Kurban
Bayramı’na sayılı günler kala, ekmek davası için
vaktiyle büyük şehirlere yerleşenler bir bir izne geliyor,
şirin köy sokakları şen kalabalıkları ağırlıyordu. İstanbul,
Ankara, Antalya’dan devam eden akın, Almancıların da
eklenmesiyle git gide yoğunlaşıyordu. Kıbrıs Barış
Harekatı kazanılmış, ülkede Karaoğlan
Efsanesi gençleri ateşlemeye başlamıştı. Yaklaşan
genel seçimler için bütün propaganda yöntemleri denenirken
köyler de ihmal edilmiyordu. Bayramı fırsat bilen parti
temsilcileri afiş, rozet ve broşürlerle adeta köye çıkartma
yapıyorlardı.
Okumuş
insanı çok olan köyde; öğretmen, mühendis hatta subayların
etrafında kümelenen çiftçi gençler, yeni haberler almak,
gelişmeleri öğrenmek gayretiyle misafir ağabeylerine çay
ikram ediyorlardı. Adına mektupla öğrenim denen sistemle
üç ayda matematik öğretmeni(!) olan Sarı Hasanların Erdal,
aydın olmanın ön şartı sayılan(!) sol ideolojiyi, elinden
düşürmediği kitaplarla kahve, düğün, tarla gibi yerlerde
durmadan konuşarak zihinlere aşılamaya çalışıyordu. Cami
cemaati yaşlılara göre Dinsiz, milliyetçi gençlere göre kızıl
komünist, ne olduğunu anlayamayanlara göre tehlikeli adamdı
Erdal!..
Allah’ı bile inkar ettiği duyulunca kanaviçe işleyen genç
kızların sokak arası dedikodularında baş rol yine Erdal’a
aitti. Yaşlı teyzeler vita kutularında yetiştirdikleri çiçekleri
sularken karşı komşuya “Duydun mu huuu!..Sarı Hasanların
Erdal Allah’ı inkâr edermiş. Biz kendi kendimize olduk,
yaratan yok, diyormuş!..” diye laf atıyorlardı.
Köy
imamının oğlu Kerem, İmam-Hatip Lisesi orta kısmı bitirmek
üzere idi. Ona göre Erdal Ağabey; Marks-Engels-Lenin gibi
(Tanrı tanımaz)Ateistti. Oysa çok severdi Erdal Ağabeyi
Kerem. Çünkü kendi Ağabeyi ile yaşıt olan Erdal, hakikaten
herkesin içinin ısınacağı “tüyü sevgili” dedikleri türden
bir adamdı. Kerem, uzaktan uzağa konuşulanları izliyor, köye
yeni giren sosyalizm içerikli kitapları göz ucuyla takip
ediyor, Erdal’la tartışmamak için köşe bucak kaçıyordu.
Bayrama iki gün kala sıcak bir öğle üzeri Erdal Kerem’i
kahvede masasına davet etti. Garson Veli ustaya çay söyledikten
sonra:
-Eeeee!.. Anlat bakalım Kerem, okul nasıl gidiyor?dedi. Kerem:
-Hiç işte n’olsun ağabey, diye başlayan kısa cümlelerle
geçiştirmeye çalışıyor, bir yandan da arada bir saatine göz
atıp içinden “ezan okunsa da şundan kurtulsam” diye geçiriyordu.
-Yazık oldu sana Kerem. İnan yazık oldu.. Fen Lisesi ya da
kolej okuyacak zekân varken seni İmam-Hatip’e verdiler. Çok
yazık çookk, dedi. Kerem saygıda kusur etmemeye çalışarak:
-Takdir böyleymiş ağabey, hem ben okulumu seviyorum, dedi.
Erdal acayip bir kahkaha patlatarak:
-Takdir!.. Hahahaha!..Takdir haaa?... Gülünç olma Kerem.
Takdir makdir yok. Her şey insanın elinde. Bilim bu kadar gelişmişken
hala takdir öyle mi? Bırak bu mitolojik safsataları. Düşünemiyorum.
Anlamıyorum sizi, dedi.
Kerem, Erdal’ın bilgi düzeyinde değildi. Bilgiyle O’na
gerçeği kabul ettirmesi imkânsızdı. Duygu boyutundan
yakalamak istedi:
-Allah yok öyle mi Erdal ağabey? dedi. Erdal kendinden emin
bir eda ile;
-Evet yok. Ahiret de uydurma, dedi. Kerem lafın beklediği yere
kendiliğinden gelişine sevindi.
-O halde yaşam dünyadan ibaret. Ölümle bitiyor her şey öyle
mi, dedi. Erdal çayından bir yudum aldıktan sonra;
-Aynen öyle Kerem. Ölümle yok oluyoruz. Ne varsa burada
var,dedi. Kerem taşı gediğine koydu:
-Geçen yıl sizin dedeniz, hepimizin çok sevdiği güzel insan
Sarı Hasan Dede vefat etti. Buna elbette çok üzüldünüz.
Dedenizi özlüyor, O’nunla iletişim kurmak istiyorsunuz sanırım.
Erdal az duraladıktan sonra;
-Evet,üzüldüm. Dedemi çok severdim. Ama yok artık, dedi.
Kerem:
-İmkan olsa O’nunla haberleşmek isterdiniz. Hatta ebedi
beraber olmak da isterdiniz değil mi, dedi. Erdal içinden geçenleri
bastırırcasına:
-Hayır, hayır...Ebediyet diye bir şey yok. Ölülerle iletişim
olmaz. Dedem yok oldu, bitti her şey, hepsi bu, dedi.
Kerem, babasının okuduğu öğle ezanıyla
birlikte çaya teşekkür ederek Erdal’la vedalaştı.
Kahveden çıkarken;
-Dedeni özlüyorsun Erdal Ağabey..Saklama, özlüyorsun..Bu özlemi
iyi düşün, diyerek camiye koştu.
Ertesi
gün bayram arifesi idi. Asırlardır süren bir gelenek vardı
köyde. Her arife günü ikindi namazından sonra cami cemaati
topluca mezarlığa gider, imam efendi ve köyden yetişen hafızların
okuduğu Kur’an-ı Kerimlerle dualar edilir, dirilerden önce
ebediyete dirilenlerle bayramlaşılırdı. İkindide cami hayli
kalabalıktı. Mezarlığa yürüyerek gidilirken evlerden hanımlar
ve çocuklar cemaate ekleniyordu. Kabristana hakim bir yamaca
diz çöküldü. Babası ve hafız amcalar, Yasin-Tebareke-Amme
okuduktan sonra Kerem, Felak-Nas ve İhlasları okudu. Toplu
duadan sonra bazı aileler imam efendi ve hafızları alarak
illa kendi kabirlerinde Kuran okutup dua yaptırırlardı.
Kerem, birkaç ailenin mezarları başında Kur’an okuduktan
sonra kendi aile kabristanlığına yöneldi. Etrafa saçılan
mezar taşlarını
düzenledikten sonra bol miktarda bulunan akasyalara çeşmeden
su taşıdı. Kalabalık yavaş yavaş köye dönüyordu artık.
Kerem, her zamanki yol yerine mezarlığın arka tarafından, bağlara
bahçelere uğrayarak eve dönmeyi düşündü.
Aile
kabrinden uzaklaşıp tepeye tırmanırken karşısına çıkan
manzara ile birden durdu Kerem. İlerideki kabrin başında sırtı
dönük oturan Erdal Ağabey değil miydi? Ta kendisi, dedi içinden.
Ayaklarının ucuna basa basa sessizce yürüyor, yaklaşarak ne
olduğunu anlamaya çalışıyordu. İyice sokuldu. Başını
ellerinin arasına alan Erdal, hıçkıra hıçkıra dedesine ağlıyordu.
Yanına gitti. Omzuna dokunarak:
-Erdal Ağabey!..Hasan Dedeyi hepimiz severdik. Özledin,
dayanamadın değil mi? dedi.
Camiye zaten uğramayan Erdal, ters bir yoldan kabristana gelmiş
cemaate gözükmeden dedesini ziyaret edip kaçmak istemişti.
Kerem’e yakalandığına bozulmuştu, ama belli etmemeliydi.
Fakat gözlerinden süzülen yaşlar, üzerine çöken hüzün
en başarılı aktörün bile gizleyemeyeceği kadar açıktı işte.
Bir süre konuşamadı.Kerem atıldı:
-Otur ağabey. Şuracığa diz çökelim. Ben Hasan dedeye senin
adına hediyesini vereyim, dedi. Çöktüler. Kerem bildiği
surelerden bir buket yaparak açılan ellerle birlikte kabre bıraktı.
O Kuran okurken başını hiç kaldırmadı Erdal. Fatiha
deyince açtı ellerini ve içinden bir şeyler okudu. Bir avuç
toprak attıktan sonra ayağa kalktılar. Kerem:
-Erdal ağabey, seni buraya özlem getirdi. Dedeni özledin sen.
Köylü, ahrete göçen yakınlarını özlediği için bugün
kabristan doldu taştı.Olmayan şey özlenir mi Erdal Ağabey?
dedi.
Erdal konuşacak halde değildi. Millete sosyalizm-ekonomi-evrim
anlatan Erdal, hüzünlü bir çocuktu şimdi. Kerem büyümüş,
Erdal küçülmüş gibi konuşma devam etti:
-Var olmayan, özlenmez Erdal Ağabey? Deden yok olmuş olsa
O’na özlem duymazsın. Traktörün ezdiği tavuklara, kurdun
kaptığı kuzulara üzülüyor ama kısa bir süre sonra
unutuyoruz. Ama yakınlarımız öyle değil. Her yıldönümünde,
her bayramda tazeleniyor acılarımız. Düşünsene yok olmuş
olsalar tazelenir mi Erdal Ağabey?
-Anlayamıyorum. Bilemiyorum... Haklısın belki, ama çözemiyorum
bu hisleri, diye mırıldandı Erdal. Kerem devam etti:
-İçimizde ebedi yaşam arzusu var. Ölmek, yok olmak işimize
gelmiyor değil mi?Su olmasa susamak, ekmek olmasa acıkmak
olmazdı Erdal Ağabey!.. Üzülme.. Hasan Dede yok olmadı. Şimdi
bilmediğimiz bir âlemde yaşıyor O. Bu akşam sevindi..
Bak, hediyesini de verdik. Bayram harçlığı alan çocuklar
gibi sevinçli Hasan Dede, deme keyfine Hasan Dede’nin,
diyerek Erdal’ı sımsıkı kucakladı. Erdal’ın hüznü dağılmış,
O da bağrına basmıştı Kerem’i. Kerem izin istedi. Erdal Ağabey,
yalnız geldiği gibi köye yine yalnız dönmek
isteyebilirdi.Tam dönüyorken seslendi Erdal:
-Kerem, sende Allah’ı bilimsel yönden ispat eden kitap var mı?
dedi. Kerem gülümseyerek:
-Tabii Ağabey, var, köyde veririm, dedi.Erdal bir daha
seslendi:
-Kerem beni burada görmedin, kimseye bu ziyareti söylemezsin
değil mi?
Kerem:
-Ben görmesem de, ben saklasam da gören gördü Erdal Ağabey.
O bizi sürekli görüyor zaten. Önemli olan bizim O’nu fark
edebilmemiz!.. Sen öyle istiyorsan tabii ki söylemem. Kal sağlıcakla..
Haydi iyi akşamlar, diyerek kabristanı çevreleyen çitlerden
atladı.
*****
Dostlar;
AHAD
olan Allah’a bilimsel delil aramak, ötelerden beriye gelmeye
çalışmak yorucu ve uzun bir süreç. En büyük ispat
kendimizde. İçimizdeki sese kulak verelim. Çok şey duyacağız
çok!..
Mehmet DOĞRAMACI
İstanbul - 13.05.2003
asitane1967@yahoo.com
http://gulizk.com
|