İndirgeyici, her şeyi belli davranışlarla ve nurtürel/kültürel etkileşimlerle izah etmeye çalışan yaklaşımlardan uzak durmayı dâima tercih ederim. Mes’elenin evrimsel yönüne baktığımızda, tâ sürüngenlik aşamasından itibâren toplumsal başatlığın erkeğe geçtiğini, kültürü taşıyan ve yeni dünyaya gelen bireye öğretenin de dişi olduğunu görürüz. Evrimsel anlayışa göre, bu gibi davranış örüntüleri, doğal ayıklanma süreci içerisinde Jung’un collective unconscious ismini verdiği, sonradan filogenetik psişe denen ve tevarüs edilen genomumuza işlemiştir.

Yâni, erilliğin bireysel ilişkideki dominansı, dişilliğin de pasivitesi, keza en sağlıklı erkeğin (genetik sıhhatliliği ve Kaynak Tutucu Potansiyeli en yüksek olan) diğerlerini erkekler-arası saldırganlık ve rekabet modeliyle uzaklaştırıp haremini kurması örüntüsü en üst primatlara kadar bütün hayvanlarda mevcut. Bunların evrimsel-arketipal modüller hâlinde doğuştan getirildiği, kültürel etkilerin de bunların pekişmesine veya engellenmesine yol açtığı noktasından hareket edersek, homo sapiens sapiens, içgüdüsel dürtülerine karşı çıkabilen ve kültürel evrimini doğal-biyolojik evriminin önüne geçiren tek yaratık. Bu da, hemen hepimizi, sürekli bir şizo-paranoid, zaman zaman da depresif pozisyonda tutmaktadır. Bu pozisyon, bizi sürekli olarak yeni intibaklara (adaptasyonlara) zorlar.

Feodal toplumlarda bu kalıtsal malzemenin en çiğ davranışsal-kültürel izdüşümünü görürsünüz: Kızlık zarının kutsallaştırılması bile başat erkeğin (bey) ilk gece hakkı (Bey Hakkı) töresinden gelen kültürel bir artefakttır (veya değildir, tercihe göre...). Varlığın paylaşımı ve bireysellik paradigmalı Batı tarzı hayat geliştikçe, insanın doğasına aykırı olarak, tek-eşli modele geçilmiştir. Bu geçişin doğruluğu veya yanlışlığı değil, bir fiilî durum olarak varlığıdır önemli olan; evrimsel psikiyatri konulara böyle bakar.

O zaman da, mes’ele, bunun doğru veya yanlış mı olduğu şeklindeki moralist tartışmaya değil, varoluşsal ve bilimsel geçerliliğine dönüşür (kapsamlı sıhhâtine: inclusive firness) ve kazandırdığı toplumsal ilişki ve dayanışma zenginliğine (izafî kaynak tutucu potansiyeline) gelir dayanır. Tek eşlilik ve sadakât kavramları belli bir cemiyet için bu sosyal antropolojik zaruretleri besliyorsa ve karşılıklı diğerkâmlığı (karşılıklı özgecilik: reciprocal altruism) arttırıyorsa varlığını sürdürür ve yaşar, besleyemiyorsa ortadan kalkar ve tarihin tozlu ambarlarına gömülür.

Örnek mi? Tibet'te hâlâ poliandri vardır çünkü üretken erkek nüfusu kadınlara göre çok azdır. Bu vâkıayı ödipal çatışmalarla, sağ memenin daha iyi olmasıyla filân açıklamak abesle iştigaldir. Hemen bütün Ortadoğu ve Doğu âleminde yaygın olarak varlığını sürdüren, yasalarla ne kadar yasaklamaya kalksanız da, Türkiye'nin Orta Anadolu'sundan daha Doğusu'nda mevcut olan poligami de böyle. Olaylara kendi ahlâkî tercihlerimizle bakıp yaftalamamaya, altlarında yatan çok yönlü süreçleri deşmeye mecburuz. Yoksa, yaptığımız şey bilim değil, -en iyimser ifâdeyle- edebiyat olur, konu mistifiye edilir.

Son bir not: Evrimsel bakış açısına göre “en doğru” diye bir kavram (concept) da, mefhum (notion) da yoktur. Her şey izafîdir ve zaman içerisinde değişecek, evrim içindeki yerini alacaktır.

İstanbul - 22.07.2001
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail