Allah
güzeldir, güzeli ve güzelliği sever. Allah iyidir, iyiliği
sever.
Bütün Nebiler, Resuller,Veliler, İnsanı Kâmiller insanlığa
iyiliği tavsiye etmek ve kötülüklerden insanları sakındırmak
için gelmişlerdir.
İnsanlar
Allah’ın verdiği nimetlere, sıhhatte, zenginliğe karşı
şükrünü eda etmekten aciz olsalar bunu yapmaya çalışmalıdır.
Şükrün makbul olanı da kanaatimizce, bu nimetlere şükür;
tesbihi eline alarak “Allah’ım verdiğin bunca nimetlere şükür,
şükür, şükür...” diye zikretmekten daha önemlisi
“Allah’ın sana verdiği sağlık için en güzel şükrünü
hastanelerde hasta olan Allah kullarını ziyaretle onların
ihtiyaçlarını görmek; verdiği zenginliğin şükrünü
ihtiyaç sahiplerini tesbit edip onlara yardım etmekle, diğer
nimetlerin de şükrünü fiiliyata dökerek yapmaktır, işte o
zaman sana verilen nimetlerin şükrünü eda edebilirsin.
Bunu
yaparken dikkât edilmesi gereken husus, onların ihtiyaçlarını
görürken teşekkür ve dua beklememek, veren el alan elden hayırlıdır
değil, alan da veren de
Hakk’ın elidir düşüncesiyle hareket etmektir.
Böyle olunca ne veren, kendine bir böbürlenme, ne de alan,
bir utanma hisseder.
Hiç yapılmaması gereken şey de başa kakmaktır. Bu, yapılan
bütün iyilikleri kanaatimizce silip süpürür, hatta belki
eksiye bile geçirir insanı.
Bunu
unutmamamız için bir hikaye ile zenginleştirelim ki, hatırlarda
kalsın.
Zamanın birinde Bodrum nüfusu henüz iki yüz üç yüz kişi
iken, Bodrum’a yaya olarak bir iki saat uzaklıkta olan Torba
mevkiinde yaşayan bir ağa ve o köydeki beş on hane evde yaşayan
on beş yirmi kişi varmış.
Fakirler
geçimlerini odunculukla kazanır, hafta içinde yaptığı
odunları Bodrum’un sebze pazarı olan cuma günü
merkepleriyle getirip satarlar ve kazandıkları beş on kuruşla
da evlerine bir şeyler alır, cuma namazını kıldıktan
sonra, köylerine merkepleri ile geri dönerlermiş.
Tabi ağa da cuma günü gelir, Bodrum’dan ihtiyaçlarını alıp
o da akşama köye atı ile geri dönermiş.
Bir
Cuma, ağa atına atlar, hem Cuma namazını eda etmek, hem de
alışverişini yapmak üzere Bodruma gelirken yolda iki köylüye
rastlar selam verir ve sohbet ede ede Bodrum’a doğru yol alırlar.
Fakat mevsim kıştır, birden bire şimşek çakmaya ve gök gürlemeye
başlar, derken yağmur yağar. Ağa tedariklidir, hemen bir şemsiye
çıkarıp yağmurdan korunur .
Tabi bu ağayadır, iki yedek şemsiyeyi de köylülere verir.
Yağmur iyice bastırır.
Ama, köylüler de ağa da şemsiyelerin altında olduklarından
rahat rahat, ıslanmadan ve sohbete devam ede ede giderlerken, ağa
köylülere dönerek “yahu” der “şu benim şemsiye
olmasaydı sizin haliniz nice olurdu!”
Köylüler, “haklısın ağa, vallahi sıçana dönerdik”
diyerek ağaya teşekkürle yola devam ederler . Aradan biraz
zaman geçer ama yağmur dinmez, ağa yine köylülere dönerek
aynı şeyleri söyler : “Şu benim şemsiye olmasaydı sizin
haliniz nice olurdu!”
Köylüler biraz kızarlar, ama ağaya belli etmezler ve yine teşekkür
ederler.
Ağa beş dakika sonra aynı sözleri tekrarlar . Köylüler artık
çileden çıkmış, ağanın bu yaptığı iyiliği başlarına
böyle on beş dakikada üç defa kakmalarını hazmedemezler.
O esnada da Bodrum’a on dakikalık mesafede olan Yokuşbaşı
Gölü’nün yanına kadar gelmişlerdir.
Ağaya:
“Sevgili
ağamız sen hele şu şemsiyelerini bir al”
derler
.
Şemsiyeleri ona verdikten
sonra,
köylüler
de
kendilerini
gölün içine atarlar ve
gölden
sırılsıklam çıkıp
ağaya seslenirler :
“Ey
ağa eğer senin şemsiyen
olmasaydı bundan daha kötü
olmazdık
ya!”
Bodrum
- 07.05.2002
http://sufizmveinsan.com
|