Bir dönem
değişik ortamlarda tanıştığım insanlar bana hep şu tarz soruları
sormuşlardır:
Hiç
sevgiyi yaşadın mı? O duyguyu tattın mı? Bilir misin?. Bu tarz
sorular, karşı cinse duyulan ilgi anlamında da sorulmuştur,
yaratılan her şeye ayırt etmeksizin sevgi besleme anlamında da
dile getirilmiştir. Sorulan soruların belirli aralıklarla
yinelenmesi bazen kendimde sevgi hissinin varlığı ya da yokluğu
noktasında şüphe dahi uyandırmıştır diyebilirim. Sanki
karşımdaki insanlar bu hissi yoğun olarak yaşamaktadırlar,
şahsımda ise bu hissin yokluğunu müşahede ederek bunu adeta
yüzüme vurarak belirtmek istemektedirler diye düşündüğüm bile
olmuştur. Bu tarz düşünceler de kendimi, bir tür empati
yöntemiyle, sevgisizliği yaşayan insanların yerine koymamı
ve onların ruh hallerini kendi kişiliğimde sezinleyip
yaşamamı sağlamıştır deneme amaçlı da olsa.O süreç içerisinde
gerçekten çok karamsar ve oldukça karanlık bir dünyada
yaşadığımı söyleyebilirim. Çünkü yaşam, sevgi hissinin yoğunluğu
nispetinde anlam kazanıyor ve aydınlanıyor. Yaratılan her şeye
katıksız beslenen sevgi insanı yüceltiyor.
Bir
de sevginin ileri aşaması var ki adına aşk deniyor. Büyük gönül
insanlarının zirve düzeyde yaşadığı bir aşkın hal. Belirli bir
aşamadan sonra tutku haline geliyor insanda tıpkı Hazreti
Mevlana’da olduğu gibi. Gönül aleminde yeşerip büyüyerek sürekli
gelişen bu ulvi his, gönlü mekan kılıyor kendine. Gönül, bu
eşsiz hazineyi bağrında taşıyor.Derinliklerinde muhtaciyet
olgusundan münezzeh bir güzelliğin aynasını barındırıyor.
Samediyyet aynası dediğimiz bu aynadan yansıyor tüm feyiz ve
güzellikler. Aşk bu güzelliklerin en önde geleni belki de. Aşk
asla sınır ve sınırlılık kabul etmiyor. Her şeyi kapsamına
alarak kuşatıyor. Sonsuzluğa sürekli kanat çırparak ilerliyor.
Sevgi gerilerde kalıyor artık. İkilik kalkıyor. Aşkın kaynağı
olan mutlak güzellik, kendi aynasında kendini seyrediyor
zamansız ve mekansız olarak ve bizatihi kendi zati güzelliğine
aşık olarak. İşte aşkın bu sınırsız özelliği bize sevginin bir
mecaz olduğunu ve asıl hakikatin kendinde gizli olduğunu
hatırlatıyor. Tıpkı Hak dostu Hazreti İbrahim’e hatırlattığı
gibi. Güneşin zevale meyletmesi gibi, zevalde gurub eden(ölüme
doğru yol alan) fani varlık oluşumlarına perestij edenleri ve
geçici suretlere bağlananları şiddetle ikaz ediyor. Sınırsız
güzelliği sınırlı varlıklarda arayarak sınırlandırmayın diyor
sessiz sesiyle her an bizlere. Batarak gözden kaybolan bir güneş
misalinde olduğu gibi batarak kaybolan bir sevgili güzel
olabilir mi ve güzel addedilebilir mi sizce?. Zevale mahkum olan
bir yaratılmış, güzel olabilir mi?. İmkansızdan söz ediyorsunuz.
Çünki sonsuz aşk için yaratılan ve Samed (Sırf ) olan mutlak
güzelliğin yansıtıcısı olan gönül, sınırlı ve sınırlandırılmış
bir sevgiye değil, sınırsız aşka layıktır ve ona mahsustur. Ey
güzelleri güzelleştiren güzel! Sen her şeyden güzelsin.
“Sen hiç sevgiyi yaşadın mı?” diyenler. Seslenişim sizleredir.
Lütfen artık bu anlamsız sevdadan vazgeçin.Ve lütfen, ne suretle
olursa olsun sınırsız aşkı hiçbir surette sınırlandırmayın ve
kayıt altına almayın.Her şeyden önemlisi de
AŞKIN KAYNAĞINA YÖNELİN.
ahad103@hotmail.com
13.06.2006
http://sufizmveinsan.com
|