Bu; mevzuların en mühimidir. Zira Allah hukukuna taalluk eden mukaddes hakların başta gelenidir.

Duada:

1) Allah’tan başkası merci' ve muhatap ittihaz edilip müracaat ve  dua edilmez.

2) Müracaat ve dua edilirse, Allah’a şirk koşulmuş olur. Şirk koşmak küfürdür.

3) Her şey Allah’tan istenir. Her isteme, bir dua ifade eder.

4) Dua, yalnız namaz sonlarına veya belli başlı mevzulara ve muayyen hal ve vakitlere inhisar etmez. Dua; tahdit kabul etmez. Tahdit fikri, büyük hatadır. İnsanın Allah’tan müstağni kalabileceği bir an tasavvur edilebilir  mi ki dua tahdit edilsin.An vardır, insan halinden memnundur. Hemen Allah’a şükretmesi lazımdır. İşte bu bir duadır. An vardır, insan halinden memnun değildir. Hemen Allah’a iltica ve istimdat etmesi lazımdır. İşte bu da bir dua vesilesidir. An vardır, insan günahkârdır. Hemen af dileyerek Allah’a iltica etmesi, istiğfar etmesi lazımdır. işte bu da bir duadır. An vardır, insanın gönlünde bir muradı belirir, husulü için hemen dua etmelidir. işte bu da bir dua vesilesidir. An olur, insan bir aksiliğe uğrar, bir müşkülatla karşılaşır. An vardır insan rahatsızdır. An olur, insan ani bir tehlike hisseder. An olur, insan iftiraya, haksızlığa uğrar; gün olur, bir mahkemeden bir imtihandan geçer, işte bu gibi her şey dua vesilesidir. Hatta en ehemmiyetsiz bir şeyini, mesela nereye koyduğunu unutup arayan kimse dahi: “Allah’ım senden dilerim kaybımı bulayım” der ve bu müracaatı pek yerinde olur. Zira Allah ister ki, biz kendimizin ne kadar zavallı aciz ve AIIah’ a muhtaç olduğumuzu pek iyi bilelim ve her vesile ile bu hakikâti Allah’a izhar edelim. Ve her vesile Allah’a teslimiyetimize amil olsun. Ve her şeyde yalnız ona güvenelim yalnız ondan isteyelim ve ne beklersek ondan bekleyelim.

Allah insan değil ki, bizlerden bıksın usansın, sık müracaatlarımızdan rahatsız olsun. Bilakis Allah; kendini yegâne iltica ve müracaat yeri bilen kulundan hoşlanır. Her an her vesile ile kendine teveccüh ederek söz söyleyen kulunun güven ve teslimiyetinden memnun olur. Ve o kul da iyi bilsin ki, bu sık sık iltica ve dua ve hamdüsena vesileleri, ona bütün gününü ibadette geçirtmiş olur. Ve o; Allah’ın istediği gibi Allah’ın kapısına sımsıkı sarılmış, bağlanmış, teslimiyetkâr bir kul yani halis bir Müslüman olur.

Yalnız ne yazık ki, bazı kimseler bu hakikâtleri bilmezler. Bilmedikleri için de her dua fırsatını kaçırırlar. Dualarını ya namaz sonlarına veya müstesna hallere hasrederler. Ve o zamanlarda da kendiliklerinden dua etmezler de başkasından öğrendikleri ezberledikleri bir duayı okurlar. Onlar zannederler ki dua; âlimlerin bileceği, ediplerin tertipleyeceği güç bir şeydir. imdi bir şey bilmeyenlerin dili duaya müsait değildir. Ve duada ne söylenir, ne söylenmez iyice bilinmezse günaha girilir. Halbuki bu fikirler ne kadar yanlıştır. Tamamiyle hatadır. Ne kadar cahil olursa olsun, herkesin dua etmek hakkıdır. Dua ihtiyaç ve zaruriyeti, herkes için kat'idir. Bir insan samimiyetle zihnini, yüreğini Allah’a verip bir şey mırıldansa da, hatta abuk sabuk şeyler söylese de, o yine adamına göre edilmiş bir duadır. Zira, Allah kulunun yüreğinde olanı, zihninden geçeni bilir, ne demek istediğini anlar. 0 zihin,o yürek, Allah’a karşı samimi ve halis ise; her şey yerindedir. Hatta dili tutuk bir insan yüreğini Allah’a verip avuçlarını açıp dursa dahi dua etmiş olur. Allah onun ne demek istediğini, hatta ne demek isteyeceğini bilir, elverir ki yürek Allah’a halis olsun.

Yeni söz söylemeğe başlayan iki yaşındaki bir çocuk annesine nasıl yüreğinden ağzına gelen sözleri geldiği gibi söylerse; bir şey okumamış, işitmemiş olanlar da aynen o haldedir ve öyle söylemelidir. İçlerinden ne gelirse onu Allah’a söylemelidir. Madem insan bilgisizliği ile haklardan mahrum ve tekliflerden hariç olmaz; o halde hal-i hazırı ne ise o halde dua etmelidir. Allah’ın ondan istediği onun yapabileceğinden ibarettir.

Mesnevi-i şerifte meşhur bir çoban kıssası vardır:

Bir çobanın dua hakkında bilgisi yokmuş, fakat Allah’a muhabbeti, iştiyakı varmış, bütün arzusu Allah’ı görmekmiş, dua olarak Allah’ı davet eden sözler söylermiş: “Allah’ım seni özlüyorum, görmek diliyorum yanıma gel bak sana neler vereceğim, sana ne hizmetler edeceğim, sıcak süt içireceğim, gömleğini yıkayacağım” gibi sözler, söylermiş. Bu samimi sözler, Cenab-ı Hakk’ın gücüne gitmezmiş, bilakis çok hoşuna gidermiş. Hatta çobanın böyle söylediğini işiten Hazreti Musa’nın  çobanı ikaz etmesi ve çobanın şaşalayıp susması üzerine Allah, Hazreti Musa’ya:   “Ne istedin de bu sevgili kulumun şevkini kırdın!” buyurmuş.

İşte hakikat böyledir. Ve bu çok yerinde bir örnektir.

Bodrum - 08.10.2002
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail