İnsan düşündüğü ve sorguladığı müddetçe diğer canlılardan ayrılır derler.
Gerçekten de doğrudur. Özellikle, hakikât arayışında düşünce okyanusuna dalmak kaçınılmazdır. Öyle bir
seyahattir ki bu, Allah' ın ilminde yarattığı ve seyrettiği varlık âleminin esrarına ermede, ondaki
birtakım şifreleri açmada bizlere bambaşka ufuklar gösterebilmekte, seyrin namütenahi ikliminde
gezdirmek suretiyle bizleri aşkın hakiki kaynağına yöneltebilmektedir. Zaten kalpteki o büyülü sevgi
meşalesi şulelendiği ve yanmaya başladığı an sonsuzluğun kapıları aralandı demektir. Böylelikle hayatın
anlamı ve önemi anlaşılmıştır.
Evrenin -bize göre- sonsuz-sınırsızlığı ilmen de olsa fark edilmiş ve
evrenin içimizde de varolduğu hissi uyanmıştır. Artık bundan sonrası kendiliğinden gelecektir. Evrenin
dili çözülmeye başlanmış ve aynı zamanda hakiki vechi ki, siz isterseniz buna “Vech-i İlahi” deyin,
müşahede edilmiştir. Bu müşahede süreklilik arz eder. Bedenen
belki dünyadayızdır, ama düşünce boyutunda kimbilir hangi mana alemlerinde ya da bir başka deyişle, Esma
alemlerinde nazarlarımız ötelerde gezinmektedir. İşte tam bu müşahede noktasında bendenizin bazı
tespitleri olacaktır. Bunlar sadece şahsi mülahazalar olup üzerinde düşünülmesini temenni ettiğim
birtakım hissi müşahedelerden ibarettir.
Öncelikle, hayat devam ediyor ve edecektir. Sonsuzluğun sonu yok
diyebiliriz. Bu noktada, “ Acaba yaşamın neresindeyim? ”
diye hep sormuşumdur kendime. İslam’ın, yani yaratılış sistem ve
düzeninin neresindeyim? Adeta bir mekanizma gibi işleyen bu sistem ve düzenin kılavuzluğunu yapan ve
sistem manuel işlevi gören Kuran'ı bugünün ve geleceğin şartlarına göre yeniden yorumlayabiliyor muyum?
“ Biz size her şeyi misallerle anlattık ” diyen bir kaynaktaki mecaz ve sembollerin işaret ettiği
gerçeklere ne ölçüde vakıf olabilmiştim? Kendisi dışında ikinci bir varlığın söz konusu olamayacağı
sonsuz-sınırsız Tek’in varlığını ve hadiseleri değerlendirme düzeyini ifade eden Ahlak-ı İlahi ile ne
ölçüde ahlaklanabilmiştim? Ne ölçüde marifet kesbedip yakiyn elde edebilmiştim? Acaba bu sistemde
mazerete, duygusal harekete, beşeri değer yargılarına yer var mıydı? Ekmeden biçilebiliyor muydu? Aslan
ceylanı pençeleri arasında canlı olarak parçalarken ona acıdığı için mi bunu yapıyordu? Acınılan
varlıklar aciz olanlar mı, yoksa güçlü ve aç olanlar mıydı? Acaba taklitle din kabulü olabiliyor muydu?
Kimdi bizim gerçek muhatabımız? Sistemi okuyan âlim ve fazıl insanların eserleri ne ölçüde
anlaşılabilmişti? Ateşin yaktığı, taşın set olduğu fark edilmiş miydi?...
Tabii, bu suallere cevap verilmesinde farklı düşüncelerin
sentezi gerekiyordu. Çünkü düşünürlerin yaşama bakış açıları farklıydı. “Kendi yolunu kendi akıl ve
mantığınla kendin çiz” tavsiyesi acaba bu çeşitlilik nedeniyle mi verilmişti? Sordum kendime,hep sordum
ve sorguladım ve sormaya devam edeceğim.
Evet, aslında söylenen söylenmedi belki de. Ya da söylenecek. Acizâne
kanaatimce, bütün bu muammaların çözülmesinde elimizde önemli bir anahtar var diyebilirim. Onlar da
vahdet ve kader ilimlerinin anlaşılmasıdır. Varlık aleminde tek bir iradenin ve kudretin hüküm
sürdüğünün idrak edilebilmesidir. Her şey, her şeyiyle O'na bağlı değil mi? Varlık aleminde varlığını
düşündüğümüz tüm yersizlikler ve karmaşalıklar algılaması yersiz. Her şey yerli yerinde ve anlamlı.
Sözlerimi düşüncemi teyit edecek mahiyette iki İslam düşünürünün ilmi
görüşlerinin bir senteziyle sürdürmek istiyorum.
Örneğin Bediüzzaman, eserlerinde birçok yerde örneğini vermekle birlikte “meyyit hayat veremez” diyerek
sinemayı eleştirir. Yani sinemada oynayan karakterlerin bir nevi canlı cenaze hükmünde, perdedeki sanal
yansımalar oldukları için hakikat nurunu insanlara tam manasıyla yansıtamayacağını ifade eder. Yine aynı
eserinde mutlak iradeye belirli bir sınırlama getirip cüzi irade ayrımı yaparak bu görüşünü vurgular.
Yine O'na göre sistemde mücadele değil yardımlaşma asıldır. Günümüz İslam âlimlerinden Ahmed Hulusi ise
cüzi irade kavramını Allah' ın mutlak iradesi yönünden reddeder. Aynı zamanda, güçlünün güçsüzü
sindirdiği bir sistemin varlığından bahseder. Bu nedenle insanların ölümötesi yaşamda evrenin farklı
boyutlarındaki cinlerle ve zebani türlü varlıklarla aynı ortamı paylaşabileceğini ve onlardan zarar
görebileceğini ifade eder. Bu tespitler, Kuran kaynaklıdır ve keşifle müşahede edilir.
Bendeniz de bir tespit yaparak, sonucu sizlerin taktirine bırakmak
istiyorum:
Birçok benzeri yapılmakla birlikte, yakın tarihte Yüzüklerin Efendisi isimli bir film izledik. Kitapları
rekor düzeyde satan ve Oskar alan bu filmde, hadiseler belki de mitolojik ve efsanevi bir dönemde, yerde
ve kişiler arasında gelişiyordu. Dikkâtler, bir yüzükte odaklanıyor ve yüzüğün sahibine kazandırdığı
güçlerden bahsediliyordu. Yaşamla ilgili önemli vurgular yapıldığını hemen fark ettim. En azından
iyilerle kötülük taraftarları arasında mücadele örneği bunlardan biriydi. AMA SONUÇTA, ELBETTE Kİ,
İYİLİK KAZANACAKTI. Filmin finaline doğru, bir kaçış sahnesi dikkâtimi çekti. Başrol oyuncularından
müteşekkil grup, elinde Musan’ın âsası misali bir âsa taşıyan, iyi yürekli, ak sakallı bir bilge
önderliğinde çok tehlikeli mahlukların yaşadığı bir yerden geçiyorlar ve onlardan kurtulmak için hızla
kaçıyorlardı.(Allah bilir, Hud suresi38’de ifade edilen zincirli yaratık türünden bir mahluk olsa
gerek).Ama tünelin sonunda dev bir iblisle karşılaştılar. Geçecekleri yer taşlık ve altında ateş olan
bir köprüydü. Aklıma hemen Sırat geldi. Hani o kılıçtan keskin olan sırat. Bilge Zat kendini feda etti.
İblis’le beraber ateşe düştü. Bu hareketi, diğerlerinin kurtuluşuna vesile oldu. Benim buradan aldığım
hisse, şahsım için önemliydi. Yaşamın zorlu ve çetin oluşu, yeknesak refahla dolu geçemeyeceği,
senaryonun ister istemez oynanacağı, duygusal hareketin zararları gibi gerçeklerle adeta
beni yüzleştirmişti.
Daha sonra bir de filmin soundtrack müziğini dinledim. Size de tavsiye ederim. Dinleyin ve yazdıklarımla
sizleri nasıl yüzleştireceğini hayretle müşahede edin. Tabii, bunun için biraz müzik kulağınızın olması
gerekiyor.
Velhasıl sinema, insanlara verdiği mesajın muhtevasına bağlı olarak hakikatten parıltılar
aksettirebilir. Güçlü olalım. İnancımızı yitirmeden, yaşamı nasılsa öyle değerlendirelim. Sistemi
okumaya gayret edelim. Sadece yaptıklarımızın sonucuna ulaşabileceğimiz gerçeğini kabullenebilelim.
TEBRİKLER HOWARD SHORE! DEV MÜZİK YAPITINLA BİZLERİ İHYA ETTİĞİN İÇİN...
03.09.2002
http://sufizmveinsan.com
|