Açgözlülüğümüzü Yansıtan Aynalar


Boşluğu keşfetmek, enerji üretmek, televizyonu daha parlak ya da soluk görmek... Hepsi görünmez fotonlara bağlı.

Ayna kıramazsınız. Yoksa, yedi yıl boyunca ne kadar bela varsa sizi bulur! Hiç kuşkusuz boş inanç bu, ama hurafeleri haklı çıkaran yanları yok değil. Ayna sayesinde kendimizi daha iyi tanıyor, görüntümüzden yola çıkıp, içselleştirilerek ruhsal ortama taşınan yepyeni bir kimlik inşa ediyoruz. Ancak dışa dönük görüntüleri de yansıtıyor aynalar: yıldız ışığını hasat ediyor, karanlık sokakları aydınlatan lambaların ışığını yansıtıyor, lazer gibi özel ışıkların üretilmesini sağlıyor. Hatta, optik bilgisayarların çalışmasını bile sağlıyor.

Peki bir ayna nasıl işlev görür? Aynalar, türüne göre, her türlü ışınımı toplayıp yeniden yayınlıyor. Biz buna ışığın yansıtıcı yüzeye düşme açısı ve yansıma diyoruz. Gözümüz birer düşük kazançlı ayna gibi davranan nesnelerden seken ışığı topluyor. Dış dünyanın merceklerden geçerken ters dönen görüntüsü, bir fotoğrafçının karanlık odasını andıran gözyuvarının arka çeperine düşüyor. Buradaki üç ana rengi ve gri tonları algılayan hücreler, ışığa tepki vererek elektrik sinyalleri üretiyor. Sinyaller optik sinirler aracılığıyla beyne yollanıyor. Beynimiz, görüntüyü işleyerek duyu verisi olmaktan çıkarıp tekrar tersyüz ediyor ve bir algı haline getiriyor; dolayısıyla, nesneleri baş aşağı görmüyoruz.

Aslında, yansıtıcı yüzeylerden yansıyan ışığı gördüğümüzde sanal görüntüler elde etmiş oluyoruz. Bu, yanılsama değil; çünkü gören gözlerimiz ayna gibi ışık yansıtmıyor, ışıktan kaynaklanan bir enerji üretmiyor. Sadece, duyumsadığı ışığı sinyaller aracılığıyla beyne iletiyor. Nitekim, sinema salonlarında kullanılan projektörler ışığı üretiyor ve perdeye yansıtıyor. Böylece, ekrana yansıyan görüntünün enerjisini ısı ölçen aygıtlarla saptayabiliyoruz. Evet, gözümüzün ağtabakası da bir çeşit ekran sayılır; ama, projektörler filmi yansıtmak için ark lambaları kullanıyor. Gözle gördüklerimiz ise, bizden bağımsız ışık kaynakları sayesinde aydınlanıyor. İşte bu yüzden, sokakta gördüğümüz insanlar için elektrik faturası ödemediğimizi söyleyebiliriz. Bedenimizin işlevini yerine getirmesi için harcadığı enerjinin yanında, görmek bedavaya geliyor.

Ayna insanlığın antik gelenekleriyle yakından ilişkili. Örneğin, bir ölünün çıktığı evdeki aynaları örtenler var. Eskiden beri, insanın aynadan yansıyan görüntüsü, ruhumuzun yansıması olarak kabul edilmiş. Eski dönemlerde, henüz gömülmemiş ölülerin hayaletlerinin aynalara girdiğine ve aynalı evde bulunanların ruhunu çaldığına inanılıyordu. Ayna kırmak, insanların ölümsüz ruhlarına zarar verdiği için uğursuz sayılırdı. Günümüzde, özellikle çağcıl toplumlarda ve bilimsel kafa yapısına sahip olanlar arasında, kırık aynanın uğursuzluk getirdiğine inananların sayısı az. Ancak, psikologlar için ayna simgesel anlamlarını yitirmedi. Onların yorumlarına göre, insanın aynadaki yansıması, çok iyi tanıyıp varlığını inkâr ettiğimiz gizli eşey kimliğimiz. Araştırmalar, özellikle iki-üç yaşlarındaki çocukların aynadaki görüntülerine özel ilgi gösterdiğini ortaya çıkardı. Aynadaki yansımalarına bakarak, birer birey olduklarının bilincine varıyor ve kendilerine özgü farkındalıklar geliştiriyorlar.

Büyük olasılıkla, insanın yansımasına bakarak kendi kimliğini tanımaya çalışması doğuştan gelen bir dürtü. Tarihöncesi kültürler, donmuş lavdan katılaşan, çok sert obsidyen taşlarını topluyor, birbirine sürterek cilalıyor ve parlatıyordu. Böylece, kaba saba aynalar elde ettiler. İlk metal aynaları ise eski Mısırlılar icat etti. Bunlar tunçtandı ve kulpları vardı. Geç Ortaçağ'ın sonlarında yaşayan vitraycılar, yeteri kadar saydam billurlar üretip, metal yüzeyleri kaplayarak paslanmaktan korumayı becerdiler. Günümüzün ev aynaları silisyum ve kalsiyumla kaplanıyor. Çok saydam silisyum ve kalsiyum billurları içeren cam, özel fırınlarda 1.500 derecede fırınlanıyor, ince bir tabaka halindeki yufka gibi açılıyor. Daha sonra, yavaş yavaş soğumaya bırakılıyor. Cam hazır olunca, arka yüzeyi gümüş ya da alüminyumla kaplanıyor. İyice saflaştırılmış bu metaller, vakumda buharlaştırılarak camın yüzünde yoğuşturuluyor. 1 metrekarelik aynaya 1,2 gram gümüş yetiyor.

Aynı işlemle, teleskop gibi son derece karmaşık ve duyarlı uzmanlık aletleri de üretiliyor. Tek fark, teleskoplarda arka yüzeyin değil, ön yüzeyin metalle kaplanması. Kapak işlevi gören cam yüzey, ışığı soğurup düşme açısını hafifçe büküyor. Ev aynaları için gözden çıkarılacak bozulma, profesyonel kullanımda gerçek bir baş ağrısı haline geliyor. Yüksek isabetlilik ve keskin görüş gerektiren bir teleskopun ihtiyaç duyduğu aynalar özel yapılıyor. Önceden fırınlanmış cam-seramik ayna tabakası gümüşle kaplanıyor. Karbonoksit ya da magnezyum florürle kaplanan metalin kararması önleniyor.

Ayna teknoloji dünyasında da kullanılıyor. Texas Instruments'in çok küçük aynalar yerleştirerek ürettiği çip, bunun en güzel örneklerinden. Bu çip televizyonlarda kullanılacak. Böylelikle, televizyon sinyalinin kalitesini (enerji çıktısı ve maliyetini) artırmadan yüksek çözünürlüklü görüntüler elde edilecek. Bir tırnak büyüklüğündeki bu parçayı televizyon ya da projektörlere yerleştirdiğinizde, 500.000 noktadan oluşan üstün görüntüler oluşuyor. Bugün standart bir bilgisayar ekranında, 32 bit renk derinliğinde tanımlanan (on milyonlarca renk) 786.432 noktacıktan oluşan resimler elde edildiği düşünülürse, televizyon için büyük bir ilerleme. Çünkü bilgisayar ekranları ufak, ama televizyon ekranları büyük ve rahatlıkla seçilebilen filtre noktalarından oluşuyor.

Ayna Göller

Neden saydam su bazen ayna gibi davranıyor? Bunu moleküler yapısıyla açıklamak mümkün. Öncelikle ışık, su yüzüne değmeden aşağıya geçemiyor. Görünür ışığı oluşturan dalga-tanecik kuvantası fotonlar (basit deyişle, tanecikler), sıvının yüzünden sekiyorlar. Çünkü, su moleküllerine çarparak yansımaları oluşturuyorlar. Böylece, ırmakta köprünün, bir gölde civar dağın yansımasını görebiliyoruz. Ancak, fotonların büyük kısmı sudan düşme açısını değiştirmeden (sekmeden) geçiyor: Moleküller, hatta atom çekirdekleriyle elektronlar arasında büyük boşluklar olduğundan, fotonların önü açık sayılır. İşte bu nedenle, sadece belli açılardan baktığımızda sudan yansıyan ışığı görüyoruz. Doğrusu, sudan seken az sayıdaki fotonu (ışığı) başımızı eğerek konumunu değiştirdiğimiz gözlerimizle yakalıyoruz. Bu da gözlemcinin gözüne varacak ışığın yansıma açısına bağlı.

http://www.focusdergisi.com.tr/bilim/00155/

Osman Çakmak
osmancakmak@zaferdergisi.com
30.12.2003
http://gulizk.com


Üst Ana sayfa e-mail