Güvenmek
ve itimat etmek yalnızca Allah ve Resulü’ne olmalıdır. Önemli
olan, Allah ve Resulü’nün tavsiyeleridir. Sahabeler de bazı
şeyleri farklı değerlendirmiş ki, aralarında birçok fikir
ayrılığı doğmuş, Allah her kulundan ayrı şekilde tecelli
ettiğinden ayrı değerlendirmeler her zaman olmuştur. Önemli
olan, bunu
Allah ve Resulü’nün bize ışık tuttuğu
ilimle araştırmaktır.
Sahâbelerin
birbirlerine itirazı, aslında rivâyet ettiği şeye değil,
ondan çıkardığı hükmedir. Meselâ, Ebu Hüreyre (radıyallahu
anh) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i ateşte pişen
bir şeyi yedikten sonra abdest aldığını görünce "Ateşte
pişenin yenmesi abdesti bozar" hükmüne varmıştır. İbnu
Abbas buna itiraz etmiştir.
Şu
halde İbnu Abbas (radıyallahu anh) burada, Hz. Ebu Hüreyre'nin
naklettiği vak'ayı reddetmiyor, ondan çıkardığı hükmü
reddediyor. Acaba yemek sırasında Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in abdesti var mıydı? Şurası muhakkak ki, bu çeşit
itirazların gerisinde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan
işitileni kısmen unutma, eksik işitme, yanlış anlama, nâsih
hükümden haberi olmama şüpheleri de vardır. Nitekim, bu şüphelere
hak verdiren birçok vak'a mevcuttur, burada teferruata
girmeyeceğiz. Kendisi için "yeni" olan bir hadisi
dinleyen Sahâbi, hadîsi rivâyet eden Sahâbî'ye inanmakta ve
güvenmekte olmasına rağmen, o konuda daha bir itminan
aramaktadır.
Tıpkı Hz. İbrahim gibi... Hz. İbrahim (aleyhisselâm),
Allah'ın varlığına, birliğine, yaratmasına, ölümden
sonra yeniden dirilmeye vs. tam bir imanla inandığı halde
"ölülerin dirilişi" husûsunda bir de rü'yet yâni
"gözü ile görmek" talep etmiştir. Cenâb-ı Hak:
"Ölüyü dirilttiğime inanmadın mı?" deyince:
"İnandım, fakat kalbimin tatmin olmasını istedim."
meâlinde cevap vermiştir (Bakara, 260). Bizzât Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm): "Biz şüpheye İbrahim'den
daha haklıyız." diyerek
burada "yakinin ziyâdeleşmesi"ni talep etmiştir. Alimler, Sahâbelerin
birbirlerine karşı tutumunu buna benzetirler: Onlar, meşru
olan "yakîn'in
ziyâdeleşmesini" ve itminanın kuvvetlenmesini talep etmişlerdir."(14)
İlimde
kesinlik (yakin),
derecelidir. İslâm âlimleri, bizzât âyet ve hadîslere
dayanarak kesin ilmin üç mertebe üzere olduğunu belirtirler:
1
- İlme'l-yâkin:
Uzakta bir duman görünce orada ateşin varlığına hükmederiz.
Zira, dumanın ateşten çıktığı hususunda şaşmaz ilmimiz
(yakin) var.
2-
Ayne'l-yakîn:
Gözle görerek elde ettiğimiz ilim. Bu, ilmî yakin'den daha
üstündür. Dumanın çıktığı yere varıp, ateşi bizzat görmemiz,
burada ateş var, görüyorum dememiz gibi.
3-
Hakka'l-yakîn:
İlmin en üstün derecesidir, O hakikâti bizzat idraktir.
Dumanın çıktığı yerde ateşe elimizi vurarak, yakarak onun
ateş olduğunu idrakimiz gibi. Şu halde, Hz. İbrahim örneğinde
gaybi hakikatlere imânımızın üst mertebelere çıkmasını
istemek meşru olduğu gibi, Hz. Ömer örneğinde de hadise,
haber-i vâhite itminanımızın artmasını istemek, bu
maksatla araştırma yapmak meşrudur, hakkımızdır.
(Kütübü
Sitte’ den faydalanılmıştır)
Bodrum
- 04.02.2003
hilbira@hotmail.com
http://gulizk.com
|