Şimdi,
diyeceksiniz bu soru da nereden çıktı? Hem oyunculuk hem de antrenörlük
hayatım boyunca en çok duyduğum sorudur. Muhakkak bir arkadaşım
ya da öğrencim, bir çay muhabbetinde bu ölümcül soruyu sormuştur.
Şimdi çık işin içinden... Cevap veremesek, kekelesek diyecekler
ki “Yıllardır oynuyor, bir de üstüne üstlük hoca bile olmuş;
ama kem küm cevap veriyor.” Tabii karizma anında gidecek... Öbür
taraftan uzun uzun anlatsam, kelimeler kifayetsiz kalacak. Anlayacağınız
aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. Kimse de
anlamaz.
Akşam elektrikler kesikti, çalışamadım bu konuya:)
Aslına
bakarsanız ben de kendime bu soruyu onlarca kez sormuşumdur. Peki
cevap verebilmiş miyim ?
Evet, aslında bu sorunun birçok cevabı vardır, ama bence ilk
maddesi SİSTEM'dir. Biz Türklerin, her işte olduğu gibi sporda da,
sistem kurma ve organizasyon
yetenekleri muazzamdır... Tabii bunların içinden belli bir azınlığı
ayrı tutmak gerekir.
Aklıma gelmişken sorayım: Acaba biz hangi gruptayız ??? :)
Evet, lafı yeterince uzattık; şimdi gelelim sadede. Türkiye’de
tenisin popüler olması, son on -on beş yıla dayanırken, aslında
tenis 1920'lerin başlarında sadece İstanbul'da da olmamak kaydıyla
Anadolu'nun çeşitli vilayetlerinde oynanır haldeydi. 1930-1940’
larda bizim dört silahşörlerimiz Baba Suat, Şirinyan, Sedat ve
Mehmet Parkan’ın hem Türkiye'de hem de Avrupa'da bir çok başarıları
olmuştur. Özellikle 1935 yılında Sedat ve Şirinyan, Balkan Şampiyonu
olmuşlardır.
Şu anda televizyonda zevkle seyretmiş olduğumuz Roma Turnuvası’nda
Şirinyan, turnuvanın 3.turunda
o turnuvanın da şampiyonu olacak Avustralyalı Patterson'a zorlu
üç sette yenilmiştir. 1960’lara geldiğimizde ise bir Nazmi Bari
gerçeği vardır. İmkânsızlıklar içinden gelerek sayısız Türkiye
şampiyonluğu ve enternasyonel birçok turnuvada dereceleri
bulunmaktadır.
Ve gelelim günümüze... Evet; yukarıda saydığım başarılar,
tenisin bir amatör spor olduğu dönemlerde, şampiyonların milyon
dolarlar kazanmadığı, sadece kendileri ve birkaç hayranı için
oynadıkları, toplumda daha çok bir statü kazanmak amaçlı çabalardı
ve bu o zamanın önde giden değerlerindendi... Yani anlayacağınız,
daha o zamanlar tenis bugünkü gibi duygusal amaçlı (para,para ve
yine para) oynanmamaktaydı, ama 1980'lerden sonra tenis başlı başına
bir sektör olmuştu artık. Şampiyon tenisçiler, evlerinin arka
duvarında topa vurarak tenisi öğrenmiyorlardı. Herşey bir sistem
içinde geliştiriliyordu. önce devlet tarafından bakarsak; devlet
spora, spor olsun diye değer vermiyordu; ciddi fonlar ayrılıyordu.
O zamanın Batı Almanya'sının sadece spora ayırdığı bütçesi,
Türkiye'nin en büyük 4-5 bakanlığından fazlaydı. Tabii
Amerika’dan bahsetmek bile istemiyorum, aman moralimiz
bozulmasın :)))
Bu sadece finansman tarafı; tabii para olunca neler yapılmaz ki? Düşünün
bir kere, yüzlerce açık-kapalı tenis kortu, antrenör yetiştiren
üniversiteler ve son olarak da bunun karşılığını (maddi-manevi)
alacağını düşünen aileler.
Örneğin; Türkiye'deki futbol gerçeğinde olduğu gibi... Yetmişime
geldiğimde görebilir miyim acaba :) Nerdeeeeee!...
Önce
antrenörler konusuna değineceğim. Ne de olsa ben de tenis antrenörü
olduğum için, bu konuda yeterince derdim var. Son beş-on yılda
kalifiye antrenörler yetişmeye başlasa da, bundan öncesinde ve
tabii ki şimdi de tüccar olanlarının
sayıları da yadsınmayacak kadar fazla. Böyle tüccar hocaların
standart birkaç sözü vardır:
''Aç raketini, dizini kır, topa iyi bak, güzel...” ve
son olarak bitirici cümle: “PARALAR lütfen!..'' yetmez mi?..
Keşke
herkes işini, daha dürüst ve mesleğinin genel ahlaki ve bilimsel
ilkelerine uyarak yapsa... Biraz hümanist olsa yetmez mi??? O zaman
ne ucuza çalışan Romen’i ne de Rus'u gelir ve bulunmaz Hint kumaşı
olurlar.
O
zaman antrenör arkadaşlar, çuvaldızı kendimize batıralım ve
acil tarafından kendimizi düzeltelim. Yoksa memlekette Türk antrenör
kalmayacak :)
Gerçi
biraz yukarıda bahsettiysek de, finansman ve yerel belediye
ilişkisi konusuyla yazımızı bitirelim:
Şu anda denemesi bedava... Cebinizde para var ve vatana millete hayır
olsun diye tenis sahası yapacaksınız. Sadece bunun için herhangi
bir belediyeden, erkekseniz boş bir alan isteyin. Mazallah bürokrasi
gerçeğiyle karşılaşabilirsiz... Hadi adamınızı buldunuz ya da
daha şanslısınız, babadan kalma arsanız var; kapalı kort yaptıracaksınız,
aaaaa hiç o kadar kolay olur mu kapalı alanı yaptırabilmek? Zaten
tenis dediğin spor da temiz ve bol güneşli havada oynanır :)
Burada her şeyin gereği düşünülmüş; sizin boşuna bir şey
yapmanıza gerek yok. Kışın da tenis oynamayıverin canım. Artık
her şeyin sanalı da var zaten, nette tenis oynayıp rakiplerinizi
yenersiniz.
Agassi de kimmiş!
Erkekse çıksın bir karşıma da basarım Ctrl-Alt-Del görür gününü
:)
Yine bir başka yazımda görüşmek umuduyla, herkese iyi günler :))
Alper
DURU
Tenis Antrenörü
İstanbul - 01.10.2001
http://sufizmveinsan.com
|