putunuzu/tanrınızı öldürün) dediği
halde, bugün büyük bir kesimin kendisini "yaşayan tanrı" olarak
beklediği "Zat"... Açtığı gerçekleri kendileri kadar
algılayabilen pek çok kişi tarafından beklenen, görev
titizliğinde propagandası yapılan, hatta ineceğine inanılan
yerlerin temizlenmesine (!)çalışılan yüce insan... Mistik
verilerde, insanlardaki büyük bir yanlış anlamayı düzeltmeye
geleceği belirtilen Hz. İsa, hakikâtin dili olarak söylemeye
başladığı zaman, onu duyacak kulaklarımız acaba hazır mı?
Dönelim, önümüzde boş
sayfalar gibi bekleyen 2005 senesine...
Bu yıl muhtemelen, bir
çoğumuzun en en güzel, en mutlu yılı olacak.
Bir kısmımızın en kaos
dolu, anlaşılmaz senesi olabilir.
Bir bölümümüz için
sıkıntılarla, felaketlerle dolu bir dönemdir.
Hatta 2004' ün son
nefesinde, bizimkilerden değersiz olmayan çeyrek milyon yaşamı
süpüren "Tsunami" dalgaları misali, bu yılın takvim yaprakları
dünyadaki son günümüzü işaret ediyor da olabilir.
Gerçek şu ki, olacak
olanlar bir boyuta nisbetle çoktan olup bittiğine göre, insana
düşen; benliğini bütünsellikten, isminin pamuk ipliğinden mamül
harfleri ile ayıran kibrini, duygularını, değerlerini bir kenara
koyup içinde bir yerlerde bildiği şeye hazır hale gelmesi. Belki
zaten yaşadığımız, hep gözümüzün önünde ve içinde olan gerçeğin
değerlendirlimesi. "İster idim Allah' ı buldum ise ne oldu?"
sözleri ile yalın bir gerçeğe işaret eden Hak Erenlerden Yunus
Emre, o hali nasıl yakaladığına bir örnek olarak aynı eserin
başka bir bölümünde şöyle diyor:
Erenler meydanında,
Yuvarlanır top idim.
Padişah çevgeninde,
Kaldım ise ne oldu?
Şöyle veya böyle
harcadığımız, değeri hep geç fark edilen ömür sermayesinin bu
yılını da kendimizi doğru dürüst tanımaya, gerçekleri salt
biçimde algılamaya ayırmak için kullansak, herhalde boş şeylerle
uğraşan bir müsrif sayılamayız.
Öyle ise bu paha biçilmez
sayfaların takipçileri olan insanlar için 2005 senesi:
Bir anlık uyanışın
neticesi, veri tabanına vakit kaybetmeden kaydetme telaşı ile
belki bir çırpıda okunan; kapları kara, içleri aydınlatan
kitaplara samimiyetle geri dönmek için iyi bir yıldır.
İstanbul -
04.01.2005
http://sufizmveinsan.com
|