Bir
gün Resulullah (s.a.v) Efendimizin huzuruna birisi gelir ve
“Ey Muhammed, sen ne kadar çirkinsin!” der. Resulullah
Efendimiz bir şey
söylemez ve adam biraz sonra gider.
Ardından
da Hz. Ebubekir gelir “ya Resulallah, siz ne kadar güzelsiniz,
size bakmaya doyamıyorum!” der. Resulullah Efendimiz ona da
ses çıkarmaz, ama sahabeler merakla sorarlar:
“Ya Resulullah, demin gelen adama hiç ses etmediniz. Hz.
Ebubekir’e de ses etmediniz, bunun hikmeti nedir?” derler:
Resulullah efendimiz şöyle der “O adam geldi, bana baktı ve
kendini gördü ve kendini anlattı.
Ebubekir de geldi, bana bakarak kendini gördü ve kendini
anlattı. Benim bir şey söylememe gerek yok” buyurdular.
Allah’
a yakınlık kuran ve onu iç âlemlerinde bulan, kendi varlıklarından
geçen İlmi ve irfanıyla insanlığın hayrına çalışan Hak
âşıkları, İlmiyle amel eden âlimler, Resulullah’ın bugünkü
varisleridir.
Onlar,
insanları ilim ve irfanda yüceltmişler ve bütün bir insanlığa
mal olmuşlardır. İnsanlara ayna olmuş bu insanlara bakanlar,
kendilerini bulmuşlar, kendilerini seyretmişler ve kendilerini
anlatmışlardır.
Onlardan
gelen binlerce ilim, irfan ve hayrın içinde onların da bir
kul olduklarını unutan, o kadar güzelliğin içinde birkaç
mevzua takılarak sanki kendileri ak kaşıkmışçasına onların
insanlığa yaptığı hayrın farkına bile varamayanlar, akılları
başlarına gelirse,
(gelirse tabii) hele
onların kendileri için hayır dua ettiklerini ve “yaratılanı
severiz, yaratandan ötürü” düsturu ile kendilerini bağrına
bastıklarını gördükleri zaman, çok utanacaklarını şimdiden
düşünmeliler.
İşte buna güzel bir örnek kıssa, umarız ki bu kıssadan
ders alırlar derse ihtiyacı olanlar:
Vaktin
birinde, küçük bir kasabada bir genç yaşardı. Bu gencin yaşadığı
ev iki katlıydı; kat bölmesi ahşaptan ikinci katı taşıyan
evin alt katında da otuz santim kutrunda bir tomruk vardı.
Bu genç üst katta yatar kalkar, alt kata da hayvanlarını
koyar, tarla için lazım olan aletleri depo ederdi.
Genç
çok zekiydi zeki olmasına, ama aklı fikri hainlikteydi ve
herkese zarar vermek için fikirler üretir, bunları hayata nasıl
geçireceğini düşünürdü. Yine bir gün, aklına haince bir
fikir geldi. Yaptığı her kötülüğün karşısında alt
katta evin ikinci katını tutan tomruğun üzerine bir çivi çakmaya
karar verdi ve böyle de yaptı.
İnsanlara
verdiği her zarar için bir çivi çaktı, her zarar için bir
çivi...
Böylece yıllar geçti, bir gün, evin alt katına geldiğinde
çivi çakacak yeri kalmadığını gördü ve bir çivi daha çakmak
için zorlandı, tam çiviyi çakarken keseri eline vurdu, biraz
canı yanan adam, hemen oracığa yığılıp kaldı ve düşünmeye
başladı:” Ben bir keserin vurması ile bu kadar acı çektim
ve yıllarca kötülüklerimle millete kan kusturdum, acaba
onlar benim bu hainliklerimden ne kadar ızdırab çektiler?”
Gönlünde
yavaş yavaş beliren bu pişmanlık duygusu gittikçe
alevlendi, nedamet ve pişmanlığı had safhaya geldiğinde,
aklına yine bir fikir geldi: Şimdi de insanlara iyilik yapmak
ve her yaptığı iyiliğin karşısında da o tomruktan çaktığı
çivileri tek tek sökmek...
Evet, bu şekilde kendinde duyduğu pişmanlık ve utancından
kurtulabilirdi, bundan da emindi.
Aradan
yıllar geçmiş ve bir gün son çiviyi de çıkarmıştı. Artık
mutlu olmalıydı, çünkü artık o iyi bir insan olmuştu
herkese hayır ve yardım yapan birisiydi. Ama yine de içindeki
kuşku, arada sırada su yüzüne çıkıyordu .Adam bundan da
kurtulmak istiyordu, çaresini düşünmeye başladı ve kendi
kendine: “Şu memleketin en âlim ve irfan sahibi falan kişiye
gidip hali anlatayım ve onun da fikrini alayım, zaten bilse
bilse benim derdimin çaresini o bilir” dedi.
O ilmiyle ve irfanıyla saygın kişiye gidip durumu anlattı ve
sordu :
“Efendim, şimdi benim bu yaptığım günahlar, Allah katınca
acaba affoldu mu? Sizin fikriniz ne?” dedi. O kişi, soruyu
soranın yüzüne bakarak ve şöyle dedi:
“Ey
oğul! Yaptıklarına pişman olup nedamet göstermen gayet güzel.
İyilikler işleyerek o çivileri sökmen de güzel, ama o çivileri
söktüğün tomruğun üzerindeki çivinin izleri daima
kalacaktır” der.
Bodrum
- 14.05.2002
http://sufizmveinsan.com
|